Abdurrahman Dilipak
Ramazan ve bir Alman gazetecinin itirafları
Bugün Ramazan. Ramazan-ı Şerifinizi tebrik ediyorum. İçinde, bin aydan daha hayırlı bir geceyi barındıran ve yaratanın, yarattığı kullarına iletilmek üzere vahyettiği, onun açıklanmış rızasını ve yaratılış gayesini, hayata ilişkin hakikatleri açıklayan kitabı lafzen ve mana olarak okumak, anlamak ve O’nun rızasının tecellisinin vesilesi olmak için kendi nefsimizi terbiye babında tarihi bir fırsatla karşı karşıyayız.
Dikkat! Ramazan şeytanların bağlandığı bir zaman olsa da, nefsini şeytana satmış, İns’in Şeytanları boş durmayacaklar. “Islah ediyoruz” diye “ifsatları”na hız verecekler. Her dinî bayramda Siyonistler bir bahane ile Müslümanlara saldırdılar. Bu sene de, böyle olması büyük bir ihtimal. Bu kez şeytan ve onun işbirlikçileri “Asrın Projesi” diye kapımızı çalabilirler. ABD’nin Hamas’ı bugünden terör listesine alması bu yönde bir işaret sayılabilir. Biliyoruz artık. Onlar, “biz Islah edicileriz” deseler de, “Bozguncuların ta kendileridir.”
Onlar bir plan yaptılar ve tuzak kuruyorlar. Allah onların yaptıklarını gördü, kapalı kapılar arkasındaki fısıltı ile konuştuklarını duydu. Onların bir planı varsa, Allah’ın da bir hükmü var. Galip olacak olan O’dur. Mekerallahu! Hem değil mi ki, bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde Allah hayır murat etmiş olabilir.
Biz biliriz, “Hak şerleri hayreyler, sen sanma ki gayreyler, arif anı seyreyler, görelim Mevla’m neyler, neylerse güzel eyler.” Yeter ki cahillik etmeyelim, zalimlerden olmayalım ve Allah’ın yardımının bize ulaşmasını engelleyen hal ve hareketlerden uzak duralım. Allah cahil ve zalim bir topluluğa yardım etmez. Para, kadın, makama tamah eden, işi ehline vermeyen, haksızlık yapan, adaletten sapan, istişare ve şura yapmayan, söz verip sözünde durmayan, kamu malına el uzatanlara ve onlar karşısında sessiz kalanlara yardım etmez. Yani o kendi ipine tutunanlara ve kendi boyası ile boyananlara yardım eder. Bu anlamda Ramazan, tevbe etmek isteyenler için bir fırsattır.
Madem Ramazan ayı Kur’an ayıdır. Kur’an-ı Kerim’i manası ile birlikte okuyup, son sayfası “Okudum, anladım, kabul ettim” diye yazıp, altına adımızı soyadımızı, o günün tarihini ve şehrin adını yazın. O zaman o kitap sizin için Allah’la yaptığınız bir sözleşme olacaktır. “Galu bela” zamanındaki ahdin teyidi olacaktır. Yoksa “bilmediğiniz bir şeye iman etmiş olamazsınız”. Bu kitap anlayış sahipleri için bir hidayet rehberidir. Kur’an, “Okunan kitap” demektir ve bu kitap “Oku” diye başlar! Maalesef Müslümanların çok büyük bir kısmı Kur’an-ı Kerim’in manasından bîhaberdir. Namaz kılanların çoğunluğu da dahil. O zaman “ey iman edenler, iman ediniz”, kafanızı kiraya vermeyin. Ramazan bu anlamda bir fırsattır! Bakın batının çifte standardını artık vicdan sahibi batılılar da haykırmaya başladılar. Geçen gün Venezuela Başkanı Hugo Chavez, BBC Televizyonunda yayınlanan röportajında, uluslararası finans kuruluşlarında üst düzey yöneticilik yapan John Perkins tarafından yazılan “Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları” isimli kitaptan söz ederek, bu kişilerin kendisiyle de temas kurduklarını ve ABD’nin dünyayı nasıl haraca bağladığını anlattı.
Tek örnek bu değil. Yine geçenlerde gazetelerde şöyle bir haber vardı: Ünlü Alman gazeteci, Frankfurter Allgemeine Zeitung’un eski editörü, Kohl Hükümeti’nin danışmanlarından Udo Ulfkotte “Satılmış gazeteciler”i açıkladı. “Julian Assange, Edward Snowden’dan sonra şimdi de Udo Ulfkotte” mi diye sordu batıda birileri. Ulfkotte, “Russia Today” televizyonunda açık açık “Tanınmış, uluslararası itibar sahibi TV kanallarının ve gazetelerin, haber ajanslarının yaptığı haberlerin, CIA tarafından politik amaçlı olarak nasıl çarpıtılıp, algıların yönlendirildiğini” anlattı.
