Abdurrahman Dilipak
PÜR TAKSİR!
Bizim geleneğimizin adab babında “fakir, pür taksir” diye bir şey vardı. Maksat gönül fakirliğidir burada. Zengin de olsa cömerlikte hep kendini eksik gören bir anlayış. Dünya malına tamah etmeyen, iktisad yapan, gösterişten sakınan, saçıp savurmayan bir kişilik. Sahi bizimkiler bu “fakir”lere ne kadar benziyor. Ve “pür taksir”. Kendini hep eksik gören bir mücrim. Kullukta yaptıklarını az ve eksik gören bir anlayış. İki günümüz birbirine eş olursa, hep eksiğiz demektir.
Hatasız kul olmaz. Ben hatasızlık iddiasında bulunanlardan korkarım; hata yapıp tevbe eden ve özür dileyip verdiği zararı gücü nisbetinde giderenlerden değil. Merhametimiz gazabımızdan, sevgimiz nefretimizden büyük olmalı bizim. Bağışlamayı bilmeliyiz ki, bağışlanabilelim.
Taha Suresi 44’te Firavun'a gönderilen Hz. Musa (AS)a hitaben; “Firavun’a gidin. O iyice azdı. Ona yumuşak söz söyleyin, olur ki sizi dinler, yahut Allah’tan korkar” buyurulur. Bizim halimiz nicedir!? “Gavl-i leyyin” diye bir uslub vardı değil mi! “Güzel söz ve hikmet” diye bir ey vardı. “Kelam-ı kibar”ı kaybettik sanırım. Onların adetleri kötü olabilir.. Biz Alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin ümmetiyiz. Onların bize davrandığı gibi onlara muamele edemeyiz. O zaman ne farkımız kalır onlardan..
Bu anlamda “El emin” olmalıyız! Başkaları bizim elimiz, dilimiz ve yaptıklarımızdan emin olmalı. Ayrıca üzerimize vazife olan tebliğ görevini hakkıyla yerine getirmemize de mani olabilir. “Rahmân'ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara laf attığında (incitmeksizin) «Selam!» derler (geçerler);” (Furkan 63).
Bu durum elbette bizim hiç hata etmediğimiz anlamına da gelmez. Onun için başkalarına öğütlediğimiz şeyler konusunda daha fazla dikkatli olmamız gerekir. Onların bizi anlamaları; dinin hakikatlerini, anlayabilecekleri şekilde onlara anlatmamızla mümkündür..
Cahillik başa bela. Bilmiyorlar. Onların hakikatin bilgisine ulaşmamasında; bizim güzel örnek olmamamız kadar, tebliğ görevini hakkı ile yerine getirmemek de var.
Onlar; biz onlara benzemeye çalışırken, niye bize benzemek istesinler ki? Para, makamla tanışınca, onlara daha çok benzemeye çalışıyoruz. Kendi dünyamızı onların kavram ve kurumları ile izah ediyoruz. Onlarla aynı zeminde buluşuyoruz.
Evet “Onlar cahildirler, bilmiyorlar." Batıl bir yolun yolcusudurlar, ama farkında değiller. Eğitimleri böyle, gelenekten kopuk bir hayatları var, Media ve piyasa böyle. O zaman sonuç ta böyle oluyor. Onların hakkaniyetli davranmalarını bekleyebilmek için bakış açılarının değişmesi gerek. Aksi takdirde bu kimseler için “hak–hukuk” denilen mevzu, kendi çıkarları ile ilgili bir konudur. Ki onlar için aslolan çıkarlarıdır. Çıkarlarına zarar veren bir konuda ilkeler değerini kaybeder. O ilkeler helvadan bir 'put’a dönüşür ve acıkınca onu yiyeceklerdir.
“Batılın tasviri, saf zihinleri idlal eder” Onun için her yanlışı aleni bir tartışma konusu yapmak, her zaman doğru bir sonuç doğurmayabilir. İddialar; kişi ya da topluma karşı açık ve yakın bir tehdit oluşturmuyorsa, belki görmezden gelmek, reklamını yapmamak açısından daha doğru olabilir. Burada iki kuraldan biri; "yanlışa karşı çıkan"ın benzer bir "yanlışla malul olmaması", iki; "doğrusunun söylenmesi"dir. Bir yanlıştan söz ediyorsak, yanlışı yapan kişiye değil, yanlışa odaklanmalı ve kişiyi yanlıştan uzaklaşmaya davet etmeliyiz. Yani kişiyi kazanmayı esas almalıyız. Bir "günah keçisi” bulup, olayı kişiselleştirerek, kişinin kendi yanlışını savunması konusunda olayı onur ve inat meselesi haline getirmekten kaçınmalıyız. Kişinin adını o yanlışla özdeşleştirerek, geri dönüş yollarını kapatmaktan sonuna kadar sakınmalıyız.
Belli bir kişiyi hedef alırken, onun ailesi, ideolojik ve politik temsil ve aidiyetini de dikkate alarak, temsil ve aidiyet ilişkisi çerçevesinde aynı grubta yer alanların yanlışı savunmamaları konusunda çok daha fazla dikkatli olmalıyız. Bir kişiden ve topluluklardan yola çıkarak, bir kesimi topyekun hedef alacak söylemlerden kaçınmak, onların yarın kalplerinin İslam’a Hakka, hakikate ısınmasının önündeki engelleri tahkim etmememiz gerekir. Kişiler ve cemaat ya da toplulukları eleştirirken, her zaman eleştiriyi daraltmak ve daha geniş kitlelere sirayetini önlemek konusunda dikkatli olmak gerekecektir. Firavun’un evinde Hz. Musa Hz. Harun, Hz. Asiye vardı! Firavun'un hizmetkarı Haacer, bizim annemizdi. Her ülkede, her yerde, her zaman, iyiler ve kötüler olabiliyor. Bazan insanlar iyi-kötü arasında gidip gelebiliyor.
Birileri, ille de Satanist olması gerekmiyor. Şeytan hepimizin nefsinin yoldaşı! Hepimizin başının belası. Nefsimiz ise Şeytanın azad kabul etmez kölesi olabilir, terbiye edilmezse. Birileri bazı şeyleri, davranışları nefislerinin ve Şeytanın oyuncağı olduğu için sergiliyorlar. Bize düşen kötülüğe iyilik, tahammülsüzlüğe karşı sabırla, hakkı güzel bir uslupla söylemek olmalı, bıkmadan usanmadan. Kimbilir belki, birileri hidayet için, Hz. Yunus’un kavmi gibi son günü bekliyordur..
Olumsuz örnekler olarak bir yanda Ebu Cehil, Ebu Leheb, Karun, Haman örnekleri olsa da, Hz. Hamza’yı şehid eden Vahşi’yi, Ebu Sufyan’ı düşünelim. Onları İslam’ın azılı düşmanı olmaktan İslam sancağı altında cihad eden bir şahsiyete dönüştüren bir devrimin adıdır İslam. Hz. Peygamber'i öldürmek üzere yola çıkan Hz. Ömer’i hatırlayalım!
Rabbim; hakkı hak bilip ona tabi olmayı, batılı batıl bilip ondan uzak durmayı ve dininin güzel örnekleri ve hizmetkarları olmayı bizlere nasip eyle.
Amin.
Selam ve dua ile.