İbrahim Küçük

İbrahim Küçük

Şahadet Hayalleri ve Gerçekleri

Şehadet kavramı üzerinde durulacakken, VUSLAT gibi tevhidî çizgide seyreden bir derginin seçkin okuyucularına, şehadetin, herhangi bir ""izm" adına ya da herhangi bir ""ist" ilkelerin yaşatılması için gerçekleşebilecek bir nihayet ile olamayacağını izah etmek gereği duymaksızın, hayal ve gerçek düzleminde şehadet kavramının farklı tanımlamalara ve tanılara olan gebeliğini sancılamak üzere önce hayaller zaviyesinden başlayalım.

Hayaller: Tabii ki hayallerden kastımız, gerçeğe dönüşmeyen ya da gerçeğe dönüştürmek için gayret gösterilmeyen ham duygu ve düşüncelerdir. İki ayrı tip olarak teşekkül etmesi mümkündür. Birincisi; ders, sohbet, vaaz gibi irşadî durumlardan sınırsız cennet nimetlerine cezp olup kişinin cennet sarhoşluğu içerisine girmesiyle olur. Sonra kişi cenneti kazanmanın meşakkatlerini hatırlayınca, cennete girmenin en kısa yolunu arar ve "şehadetî" keşfeder(!). Madem ki bu dünya geçici, madem ki dünya nimetleri gidici o halde "uhrevî saltanatı" yakalamanın en kestirme yolu bana rastlayıverse ne olur düşüncesi ile hayal kuşu uçmaya başlar. Nasıl olsa şehidin can verirken en az seviyede acı duyduğunu da öğrenmiştir. Uhrevî kapitalizm kişiyi kuşatır. Rahman'ın rızası, İlahi Kelamın ikamesi gibi konular şehadet ve cennet hayallerinin penceresinde buzlu bir camın arkasındaymış gibidir. Peygamberlere benzemeyen hayatıyla peygamberlerin köşklerine benzer köşklere nasıl sahip olabileceğinin bir türlü muhakemesini yapamayan bu bilgisiz softa kişiliğin en dramatik hali ise; izmin ordusunu hala peygamber ocağı zannetmesidir. Ne gariptir ki hayal kuşunu uçurtma ipiyle uçurtmaya çalışan bu tip, cennete infak kapısından girebilmeyi bir türlü hayal etmez. İkincisi; bu haldeki kişi de uhrevî kapitalizm etkisi birincisine göre daha azdır. Bu tip, bilgi ve bilinç seviyesinde diğerine oranla ileridedir. Bu tipler genelde bekâr ve gençtirler. Örnek şahsiyetleri tanırlar, hayatlarını incelerler ve kendilerini boşuna yaşayan insanlar olarak değerlendirirler. Kendileri için rızaı bakiye ulaşmaya şehadetten başka yol olmadığını düşünürler. Bu durum "Şeytan size amellerinizi süslü gösterir" ayetiyle ilintilidir. Şöyle ki; şeytanın amelleri süslü göstermesi genelde pozitif süs olarak algılandığı için düşünce ve ameliye tekâmülünde sapmalara sebep olmaktadır. Zira şeytanın amelleri süslü göstermekten maksadı; kişinin amellerini üstün ve yeterli görüp İslami gayret ve kulluktan geri durmasını sağlamaktır. Oysa birde negatif süslülük vardır. O da; kişiye ütopik hedefler ve şahsiyet modelleri çizip kişinin amellerini süssüz ve yetersiz gösterip ümitsizlik haline sokmaktır. Böylelikle kişi, gerekli gayreti gösterme gücünü ve onurunu kendinde göremeyip gevşer ki yine şeytanın maksadı hâsıl olmuş olur. Örnek şahsiyetlerin birçoğu da şehadet makamına erdiği için, negatif süslülük tuzağına düşmüş kişi cihad ve şehadet dışındaki her faaliyeti, ameliyeyi ucuz bir oyalanma olarak görür. Bu tipler genelde uç noktaların insanlarıdırlar. Şehadet hayalleri bir dönem sonra evlilik uçurtmasının kuyruğunda bir aksesuar olarak yerini alır. Kendisinin mücahid, eş adayının da mücahide olmasından dem vurur. Hz. Ali(r.a) ve Hz. Fatıma'nın(r.anh) evliliği gibi evlilik hayalleri uçuşur. Yuvalar kurulur. Ama Ali rolündeki kişi kuyudan su taşımaktan dolayı elleri nasırlanmış Hz. Fatıma ile ev içinde pek karşılaşmak istemez. Fatıma kadar müslüman Juliet kadar şehirli bir kadın isteği, kendi adına emniyet sağlama duygusundandır. Ve yine sözde Fatıma rolündeki kadın da aslında Hz. Ali modelinde bir kocayı evinde görmek istemez. Ali kadar müslüman Romeo kadar metropol tarzı bir erkek tipi arzusu yine kadının kendi adına emniyet isteminin bir yansımasıdır. Zira ömrünün tamamını ilim ve cihad ile geçirmiş, zaman zaman evinin iaşesini infak etmiş bir Hz. Ali(r.a) bu gün için problemli bir kocadır. İslami gayretlerinin fazlalığı şikâyet edildiğinde anlının ortasındaki damarı kabararak şikâyetçiyi tedip edici bir kayınpederin yokluğu da bu duyguların rahatça hayat içerisinde yer bulmasına yol açacaktır. Sonra işgüç, çolukçocuk derken negatif süslülük tuzağı insanı sarar. Geriye bakıldığında gayret torbasında ne şehadet, ne cihad, ne ilim ne de dinin ikamesi için küçük de olsa bir katkı gözükmez. Çünkü hayat Sheaksper'in yazdığı bir senaryo değildir. Hayat, Hz.Hüseyin'in dediği gibi; iman ve cihaddır.