Ulfkote yakın zamanda çıkan “Satılmış Gazeteciler” (Bought Journalists) isimli kitabında açmış ağzını yummuş gözünü! Batı bize “Basın Özgürlüğü” dersi veriyordu değil mi? İnsan hakları, demokrasi konusunda batının geçmişi de bugünü de sabıkalarla dolu. Irak’ta onların demokrasi dedikleri şeyi gördük. Mısır’da da gördük onları, Filistin’de de. Bir süredir zaman zaman benim dile getirdiğim bir konu var. Hani şu Almanya’nın işgal altındaki ülke statüsü ile ilgili. Bu gazeteci açıklamasında bu konuya da değindi. “Çok üzgünüm, bu, benim için artık demokrasi ve özgür basın demek değil. Almanya bugün hâlâ bir tür Amerikan sömürgesi: örnek vereyim Almanların büyük çoğunluğu toprakları üzerinde nükleer bomba istemiyor, ama onlar burada bulunduruyorlar, hem de nasıl!” Artık büyü bozuluyor ve gerçekler ortaya çıkmaya başlıyor. Oda Tv’de Birgül Göker Perdisa’nın çevirisi ile bu haber röportajın tercümesi yayınlandı. Ulfkotte diyor ki “Yaklaşık 25 yıldır gazeteciyim ve hep yalan söylemeye ve okura doğruyu söylememeye mecbur bırakıldım, ama birkaç aydır Alman ve Amerikan medyasının insanları Avrupa’da Rusya’ya karşı savaşa kışkırtmaya çalıştıklarını gördüğümden beri kararımı verdim ve ben bu oyunda yokum dedim.”
Daha vahim iddiaları da var gazetecinin: Alman gazetecileri NATO ve ABD seçiyormuş! Bu konuda şöyle diyor: “Alman medyasına bakın, meslektaşlarım her gün Rusya’ya karşı gürlüyorlar, gerçekte hepsi de NATO ve Amerika tarafından seçilmiş gazeteciler. Düşünün beni de, Amerika yanlısı haberler yaptığım için, Oklahoma ‘onur yurttaşı’ yapmıştı. Amerika yanlısı haberlerimde CIA tarafından yardım gördüm, artık gırtlağıma kadar doluyum, artık bu oyunda yer almayacağım. Yazdığım kitap bana ne para ne de itibar getirecek, aksine başıma bir sürü bela açacak, çünkü Alman halkına, Avrupa’ya, tüm dünyaya sahne gerisinde gerçekte neler olduğunu anlatmayı arzuluyorum.”
Yani Almanya gibi ülkelerde gazeteciler ve birçok STK, akademisyen batıdaki belli istihbarat örgütlerinin tetikçisi. Parasını veriyor ve tepe tepe kullanıyorlar. Gazeteci “Frankfurter Allgemeine için çalıştığım için de utanıyorum”. Ama hâlâ utanmadan bu işi yapanlar da var ve bir kısmı da bizim aramızda. Kim onlar derseniz: “CIA, gazeteciye nazik bir Amerika’ya ziyaret daveti ulaşıyor, tüm masrafları karşılanmış. Sonunda tatlılıkla işbirlikçi konumuna kayıyorsunuz, çünkü onlara güvenmişsin ve sempati duymaya başlamışsın. Bir süre sonra sana şunu ya da bunu rica etmeye başlıyorlar ve yavaş yavaş beynin yıkanmış ve şartlanmış hale geliyor; bu tabii sadece Alman gazetecilerin başına gelmiyor, bunun daha da fazlası İngiliz gazetecilere oluyor, çünkü Amerika ile daha da sıkı bağları var, sonra İsrailliler, tabii ki Fransızlar ama onlarla biraz daha az diyebilirim, sonra Avusturalyalılar, Yeni Zelandalılar, Tayvan ve diğerleri, hatta Arap dünyasında da bu böyle, Ürdünlü gazeteciler, Umman” vd. Alman gazeteci Alman kimyasal gazının İran sınırında nasıl kullanıldığını yazdığı için başına gelmeyen kalmadığını söylüyor ve ekliyor; “Onların taleplerine hayır derseniz, başınıza hoş olmayan şeyler gelebilir”.
İçimizden bazılarının Ramazan-ı Şeriflerini tebrik ediyor, bazılarının “Şeker Bayramı”nı kutluyorum.
Selam ve dua ile.