Ahmet Taşgetiren
'Ruz-i Mahşer' Yazımdan Sonra...
Ruz-i mahşerde 15 Temmuz’un hesabı” başlıklı yazımdan sonra üst düzey bir güvenlik bürokratı aradı. Yazıdan dolayı tebrik etti, teşekkür etti, sonra yazının sonunda yer alan ifadelerden yola çıkarak bir değerlendirme yaptı. Yazının son paragrafları şöyleydi:
“Askere ulaştınız, iğdiş ettiniz, polise ulaştınız iğdiş ettiniz, hakime-savcıya ulaştınız iğdiş ettiniz, “İmam”lığı fesat kurgucusu haline getirdiniz, öğretmeni soru çalma eylemine bulaştırdınız…
Türkiye’deki “dini hizmetler”in kaç yılına zarar verdiniz, kaç gencin zihnine zehir akıttınız anlayabiliyor musunuz?
Ruz-i mahşerde yakanıza kaç insanın yapışacağını öngörebiliyor musunuz?
Ve bu işin tevbesi üzerinde düşündünüz mü?”
***
“Tevbe” kelimesi üzerinde duruyordu yüksek seviyeli güvenlik görevlisi.
“-Çıksalar, diyordu, biz milletimize, devletimize karşı büyük günah işledik. Af diliyoruz milletimizden, devletimizden. Adalete teslim oluyoruz. Verilecek cezaya razıyız. Ancak bizim ardımızdan gelerek, bize güvenerek yürüyen insanlar olanlardan sorumlu değildir, deseler”
Bu düşüncesine eklediği bir gerekçe vardı. “Büyük acı birikiyor toplum zemininde. Uzun yıllar toplumu etkileyecek bu acı. Toplumu bundan kurtarmak lazım.”
Tepedeki yapı böyle bir “İz’an sergilemesi” yapar mı, böyle bir şey olursa “Devlet”ne yapar, “Devlet”in gündeminde gerçekten “Toplum zemininde derinleşen acı”diye bir sorun var mı, bu sorunun giderilmesi için çare aranıyor mu, bunların cevabını bilmiyorum.
Tepede yer yer çözülmeler var. Mesele “FETÖ-Paralel Yapı” haline geldiğinden beri çözülmeler, itiraflar var, darbe girişiminden sonra kafa karışıklığı daha da arttı, azıcık düşünme kapasitesi olanlar “Misyonumuz bu muydu?” sorgulamaları yapıyor.
Ama biliyorum ki bu tür yapılarda “jeton”un çok geç düştüğü çok geniş bir alan da vardır. İkinci Dünya Savaşı’nın bittiğinden haberi olmayan Japon askerleriyle bu tür bağlılar arasındaki benzerliğe daha önceki yazılarımda da işaret etmiştim. İnsanların kiminde jeton hemen düşer, “Bir şeyler yanlış gidiyor” denir, sorgulama başlar. Bazıları 10 yıl sonra uyanır, bazıları en tepeye çıkar öyle uyanır, bazıları 25 yıl uyur gezer… İçine “maneviyat” gibi deruni duyguların girdiği bağlılıklarda doğruyu yanlışı fark etmek kolay olmaz. Çok absürd hadiselerin yaşandığı ortamlarda bile uyanmayan insanlar olabiliyor. İşin aslı akıl ile, idrak ile, bilinç ile dini bağlılığı bir arada yürütmek olsa bile bu alanda çarpıklıklar yaşanabiliyor.
***
Neyse bunları daha yazarız.
Ama şu “Cemaat”ten “Terör örgütü”ne evriliş seyrinde insanların uyanma sürecinin beklenen boyutta olmadığı bir gerçek.
Devlet insanların uyanmasını beklerdi hiç şüphesiz. Devlet, laik-kemalist hüviyette dini alanı baskılarken insanların devlete mesafeli durması daha olağandı. Öyle ki, şu anda devleti yönetenler bile devlete mesafeli idi.
Bugün “Dindar” bir kadronun devleti yönettiği ifade edilebilir. Örgüt, “Dini zeminde” buluştuğu insanları “Dindar kadrolar”ın yönettiği devletle kavga için kullanıyor.
Ve “Devlet” örgüte bağlı insanları uyandırmakta zorlanıyor. “Zorlanıyor” ifadesi bugün birçok ortamda “Vazgeçmediler, ifadesi ile anlatılıyor, ibadet kesimi bile vazgeçmedi. Cezaevinde bağlılık sürüyor.”
Bu tespiti, “Ne halleri varsa görsünler, madem akıllanmıyorlar cezalarını çeksinler” şeklinde bağlamak mümkün, “Yüzbinleri bulan ve gelecek nesilleri etkileyecek olan bu insanları nasıl uyandırabiliriz?” diye bir soruya ve çare arayışına bağlamak da mümkün.
Belki bunun için “Neden kopmuyorlar?” sorusunun cevabını aramak lazım. “Bu önümüzdeki on yılları etkileyecek kayıp bir nesil olarak mı görülmeli yoksa bir iletişim dili bulmak için çare mi aranmalı?” sorusu üzerinde durmak lazım.
Üst düzey güvenlik bürokratı, “Örgütün Tepesi”ni bir “Tevbe çıkışı”na zorlamayı öneriyor.
Örgütün tepesinde böyle bir “Civanmerdlik” olur mu? Civanmerdlikten öte bir “Akıl-iz’an” hamlesi gerçekleşir mi? Ondan da öte, içinden çıktıkları toplumla savaşın nasıl bir tükenişe götüreceğini görürler mi, bilmiyorum. “Akıl tutulması”insanı çamura saplar. Kendileriyle birlikte körü körüne bağlılarını da çamurun içine çekerler.
Devlet aklı, eğer hadiseyi “toplum sancısı” niteliğinde görüyorsa, onun uzun yıllara intikalini önlemek için çareler düşünmeli.
Olayın bir boyutu “Din” zemininde yaşandığı için, dini gruplar da olayın kriminolojik boyutuna kilitlenmeden bir dini rehabilitasyon projesi gerçekleştirilebilir mi, üzerinde kafa yormalı.