Gerçekler: Gerçeklik zaviyesinden değerlendirildiğinde şehadet, belli bir bilgi ve bilincin ürünüdür. Mü'minin şehitlik mertebesine yükselerek şehadet nişanını taşır hale gelmesi tesadüfî fiillerle izah edilemeyecek kadar tevafukudur. Bu bağlamda, hayal kuşuna benzemeyen şehadet kuşu nimeti ilahi olarak mü'minin başına konmuş bir devlet (nimet) kuşudur. Ve şehadeti tevafuku ilahi çizgisinde şuurla hareket eden bir yazgı olarak ele alırsak; şehadet ve şehid arasında ciddi bağlar vardır. Bu bağlar ancak vuslat arzusu ile buz çöllerinde yanıp tutuşan iki kara sevdalının bilinçlilikten çılgınlaşarak ve bu çılgınlaşmışlığın verdiği tazyikten mütevellit benliklerin kavrulup bizlik tekâmülüne erme hali ile tasvir edilebilir. Ortaya çıkacak olan tasvirde görünen manzara ister istemez şu soruyu sorduracaktır: Mü'min mi şehadetin güzelliğine vurulup kara sevdasını vuslat vesilesi kılmıştır yoksa şehadet mi mü'minin güzelliğine vurulup mü'mine koşup gelmiştir? Bu sorunun cevabı mübarek İslam şehidlerinin hayat sürecinde gizlidir. Gizlilik irdelendiğinde şehadetin, ehli tevhide vurulup geldiğini ve vurgun olma illetlerinin de aklın üstünde ki normlardan kaynaklandığını görürüz. Şehadet, şehide vurulurken ne Hz. Hamza'nın cüssesine, ne Hz. Ömer'in heybetine, ne Hz. Osman'ın malına ne de Hz. Ali'nin pazısına bakmıştır. Hatta ilk şehidinde Hz. Sümeyye'nin(r.anh) olmasındaki hikmet ve mesajlarından biride; bu işin kadınlığa ve erkekliğe bakmamasıdır. O halde şehadetin vurulduğu nokta; tevhidi bilinç ile birlikte tevhidi bir yaşantı üzere tevhidi bir direnç göstererek tevhidi bir nizamın var olması ya da korunması adına durulan noktadır. Bu duruş noktası bazen Hz. Sümeyye'nin tükürüğünde, bazen Uhud'da Hz. Hamza'nın ciğerinde, bazen de Kerbela'da Hz. Hüseyin'in susuzluktan çatlamış dudaklarında beliriverir. Tevhidi bilinç ve direnç göstermeden ham şehadet hayalleri ile avunmak nefsanî bir aldanmadır. Hz. Sümeyye'nin tükürüğündeki tevhidi lezzeti tatmayan, Hz. Hamza'nın ciğerinden damlayan kandan tevhidi gıdasını alamayan, Hz. Hüseyin'in susuzluktan kurumuş su kırbasından tevhidi susamışlığı kana kana içmeyen ya da Hz. Ebu Hanefi'nin saltanata karşı dik duruş öğretisinin önüne hikmet ve siyaset rahlesini sermeyen birisi nasıl olurda şehadet gibi ulvî bir makamı kendisine vurgun edecektir? Tevhidi bilinç sokağının tevhidi direnç binasında İslam şehidlerine hal komşuluğu yapmayan kişinin Ukba'da cennet komşuluğunu hayal etmesi gecekondu tapusuyla boğaz yalısına sahip çıkmaya kalkışmasına benzeyecektir.

