Abdurrahman Dilipak
Önce!
Kural şu: “Def’i mazarrat celb-i menafiden evladır.” Yani bir zararın giderilmesi, fayda temininden önce gelir. Bunu bir örnekle açıklamak gerekirse, dibi delik kovaya su dolduramazsınız. Buna biz fıkıhta “Evveliyat fıkhı” diyoruz. Abdestiniz batılsa, namazınızın eksiksiz olması namaz kıldığınız anlamına gelmez. Şöyle bir örnek de verebiliriz, hem estetik, hem de hayati risk taşıyan bir hasta için öncelik estetik değil, hayati risk olan konuya verilmelidir.
Bir haramdan vazgeçmek, daha çok ibadet etmekten önce gelir. Mesela öyle haramlar vardır ki, namazınızı, orucunuzu, haccınızı, zekatınızın makbul olmasına mani olur.
Önce istikamet, sonra eylem..
Şimdi bizim AK Partililere bakıyorum, bir kıpırdanma, bir hareketlilik var, ama! Aması var işte. “Def-i mazarrat” kuralına uymadan, “iyi bir şeyler yapmak” için kolları sıvıyorlar. Bakın abdest alıp, üstümüzdeki ve içimizdeki “Necaset” ve “Hades”den arınmadan aldığınız o abdestle kıldığınız namaz kabul olmaz! “Vay o zaman kılanların haline ki!” denilen ikaza muhatap olursunuz.
Bu yazı aynı zamanda, şu günlerde Hac yolculuğundan dönen kardeşlerime.. Siyesetçi, bürokrat, işadamı, STK temsilcisi.. fark etmez hepsine. İnşallah bağışlanmış olarak dönersiniz. Ama önce abdestinizden emin olun.. Kendi emek ve gayretinizin karşılığı olan, geçiminizi sağlayacak az bir şeyin dışında helal olmayan, haksız şekilde edindiğiniz ne varsa mal, para, makam, onları arkanızda bırakmadan giderseniz, bu kamburla gittiğiniz gibi geri dönersiniz. Eğer bunu yapacak vaktiniz yoksa, o zaman gidin ve “Allah’ın evi”nde söz verin. Tevbe-i nasuha ile tevbe edin, geri döndüğünüzde de ilk işiniz haram ve haksız ne varsa üzerinizde onlardan kurtulmak olsun. Orada “Lebbeyk lebbeyk” diye gözyaşları içinde ettiğiniz duaların karşılık bulmasını istiyorsanız, önce bunun sizin hayatınızda bir karşılığı olması gerek. Yoksa Allah’ı kandıramazsınız. Çaldıklarınızın, haksız bir şekilde elde ettiklerinizin bir kısmı ile “hayır” yapıyormuş gibi yaparak sadece kendinizi kandırırsınız. Ne Allah’ı ne de insanları kandıramazsınız. “Kem alat ile kemalat olmaz”. Helale haram katarsanız, sonuçta ortada ne varsa o da haram olur. Temiz suya katılan rakı temiz suyu da murdar eder.
Ey hacı adayları, orada ömrünüzün muhasebesini yapın bakalım, Yetim malı hükmündeki kamu malından haram lokma yediniz mi! Ve eğer evinizin temeline gömdüğünüz yontulmuş taş, komşunuzun bahçesinden izinsiz alınmışsa, evinizin temelindeki o taşı söküp konuşunuza iade edecek misiniz!
Aslında bu “nefs muhasebesi”ni sadece hacca gidenler değil, hepimiz yapmalıyız. Hesaba çekilmeden kendi nefsimizi hesaba çekmeliyiz. Kamusal sorumluluk üstlenenler hiç affedilmeyecek olan “kul hakkı” konusunu daha çok düşünmelidirler.
Kamuda çalışanlar, her zaman özelde çalışandan daha az kazanmaya razı olacaklardır. Enam 152’de “Yetim malı”na yaklaşırken onları korumak için ve onların lehine bir tutum içinde olmamız emredilir. Hz. Ömer de Eflatun da kamuda iş yapanlar için aynı uyarıda bulunur. Kamuda çalışıp da aynı kariyerde olup, biri diğerinden çok daha fazla kazanıyor ve bu konuda liyakat ve ehliyet gözetilmiyorsa neler olduğunu ya da olabileceğini anlamak istiyorlarsa çok şey bilmeye gerek yok, biraz din, biraz tarih yeter! Bunun bugüne kadar aksini isbat eden olmamıştır. O zaman herkes bu konuya dikkat etmeli. Kamudakiler, Hz. Ömer örneğinde olduğu gibi hesap soranlara hesap verebilmeli. Yoksa bu iş devlete, dolayısı ile yöneten ve yönetilen halka zarar verir. Fitne ve ifsada kapı aralar.
