Ahmet Taşgetiren
Rus Ruleti!
Gelinen noktada en kritik soru şu: 23 Haziran’daki seçimde ya Cumhur İttifakı’nın adayı Binali Yıldırım kazanamazsa…
Olayın bir Binali Yıldırım tarafı var, kazanılamadığı takdirde onun kariyerinde müthiş bir düşme yaşanacak, o ayrı, ama bunca tartışmanın içinden çekip çıkarılan seçim iptalinden sonra “kazanılamazsa” bu, Tayyip Erdoğan için de Devlet Bahçeli için de ciddi bir “siyasi erozyon” anlamına gelecek.
Peki kazanılabilecek mi? Burada “Kazanır canım” cevabını verenler, “Bir şekilde kazanır” gibi, içinde her türlü kirli şüpheyi barındıran imalarda bulunuyor, ki kazansanız da kaybedeceğiniz bir siyasi hafıza biriktirecek. Kimi de “Kazanmalı” diyerek “İstanbul bu canım, başkasına verilir mi?” gibi, ya da Devlet Bahçeli gibi “İstanbul beka meselesi” diyerek, tüm şu tartışmalı sürecin altındaki “sorunlu” psikolojiyi yansıtıyor.
***
Vakıa şu: 31 Mart’ta İstanbul’da bir seçim yapıldı ve sayım sonucunda, itirazlar vs.’nin ardından Ekrem İmamoğlu 13 bin küsur oyla seçimi kazandı, mazbatasını aldı. YSK bundan sonra tüm sandıkları sayma gibi bir işlem yapmadı, başka bir gerekçeyle seçimi iptal etti. Yani doğrudan 31 Mart seçimlerinde oy çalınması gibi bir durumdan yola çıkılmadı, kamu görevlisi olmayan sandık kurulu başkanlarının sandığında herhangi bir yolsuzluk olup olmadığı araştırılmadı, hatta o sandıklarda yüzde 50 küsur Binali Yıldırım’a, yüzde 47 Ekrem İmamoğlu’na oy çıkmış olmasına bakılmadı, memur olmayan sandık görevlilerinin tayininde kusurun seçim kurullarında olduğuna dikkat edilmedi, iptale gidildi. Bundan da başkanlık seçiminin iptali için gerekçe arandığı gibi bir izlenim ortaya çıktı.
YSK’daki karar sürecini Türkiye, vaktiyle Anayasa Mahkemesi’ndeki parti kapatma ya da başörtüsü yasaklarıyla ilgili karar süreçlerinde yaşanan “Hâkim-Toto” duygularıyla takip etti. O zaman muhafazakâr dünya, bizler, mahkemedeki hâkim yapısını kaygıyla izler, kaç kişi “Hâkim irade”den yana kaç kişi gerçek hukuktan yana davranır sorularıyla boğuşurduk. O günlerin kahraman ismi Haşim Kılıç’tı. Tek başına bir hukuk-özgürlük savunucusuydu. Bugün “Hâkim irade” farklı görünüyor ve muhafazakâr siyaset YSK’daki yargıç dünyasının 6’ya 5, 7’ye 4 şekilde oluşmasından dolayı bayram yapıyor. Ama bu defa da geçmişte AYM’deki “Vesayet gölgesi”ni kendi siyasi ahlâkına yazıyor.
Ak Parti kurulduğundan bu yana hiç bu kadar “savunma psikolojisi” içine düşmemişti. Seçimi iptal ettirebilmek için girdiği canhıraş mücadeleden sonra YSK’nın seçim iptali ile gelen sonuç, belli ki YSK’dan çok, “İktidar gücü”ne mal ediliyor ve epeyce bir süredir yargının girdiği türbülansla oluşan bagaj YSK kararıyla tavan yapıyor. En tepedeki Anayasa Mahkemesi çoktandır, verdiği kararlarla güvenli başvuru mercii hüviyetini aşındırmıştı. Şimdi siyasi alanın AYM’si niteliğindeki Yüksek seçim Kurulu, “Muktedir”e göre hareket eden bir kurum hüviyetine bürünmüş bulunuyor ve sonuçta bu, bir yandan yargı kurumuna olan saygıyı aşındırırken, bir yandan da siyasi iktidarın “Yargı karnesi”ni yaralıyor. Bütün TV kanallarının canlı yayını ile kamuoyu önüne çıkan, bu görüntüleriyle de bir başka “kudret gösterisi” yapan Ak Parti aktörleri bu yarayı sarabildiklerini sanıyorlarsa yanılıyorlar.
***
Şunu anlamak mümkün: Bir kısım vatandaş, “İstanbul kaybedilmemeli” duygusuyla hukuk vs. gibi hassasiyetlerin de ıskalanabileceğini düşünüp, “YSK iyi yaptı” diyebilir. Bu duygu pek çok sivil ortamda ifade ediliyor. Bu duygu tam manasıyla pragmatik mahiyet taşıyor.
Ama bunun öncelikle Türkiye’ye bir bedeli var, onun yanında da “muhafazakâr siyaset” dediğimiz, hani kimi “ahlaki ilkeleri” olması gereken alana zehirleyici etkisi var. Ben 7 Haziran seçimleri öncesinde “Ak Parti ahlaki üstünlüğünü kaybetti” diye yazmıştım. Şimdi nerelerde muhafazakâr siyasetin ahlak, hukuk, adalet duyarlılıkları?! Ak Parti ile ilgili en çok bunların tartışılıyor olması acı değil mi? Ve asıl bu alandaki aşınma dikkatle değerlendirilmeli değil mi?
23 Haziran’da ne olur? Cumhurbaşkanı Erdoğan yine başat seçim aktörü olacak mı? Ak Parti hangi hikâyeyi anlatacak? Bahçeli İstanbul’a “Mitili atınca” ne olacak? Beka meselesi daha derinden etkileyebilecek mi vatandaşı? Öcalan’dan 2013 Nevruzundakine benzer bir şekilde devlet politikalarına uygun mesaj sunumu, HDP oylarını Erdoğan’ın-Bahçeli’nin yanına çeker mi?
Dün Bahçeli’yi dinledim. Savaş dili, savaş dili, savaş dili… Onun kılıcı kesiyor. O her şeyin belirleyicisi. O dil, düşman üretme dili ama Türkiye içinden düşman üretme dili. İşte tam da bu dil, “Türkiye’nin bekası” için tehdit. Bahçeli dili ile yürüyen bir siyasette Türkiye’nin yarısına kan kusturulur. Ak Partililerin bu dilden ürkmemesine şaşarım.
Ak Parti, hayatının en zor sınavına giriyor. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, Erdoğan’ın partili cumhurbaşkanlığını seçmesi, MHP ile ittifak mahkûmiyeti… Bütün bunların ürettiği dil, onun getirdiği algı… Toplumla iletişimde Ak Parti’nin “yola çıkarkenki” sıcaklığını tahrip ediyor. Ak Parti içine girdiği “savunma psikolojisi”ni tahlil edebilirse kendi problemini de bulabilir diye düşünüyorum. Ama şu girilen süreç o kadar “Rus ruleti”ni andırıyor ki sonuç ne olur kestirmek imkânsız.