Eğer mü'minin derdi rızaı ilahiyi kazanmaksa ki mutlak öyledir Fatiha'sında "nimet verilenlerin yoluna" ayeti kerimesini okurken hücrelerine kadar ulaşacak bir tevhidi tazyik oluşturacaktır. Gazap ve dalalet ehlinin kurduğu ifrati ve tefridi ham hayallerden beri olup nimeti ilahiye ulaşmanın tek kapının şehadet olmadığını Kur'an'i bir bilgiyle bilir. Mü'min "Kim Allah'a ve Resul'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddıklar, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!" (Nisa 69) ayetiyle peygamberliğin dışındaki üç seçenekten birisine talip olur. Ya sıddık olmalıdır, ya şehid olmalıdır ya da salihlerden olmalıdır. Tevhidi bilinç ve direnç noktasında üç halinde aynı potansiyeli taşıdığını bilmelidir. Şehidler, sıddıklar ve salihler arasından seçilen nasiplilerdir. Ayeti Kerime'de şehidliğin, sıddıklıktan sonra, salihlikten evvel zikredilmesi de ilginçtir. Şehidlik, sıddıklık ve salihlik çizgileri arasında bulunan mü'minlerin içerisinden bazılarına verilmiş bir nimet ve nasiptir. Sıddıklık ve salihlik olmadan şehidliğin olması mümkün değildir. Ve şehidlik kişinin ihtiyarında olmayan bir nimettir. Ancak sıddıklık ve salihlik kişinin ihtiyari niyet ve amellerle ulaşabileceği hallerdir. O halde; mü'minin menzili rızaı ilahi ise sıddıklık ya da salihlik sınırları arasında bulunmak için gayret ve direnç halini yakalaması en istikametli yoludur. Şehadet takdir-i ilahi neticesinde gelecek ya da gelmeyecektir. Mü'min, takdiri ilahinin tecellisinden mesul olmayıp rıza-ı ilahiden mesul olduğunu unutmadan başarı, devlet, şehadet gibi nihayetleri maksadın üzerine çıkarmadan tevhidi bilinç ve gayret halinde takdiri ilahiyi sahibine bırakmalıdır. Şehadet takdiri ilahisi bazen cihad meydanında, bazen cami avlusunda, bazen mihrabta tecelli ettiği gibi kimine yirmili yaşlarda kimine yetmişli yaşlarda tevafuk eder. Önemli olan güzergâhında şehadet durağı da olan sıratı müstakim yolunda bulunmaktır.

Şehadet gerçekleri zaviyesinden görünen başka bir öğretide; şahidlik ve şehidlik kelimelerinin manalarından elde edilecektir. Şehid kelimesi şahidin mubalağa halidir. Şahidlik; herhangi bir şeye duyu organlarının biri ya da bir kaçı ile haricen vakıf olmaktır. Şehidlik ise bir şeye duyu organları ile birlikte tüm hücrelerin dahi hissedip, bedenen, ruhen, dâhilen, haricen, zahiren ve batınen vakıf olmaktır. Bu mana ile mü'min şehid olmakla hal tekâmülüne girer. Şöyle ki; kelimei şehadeti kalp ile tasdik dil ile ikrar ettiğinde ilmel yakine erer. Kelimei şehadeti bedenine ve ruhuna aksettirip pratikte tevhidi bir hayat yaşayarak aynel yakine erer. Sonra yüce tevhid davasının haklılığını canından vazgeçerek ifade eder ki bu noktada şehidlere müjdelenen vaad/ı ilahi ve nimeti ilahiye kavuşur ki bu durumda bedeni ve ruhi hissiyat ile birlikte zahiri ve batıni müşahedeye erip hariciyetten dahiliyete geçerek hakkel yakine erer. "Allah yolunda öldürülenlere "ölüler" demeyin. Bilakis onlar diridirler, lâkin siz anlayamazsınız." (Bakara 154) ayeti kerimesinde sabit olan beyan üzere aklın tasavvur edemeyeceği makamlar şehid mü' minlere Allah`u Teâla tarafından sunulur.