Bu konuda bizin “Neo Osmanlıcılar”ın Lale devri, Tanzimat ve İttihat Terakki kafalı taklitçilerinin dinin önüne, adeta dinin yerine ikame edilmeye çalışılan “muharref bir gelenek ve tarih yorumu”nu koyarak, nev-i şahsına münhasır bir “Neo İslamcılık” tuzağına kimsenin düşmemesi gerek. Kur’an-ı Kerim’deki “Ataların dini” ve “Din büyüklerinin İlah ve Rab edinilmesi” konusundaki uyarılar hep aklımızda olmalı.
Tekrar AK Parti’ye dönecek olursak, evet, Bakanlıklarda da değişiklik olacak Bürokraside de. Ama yetmez, müşavirler, teşkilat, dost çevreler, media, halkla ilişkiler aklı hepsi değişmeli. Bu benim talebim değil sadece, sessiz yığınların sesine kulak verirseniz duyarsınız. Birileri belki ekonomideki göreceli iyileşme ve bazı konuların yoluna girmesi dolayısı ile bu konuyu erteleme eğilimi içinde olsa da, bu konuda güçlü bir talep olduğu ortada. Bundan sonraki değişim için kadrolardaki yenilenmenin sembolik bir anlamı olacak. Toplumdaki beklenti bu yönde. Muzır, müfsid olan ne varsa kapı dışarı edilmeli. Önce şu “hasta”ları karantinaya alalım, mikrobun kaynağını kurutalım, sonra sıra ötekilere gelsin. En şer’li mahluk, Şeytan, ins ve cin’in Şeytanlaşmış versiyonlarıdır. “Euzu billahi mineşşeytanirraciym” demeden başladığınız hiçbir iş sonuçta sizi Allah’ın rızasına ulaştırmayacak. Aksine Allah işlerinizi sarp dağlara sardıracak! “Taşlanmış Şeytan” uyarısı, aynı zamanda “Şeytan taşlama” emridir. Bu sadece Mekke’de değil, her yerde, her zaman Müslümana verilen bir görevdir. Mekke-i Mükerreme’de bunu aklımızda tuttuğumuzu gösteriyoruz. Ve Şeytan’ın şerri’ne karşı Allah’a sığınacağız. Allah’ın rızasını gözeteceğiz. Şeytandan ve onun işbirlikçilerinden, gücünden, hilelerinden korkmayacağız.
“Eski hal muhal, ya yeni hal ya izmihlal” diyordu Mevlana değil mi?
Tabandaki insanlar Erdoğan’dan ve partilerinden vazgeçmek istemiyor. Ama bazı olan şeylere de bir anlam veremiyorlar. Evet evet, “Biz kendimizi değiştirmez isek, Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecek”.
Birkaç hafta önce Kurbandı. Hani (Hz.)“İsmail” olacaktık, (Hz.)Hacer olacaktık, (Hz.)İbrahim olacaktık. Kâbe’nin etrafında dönerken, Safa ile Merve arasında koşarken, Arafat’ta toplanırken, Şeytan taşlarken hep bu örnek kişileri kendi nefsimizde yaşadığımızı göstermek için orada değil mi idik.
Burada Şeytanın ve insin Şeytanlarının işbirlikçisi, onun yol arkadaşı, ortağı, kankası iseniz, dönüşte tekrar onlarla beraber olacaksanız, Haccınız turistik bir seyahatten başka bir anlam taşımaz. Hatta günahlarınızı kat kat artırarak dönersiniz.
Tevbe edin Allah affeder, ama gerçekten tevbe ederseniz. Dua edin Allah kabul eder! Ayet öyle demiyor mu “Dualarınız olmasaydı ne işe yarardınız ki!” Resulullah, “Kabul olmayan duadan Allah’a sığınırım” der. Ama Allah (cc) cahillerin ve zalimlerin dualarını kabul etmez, onlara hidayet de vermez. Bu çerçevede duası kabul edilecek insan sayısı ne kadar kim söyleyebilir! Benden hatırlatması. Önümüzde Muharrem var. Aşure var! Şu günlerde bu uyarıyı yapmak istedim. Selâm ve dua ile..