Abdurrahman Dilipak
Paralel yapı üzerine 2 mektup
Paralel yapı ile ilgili yazılarıma Paris’teki olaylar sebebi ile ara vermek zorunda kalmıştım. Bu arada birçok mail ve mektup aldım konuyla ilgili.. Ama iki kişi mesajlarının yayınlanmasında sakınca görmedi. Birçok kişi bu yapı karşısında olmaktan dolayı kendisine zarar verilmesinden korkuyor. Bir kısmı zaten isim de yazmamış.
Muammer Karabulut Antalya’dan yazıyor. Ergenekon sanığı. Hatta bir süre tutuklu da kaldı. O konu ile ilgili anlattıkları da ilginç. Bu olayla ilişkilendirilmesi ise bu anlattığı konuyla ilgili imiş.
“Antalya’daki Noel Baba Etkinlikleri’ni, “Gülen Cemaati” himayesine almak için mücadele ederken, neden 1997 yılında Abdurrahman DİLİPAK’ı istemediler?”diye soruyor ve devam ediyor: “Bana göre “Derviş Nikolas”belgeseli ile de yukarıdaki soruya büyük bir yanıt verildi. Cemaatten 1995yılında, “Dinlerarası diyalog” ve Türkiye’deki azınlık dinleri gibi konularda etkin olması istenirken, Antalya’daki Noel Baba etkinliklerinin 1993yılında ele aldığı konu, “Dinler arası diyalog” ve tüm azınlık dinleri ile de ilişkileri vardı. İşte bu nedenden dolayı, bu etkinliklerin Gülen’in himayesinde yapılması istendi. Zaten sonraki süreçte aynı çevreler, Aksiyon dergisinin 1-7 Temmuz 1995 tarihli sayısında yer alan, “Patrik Çizmeyi Aştı” haberini unutturarak, 1996 yılının Nisan ayında Polat Renaissance Otel’de Gülen ile Barholomeos’u bir araya getirdiler. Bu kez de Gülen cemaati, “Diyaloğa Doğru” başlığını Aksiyon’a kapak yaptılar. Sonra da (1998) Papa ile buluşturdular. O tarihlerde yeni kurulan,Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın kurucu üyesi de olan bazı üyeleri, Noel Baba Vakfı’nı Gülen cemaatinin bu ortama geçişi konusunda, iyi bir atlama yeri olarak görmüş ve bunu da planlamışlardı. Ama bu süreç benim böylesi bir beraberliği, yapılan önemli maddi tekliflere rağmen kabul etmeyişim ve daha sonra da etkinliklere bu kişileri davet etmememle bitti. 1997 yılında ise etkinliklerin Fetullah Gülen himayesinde yapılmasını karşı çıktığımda, “Noel Baba etkinliklerine farklı inanç ve düşüncede kişilerin katılacağını, ama hiçbir düşünce ve inancın himayesine girmeyeceğini” özellikle belirtmiştim. Bu bağlamda cemaatinNoel Baba Vakfı ile birlikte hareket etmesini sağlamaya çalışan kesimlerin, “Şimdi Abdurrahman Dilipak’da mı etkinliklere davet edilecek?” sorusu ile karşı karşıya kaldım ki; o yıl tarafımca DİLİPAK’da etkinliklere davet edilmiştir. Onlar da etkinlikleri, Gülen cemaatinin himayesinde yapamamış, ama Zaman gazetesi yazarı Mehmet GÜNDEM’i konuşmacı olarak çağırmışlardı.”
Bu olayla ilgili perde gerisinde olup bitenlerden bir haberim yok. Derviş Nikalaus belgeseli ile ilgili buluştuğumuzda konuşurken laf lafı açtı ve bu olayın gizli kalmış yönlerini öğrenmiş oldum..
Paralel yapı bir vakfı ele geçirmek istiyor, vakıf üyeleri buna izin vermeyince Ergenekon davası ile ilişkilendiriyorlar. İlginç değil mi?