Allah(c.c) yolunda öldürülen mü'mine şehid denmesindeki bir başka hikmette Allahu Teâlâ'nın ismi şerifleri arasında eş-Şehid(c.c) ismi şerifinin de olmasında gizlidir. Şöyle ki; İslam'da hiçbir şey boş manalar üzerine değildir. Her ibadetin, ismin, kavramın ve her sıralamanın altında mutlaka hikmeti ilahiler bulunmaktadır. Eş-Şehid(c.c) ismi şerifi; her şeyin her an zahirine ve batınına vakıf olan yegâne ilah manasına gelmektedir. Ve eş-Şehid(c.c) ismi şerifi el-Bais(c.c)ismi şerifinden sonra el-Hakk(c.c) ismi şerifinden önce gelmektedir. El-Bais(c.c); ölüleri diriltip kabirlerinden çıkaran, el-Hakk(c.c)ise; varlığı değişmeden duran demektir. Binaenaleyh eş-Şehid(c.c) ismi şerifi ile mü'mine verilen şehidlik sıfatı arasındaki ilişkiler şöyledir: eş-Şehid(c.c)ismi şerifindeki mana Allahu Teâlâ için kemaliyet ifade eder. Şehidlik sıfatı mü'min için ise izafiyet ifade eder. Mü'min Allah(c.c) yolunda öldürülmekle tevhidin haklılığını şehidlik hali ile değil de şehidlik hali müşahede ettiği için şehitlik sıfatını elde eder. Böylelikle dirilik ve haklık arasına yerleşir. Bu da aynı zamanda el-Bais(c.c) ve el-Hakk(c.c) ismi şeriflerinin mü'minde tecelli etmesidir. Çünkü mü'min şehidlik makamına dirilik ve haklık arasında sayy ederken ermiştir. Dirilik Safa'sında şehid mü'min üç haldedir. Birincisi; Kur'an-i ifade ile kâfirler yaşayan ölüdürler. Mü'minin ehli iman olmakla yaşayan diridir. İkincisi; mü'min, ölü kalplerin dirilip nefis ve şeytan çukurundan çıkmaları için gayret sarf ederek dirilişe vesile olur. Üçüncüsü; mü'min birinci ve ikinci dirilik halinde iken şehid olup dünyevi dirilikten hakiki diriliğe geçer. Dirilik Safa'sından haklık Merve'sine geçişte mü'min beş haldedir. Birincisi; tevhidin haklılığını takdis ve ikrar eder. İkincisi; bu hakkı bizzat kendisi yaşar. Üçüncüsü; yaşadığı hakkı tebliğ eder. Dördüncüsü; hakk üzere yaşarken hakk üzere katledilince davasının haklılığını ulvi bir nihayetle ispat eder. Beşincisi; ilahi nimetlere kavuşunca kendisine vaat edilenlerin haklığını bizzat müşahede eder. İşte mü'min dirilik ve haklık arasında mütevekkil Haceri olarak sayy ederken İbrahimi bir ruh, İsmaili bir kurban oluş ile şehadete ererek şehid sıfatına kavuşur. Ve mü'min Hz. İbrahim(a.s), İsmail(a.s) ve Hz. Hacer mektebinden şunu da öğrenir; Safa ile Merve arasında gıda aranırken zemzem(durdur) umulmadık yerden minik İsmail'in topuklarının altından çıkmıştır. Yani asıl olan gayrettir. Bunun gibi şehadet hayalleri ve gerçekleri bağlamında mü'mine düşen gayrettir. Bu gayret neticesinde nasibi olanlara Allahu Teâla "demdem"i (kankan) bahşedecektir. Ütopik hayallere kapılmadan rızaı ilahinin küçük büyük her türlü salih amelde olabileceğini unutmadan tevhid üzere yaşamalıyız, tevhidî bir hayat ve ölüm için direnç göstermeliyiz. Son olarak hiçbir ameli küçümsemeden dikkatlice yerine getirmemiz gerektiğini bizlere öğreten hadis/i şerifi aktaralım. Hz. Aişe(r.anh) anlatıyor: "Resulullah(s.a.v) bana: "Ey Aişe! Ehemmiyetsiz görülen amellere karşı aman dikkatli ol! Çünkü onlar için de Allah (tarafın)dan (vazifelendirilmiş) araştırıcı bir melek vardır." (İbni Mace)

Vuslat Dergisi

Bu yazı toplam 15238 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar