Abdurrahman Dilipak
Osmanlı
Geçen gün “Neo” başlıklı bir yazı yazmıştım. Bunu, onun devamı sayabilirsiniz..
Yine geçenlerde, Malta Köşkü’nde, Abdülhamid Han’ın doğumunun 171. yıldönümü anısına bir buluşma vardı.. Etkinlik Mehmet Tosun beyin çabaları ve Birlik Vakfı ve İsmail Kahraman’ın himayesinde gerçekleşti. Oraya Hasan Celal Güzel ve birkaç değerli zevat da mesajlar göndermişlerdi.. Değerli konuşmacılar vardı..
Hasan Celal Güzel’e göre Osmanlı devletinin yıkılışı Abdülhamid Han’ın tahttan indirilişi ile başlar. Yani 1909’da. O gün Osmanlı devleti aliyesinin yüzölçümü 5 milyon km2’nin üzerindeydi.. Bugün gelinen nokta ortada.. 3 kıta üzerine kurulmuş bir cihan imparatorluğundan Anadolu topraklarına sığınmış bir ülkeye sahibiz.. Osmanlı devletinin sınırları 3 kıtada birleşik bir coğrafyaya yayılsa da, bugün 202 devletten oluşan dünya milletler topluluğunun 110 ülkesinde yaşayan Müslüman toplulukların koruyucusu Osmanlı Hilafeti idi. Ve bu halklar zekatlarını Hilafete gönderiyor ve başlarına bir iş geldiğinde ise Osmanlı onların yardımına koşuyordu.. Osmanlı’nın büyüklüğü, sınırları ile sınırlı değildi anlayacağınız. Osmanlı’nın kucakladığı coğrafya, sadece İslam coğrafyası değil, Ortodoks dünyası idi aynı zamanda.. Osmanlı’nın gözünde Süryani, Keldani ve Aramiler Hz. Ömer’in emaneti idi. Ermeniler ve Rum Ortodokslar ise Fatih’in emaneti idi..
Neo Osmanlıcılık diyince tüyleri diken diken olanlar var hâlâ. İngiliz Milletler Topluluğu, Fransız Milletler Topluluğu var, Rusya Sovyetler Birliği’ndeki ortaklarını terk etmiyor. Ama hâlâ bir Osmanlı Milletler Topluluğu yok. Onlarsa kendi sömürgelerini bile terk etmiyorlar hâlâ. Bizimse kardeşlerimizden bile haberimiz yok. Dünyada evrensel temsilciliği olmayan tek dini topluluk da biz olsak gerek. Osmanlı ile birlikte onu da, yani Hilafet makamını da yok etmek istediler. Bu şanlı geçmişi hatırlıyor ve gariptir ama, birileri kendi geçmişinden korkuyor hâlâ..
Dün dünde kaldı oysa. Osmanlı bizim için bir tarihi birikim, bilgi ve tecrübe birikimidir.. Tarih övgü ya da sövgü kitabı değil bizim için. Önemli olan kökü mazide olan ati olmaktır. Aslını inkar eden haramzadedir..
2. Abdülhamid’in ve Gazi Osman Paşa’nın torunlarından Bülent Osmanoğlu’nun buluşmaya gönderdiği, kendi düşüncelerini ifade eden mesajı köşemde sizlere aktarmak istiyorum:
“Sayın katılımcılar, ailemin değerli üyeleri, saygıdeğer konuklar;
Büyükannem II. Abdülhamid’in kızı Naime Sultan’ın ve diğer aile efradının sürgüne gönderilişi üzerinden yaklaşık 90 sene geçti. Bizler ilk önce İtalya’nın San Remo kentine gittik. Orada ailem San Remo’ya alışamamıştı.
Şartlar son derece kötü idi. Daha büyük bir kent olan Nice’e gitmeye karar verdiler. Fransa’nın Cote D’azur bölgesine yerleştik. Orada iki büyük aile vardı. Büyükananem Naime Sultan’ın ailesi ve büyük teyzem Zekiye Sultan’ın ailesi. Ama burada da şartlar bizim için yine zordu. Annem terzilik, elbise tamiri, babam da kapı kapı dolaşarak jilet satıyordu. Geçimimizi böyle sağlıyorduk. Büyükannem hasta olmuştu kızları da hasta oldu. Şartlar hep zor oldu. Uzun bir müddet sıkıntılar yakamızı bırakmadı.
Sonra babamın Avrupa’da okurken sınıf arkadaşı olan Evian Düşes’inin haberdar olması sonucu Evian’a gittik. Babam bisiklet fabrikasında çalışmaya başladı. Daha rahat idik. Sonra da Paris’e yerleştik. İntibak sürecimiz daha rahatladı. Ancak Türk olarak yabancı topraklarda yaşamak kolay olmuyordu.
Babam Musul ve Kerkük petrolleri ile ilgili olarak çok şey biliyordu. Belge ve vesikaları muntazam biriktirmişti. Ancak babam şaibeli bir trafik kazasında Hakk’ın rahmetine kavuştu. Elindeki belgeler de otelinden çalındı. Hiçbir şey kalmamıştı. Çok teşebbüsler oldu. Amerikalılar ve İngilizler tarafından. Çünkü dedem buraları kendi şahsi parasıyla almıştı, oradaki makinaları da kendisi ödedi. Devletin parasını harcattırmadı. İngilizler petrol payı olarak para yolladılar ama buna da devlet el koydu. Daha sonraki seneler o da yok oldu.
Kıymetli katılımcılar, asıl mesele bize ‘yoksunuz’ muamelesi yapılmasıdır. Gerçi son zamanlarda iade-i itibar konusunda bir hassasiyet var, lakin bu büyük Osmanlı İmparatorluğu mensupları aleyhine yapılanlar kabul edilmesi mümkün olmayan şeylerdir. Türkiye Cumhuriyeti’ni kim oluşturdu sormak lazım. Osman Gazi’yi, Fatih’i, Yavuz’u, II. Abdülhamid’i yok sayabilir miyiz? Bu topraklar için canını verenleri bir kenara atmak hangi vicdana sığar. Bizim ailemiz 200 kişi, nasıl oluyor da bizim kurduğumuz bu devlet bizi yok kabul ediyor. Camiler, köprüler, saraylar, çeşmeler dedelerimizin bu topraklara miras bıraktığı eserler. Bu eserler herkesin gözü önündeyken dünyaya mal olmuşken, bu topraklara bir imza gibi işlenmişken bu eserleri meydana getiren aileye sırtını dönmek vicdana sığmaz.
Sayın Cumhurbaşkanından, Sayın Başbakandan, sayın hükümet üyelerinden, bu kadim medeniyetimizin Orta Asya’dan kopup gelen bu şanlı medeniyetin temsilcilerini göz ardı etmeden itibar verilmesini rica ediyorum. Aile üyelerinin tamamının vatandaş yapılmasını, maaş bağlanmasının iyi olacağını düşünüyorum. Bu eserleri bırakanların torunlarına bir vefa borcu sağlanmış olur. Osmanlı her zaman adalet veren bir yapıydı. Bu yapı üzerine teşekkül etmişti. Belki bu yolla gurur duyulan bu eserlere karşılık bir adalet dağıtılmış olur.
II. Abdülhamid olmasaydı ‘Türkiye’ olmazdı belki de. Polonya olurdu. Bulgaristan, Romanya olurdu. Bunu Batı’da herkes söylüyor. Bu çok aşikâr bir gerçek Batı için.
Bülent Osmanoğlu
II. Abdülhamid Han ve Gazi Osman Paşa’nın Torunu.”
İşte böyle..
Abdülhamid Han’ın doğum gününde Osmanoğullarından bir zatın düşüncelerini sizlerle paylaşmak istedim..
“Halife ve Hakan Efendimiz”e Allah’tan rahmet diliyorum.
Selâm ve dua ile..
yeniakit