Diğer mektup yazar İsmail Nacar’dan geliyor.. “31 Aralık tarihli “Paralel din, 90 ve sonrası” başlıklı yazınızı okudum. Bu vesile ile bugün “paralel yapı” olarak tanımlanan yapılanma konusundaki düşüncelerimi de, yaşadığım bazı olayları belge ve tarihleriyle hatırlatarak belirtmek istiyorum: Fethullah Gülen ismini, ilk defa Elazığ Lisesi’nde öğrenciykenTabip Yüzbaşı Esat Keşşafoğlu’ndan duydum. Güya komünistlerle mücadele etmek için, 1969 yılında Malatya’da komando kampıkurmuştuk. Bu eylemimizde, bir başka yüzbaşının da rol oynadığını sonradan fark etmiştim ki, bu da tüm hayatım boyunca bana bir ders oldu.Fethullah Gülen’in, “Küçük Dünyam” adlı eserinde de adı geçen Esat Keşşafoğlu ise,1950’lerde Gülen’le Erzurum’da tanışmış ve 1960 İhtilali’nde ise ordudan nurculuktan atılmıştı. Elazığ’da, mesleğini sivil olarak yapıyordu. Tanıdığım kadarıyla da, dürüst ve samimi bir mümindi. Liseyi bitirince, 1970’lerin başında üniversite için Ankara’ya geldiğimde ise, “Zehir hafiye” unvanıyla da bilinen Faruk Sükan’la tanıştım. Aylık Yeni Atılım dergisini de bu tarihlerde çıkarmaya başladım. 1970’lerin sağ-sol kavgalarını, Sükan’ın başbakan yardımcılığı yaptığı yıllar da dâhil hep onunla birlikte takip etme imkanım oldu. Türkiye’deki “derin devlet”in (!) ne kadar sığ bir yapılanma olduğunu ve Gladio’nun da entrikalarını şahsen bu yıllarda öğrendim. Bu karanlık yapıların, başta bazı dini cemaatler vetarikatlar olmak üzere pek çok sol fraksiyonları da nasıl yönlendirdiğini gördüm. 1979 tarihinde Dil-Tarih Coğrafya Fakültesi’ni bitirince, 4 aylık kısa dönem askerliğimi de 1982 yılında Menemen’de yaptım. Bülent Ulusu’nun başbakan, Özal’ın da başbakan yardımcısı olduğu o yıllarda,Türkiye’de olağanüstü hal vardı. Fethullah Gülen ise, güya aranıyordu. Bir gün Menemen de bir camide namaz kılarken, beni, Fethullah Gülen’in bir evde yapacağı sohbete davet ettiler. Ben de, onu aradıklarını söyleyen bir komutanımıza bu daveti söyleyince, o da bana, “İsmail, askerliğini yap da git” demişti. Fethullah Gülen hakkındaki ilk kuşkum bu olay olmuştu.
1987 yılında ise Remzi Gökseven Paşa, bir konuyu istişare etmek için beniSükan’ın bürosuna davet etmişti. Faruk Bey’in bir yakınının da dünürü olan Paşa, Oğuzhan Asiltürk’ün içişleri bakanlığı döneminde emir subaylığı, Cevdet Sunay’ın zamanında da Çankaya Köşkü’nde yaverlik yapmış bir jandarma istihbarat subayı idi. 1980 ihtilalinde Van’da tugay komutanlığı, bir ara Beyrut’da da görev yapan Remzi Paşa, İsmail Hakkı Karadayı’nın da sınıf arkadaşı idi.
Sükan’ın bürosuna gittiğimde, Remzi Paşa’nın yanında birkaç önemli subay arkadaşı da vardı. Ben, PKK ile ilgili bir meseleyi açacaklarını beklerken, kendisiyle yakın hukukum da olan Remzi Paşa, bana, “Graham E. Fuller ve çevresi, İran’ın Türk Cumhuriyetlerinde etkili olduğunu söylüyor. Özellikle din konusunda Türkiye’nin devreye girmesini ve bunun için Gülen cemaatinin buralarda önünün açılmasını arzuluyorlar” diyerek, fikrimi sordu.. Ben de, Türkiye’nin her konuda milli bir politikasının olması gerektiğini söyleyerek, bunun tehlikesini uzun uzun anlatarak karşı çıkmıştım. Gülen cemaatiyle ilk karşı karşıya gelmem ise, Emin Çölaşan’ın benimle yaptığı bir Pazar söyleşisi sebebiyle olmuştu.”
Bu yazı burada bitmeyecek. Biz yarın bu mektuplara kaldığımız yerden devam edelim, en iyisi. Selâm ve dua ile..
yeniakit