Selâhaddin Çakırgil
Sâde ve açık iken zorlaştırılan konular..
1- 10 Ekim günü, ‘Heval’lar! ‘Siz-Biz’ Yok; Aynı İnancı Paylaşan Bir ‘İslâm Milleti’ Var!’ başlıklı yazı üzerine bazı mesajlar aldım.
Bazı okuyucular, 'heval' dediklerimin, yazının girişinde, 'aynı inancı paylaştığım' kürd kardeşlerim’ olduğunna dair kaydı görmemiş olmalılar ki; ‘heval’ dediklerin marksist, laik, materyalist güruhu değil mi?’ demektedirler. Halbuki, o yazıya dikkatle bakılsaydı, bu yanlış kanaate düşülmezdi.
Müslümanların, ırk, kavim, dil, kabile, sosyal sınıf, coğrafya, gibi farklılıklara bakarak birbirlerine farklı yaklaşamıyacaklarına; inancımıza göre asıl kardeşliğin biolojik kıstaslara göre değil, iman temeline göre şekillendiğine devamlı vurgu yaptığımız farkedilmemiş demek ki..
***
Asr-ı Saadet’te ırk ve kavim farklılığına asla itibar edilmemişken, Emevîler zamanında maalesef o idrak büyük çapta korunamamış, kabilecilik ve arabçılık anlayışı hortlamıştı..
Selçuklu ve Osmanlı geçmişimizde ise, nice yanlışlar da olsa bile, onların uzuuun asırlar içindeki en güçlü tarafları, kendi yönetimleri altındaki bulunan ve başka dinlerden olan ve başka dilleri konuşan topluluklara din ve dil dayatması yapmamaları olmuştur. Çünkü, Sunnetullah’a riayet bunu gerektiriyordu.
***
Bu konularda son 100-150 yılda gem’i azıya alan kavmiyetçi zorbalığı, ‘İttihad-Terakki’ci ve daha sonra da onların takipçileri olanlar yapmış olup, onların kurdukları zulüm, varlığını hâlâ da sürdürüyor, maalesef..
Ama, son 15 yıl içinde, önceleri tahmin edilmeyen olumlu gelişmeler de olmuştur, yetmese bile... Müslümanların, bu pürüzleri gidermeye çalışmalarını görmezden gelip; bazı kimselerin, geçmişin yanlışlarını, mukabil bir kavmiyetçilik asâbiyetine saplanarak, kendileriyle aynı etnik unsurdan olmayan diğer müslümanların suçu olarak görmeleri, en hafif tâbiriyle isabetsiz bir tavırdır.
Müslümanların kardeşlik ve ‘millet’ anlayışı, 'Tevhid inancı ve Nübuvvet/Peygamberlik' etrafında; yani, biolojik açıdan kan ve soy birliğine değil, 'Lailaheillallah- Muhammed'un Resulullah' ibaresine göre şekillenir.
‘Bir Müslüman için, İslâm'dan başka sınır da yoktur, kardeşlik bağı da..’
***
2-Bazı okuyucular, ‘3 Kasım’ günü bu sütunda yayınlanan, (‘Yeni Bir ‘Devlet’ Kurulmadı; Sadece, Yönetim Biçimi, ‘Rejim’ Değişti..) başlıklı yazı üzerine, ‘Arada ne fark var ki..’ gibi sualler sordular. Bazıları da devlet kavramını kutsadığımı ileri sürdüler.
Önce bu soru ve iddiaları açıklamaya çalışalım..
‘Devlet’ denilen sosyal üst-yapının kurumunun bir çok unsurları olsa da, üç aslî unsuru vardır ki, onlar olmadan bir ‘Devlet’ten söz edilemez. Rejim ya da yönetim mekanizması, bu temel unsurlardan sadece birisidir. Diğer iki aslî unsur ise, aynı inanç, tarih, coğrafya veya dil gibi unsurlara sahip ve bir arada yaşamak azmi taşıyan bir halk ile, o halkı yönetecek olan rejimin hükmedeceği ve başkasının hâkimiyeti altında bulunmayan bir toprak; coğrafya..
Rejimi/ yönetim mekanizması/ Hükûmet’i olmayan bir halk, kalabalık yığınıdır.
Halkı, yöneteceği bir sosyal kitlesi olmayan bir rejim de zâten düşünülemez.
Kezâ, kendi elinde başkasının hâkimiyeti altında olmayan bir toprak parçası bulunmayan bir halk ve rejimin varlığından söz edilse bile, o kağıt üzerine bir devlet’tir; fiiliyatta devlet değildir.
Geçmişte, ülkeleri işgal edilmiş bir halk adına, başka ülkelerde veya kağıt üzerinde varlığı ilân edilen ‘sürgünde devlet’ örnekleri gibi.. (Fransa’nın, 2. Dünya Savaşı başında, Hitler Almanyası’nın işgaline uğraması karşısında General Charles de Gaulle liderliğinde, Londra’da sürgünde kurduğu Hür Fransa’, ya da, bugün ’Filistin Devleti’ bu konudaki örneklerdendir.)
Zannedildiği gibi o yazıda, devlet, kutsanıyor değil... Sadece, rejim değişikliğinin, yeni bir devlet kurulması demek olmadığı anlatılmaya çalışılıyor ve devlet’in gerekliliğinin söylenmesi, kutsamak değildir..