Ahmet Taşgetiren
'Pardon, çok pardon!'
10 yıldır devam eden 235 sanıklı Ergenekon davasında önce Yargıtay bozma kararı verdi, ardından yeniden görülmeye başlayan davada savcı esas hakkındaki mütalaasını açıkladı:
“Ergenekon örgütünün varlığı ispat edilememiştir. Bu nedenle varlığı kanıtlanamayan örgütün liderliği, üyeliği ve örgüt adına suç işlenmesinin de söz konusu edilemeyeceği anlaşılmıştır.”
Savcının mütalaasında ayrıca “Uzun yıllar kamuoyunu meşgul eden bu davada, sahte deliller kullanılmış, suç işlemediği kesin şekilde bilinen kişilere iftira edilmiştir.” deniyor.
Demek Ergenekon diye bir örgüt yoktu, 10 yıl süreyle yargı havanda su dövdü, diyeceğim ama, havanda dövülen su değil, insanların hayatıydı.
Ergenekon diye bir davayı yargının önüne getirenler de savcılar ve yargıçlardı, bugün “Meğer örgüt yokmuş” diyenler de yargı mensuplarından oluşuyor.
Ne oldu, “Sabredilirse yargının yaptığı hata yargıdan döner” gibi bir teselliye sığınacağımız durum mu oldu, yoksa bu 10 yıllık sürede insanların hayatının cehenneme çevrildiği bir durum mu yaşandı?
Biz medya mensupları olarak Ergenekon’la yatıp kalktık, onlarca mahkumiyet kararına imza attık, halkımız Fatih Camii’ni bombalamayı planlayan bir örgütün tasfiye ediliyor olmasından dolayı heyecan duydu. “Oh olsun” dedi.
Biz medya hep bunu yaparız, halkımız da hep bu heyecanları yaşar.
Birileri şeytanlaştırılmışsa, biz de onları taşlamayı severiz.
İstiklal Mahkemelerine alkış tutan bir medya ve halk kesimi olmamış mıdır?
Başbakan ve Bakanları asarken “Düşükler” teranesini tutturanlar yok muydu?
***
Ergenekon davası ile ilgili bu gelişmenin olduğu günün hemen öncesinde Ankara’da Yargı Reformu Stratejisi toplantısı yapıldı ve orada bir konuşma yapan Adalet Bakanı Abdülhamit Gül “Güven veren adalet, ‘pardon’ sözünün yargının lügatından silinmesidir” dedi.
Ah şu “Pardon” sözcüğü!
Aslında sayın Bakan, eminim ki Türkiye’de gerçekleşen yargı süreçlerinde sadece “Pardon” sözcüğünün yetmeyeceğini biliyordur. “Çok pardon, çok çok pardon”denecek yargı süreçleri yaşanmıştır.
Nedir “pardon”?
“Yanlış yaptım, özür dilerim” dir.
Adamı asmışsınız, hayatını söndürmüşsünüz, adamla beraber bil cümle ailesi perişan olmuş sonra çıkıp “Pardon” demişsiniz.
Şöyle düşünüyorum:
-Acaba 17-25 Aralık olmasaydı, 15 Temmuz’a giden süreç olmasaydı, yargı - emniyet hâlâ bir çetenin kontrolünde bulunsaydı, “pardon” diyecek birisi çıkacak mıydı?
Şu anda davalar var.
17-25 Aralık ve 15 Temmuz sonrası ikliminin doğurduğu davalar.
Ne dersiniz, ya bu davalarda da sonunda “Pardon” diyeceğimiz işler yapılıyorsa...
Aslında bu “Pardon” hadisesi, genellikle travmatik olayların peşinden gelen yargılamalarda söz konusu oluyor.
İzmir Suikasti... Menemen... Şeyh Sait İsyanı... 27 Mayıs... 12 Mart... 12 Eylül... 28 Şubat... E-muhtıra, Ak Parti’ye kapatma davası... 17-25 Aralık ve 15 Temmuz...
Bence yargı bu işleri kendi başına yapmıyor.
Yargı bağımsızlığı bizde öyle “Ankara’da hakimler var!” sözündeki güvenle gerçekleşmiyor.
Güçlü siyasi irade, her şeyi olduğu gibi Yargı’yı da bürüyor. Mustafa Kemal’in iradesine direnecek bir Yargı olabilir miydi? 27 Mayısçıların, 12 Eylülcülerin iradesine direnecek bir Yargı mekanizması?
Yargı, siyasi iradenin tavrını içselleştirmişse mesele yok, içselleştirmeyen de kendini başka yerde buluyor.
Burada medyanın rolü önemli. “Hınk deyici” bir medya etkin siyaset rüzgârının değirmenine su taşıyorsa, halk kitleleri bu hengâmede “Vur deyince öldür”psikolojisine sokulabiliyorsa, yandı gülüm keten helva demektir. Artık adaleti Rûz-ı Mahşer’de – Mahşer Gününde arayacaksınız.
“Pardon” denilebilmesi bile henüz dünyada iken adalet ümidi vermesi bakımından bir iyilik emaresi gibi duruyor bu durumda.
Rûz-ı Mahşer’de “Çok çok çok pardon”lar olacak ama bakalım kimin yüzü ak kimin kara çıkacak?
karargazete