Hasan Karakaya
Sanki Başbakan... Sanki İcraatın İçinden!
Gündemin başına "hangi konu"yu oturtmak gerekir?..
PKK"nın Diyarbakır Lice"de bir askerî araca "pusu" kurup 9 askerimizi şehit etmesini mi, "DHKP-C militanları"nın Adalet eski Bakanı Hikmet Sami Türk"e yönelik "suikast girişimi"ni mi, Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ"un, sadece "akredite gazeteciler"in davet edildiği basın toplantısında "2.5 saat" konuşup, "gündem"le ilgili değerlendirmeler yapmasını mı?..
Evet "gündemin başı"na hangisini oturtmalı?..
Aslında, Başbakan Tayyip Erdoğan"ın, "belediye başkanları"na hitaben konuşurken sarfettiği bir söz var ki, onu da es geçmek mümkün değil...
Tayyip Bey, "Adana seçimlerinin şaibeli olduğunu", Belediye Başkanlığı koltuğunda oturan Aytaç Durak"ın da "şaibeli bir başkan" olduğunu söyledi ki; bu "tesbit"ler dünün gündem maddeleri arasında hakettiği yeri alamasa da, son derece önemlidir ve önümüzdeki günlerde hararetli şekilde tartışılacaktır!..
AB VE SINIRDAN SİZE NE?
Ne dersiniz; "gündemi değerlendirme"ye buradan başlayalım mı?..
Düşünebiliyor musunuz;
Ergenekon Terör Örgütü"ne yönelik operasyonlarda, "savcı ve hakimleri yönlendirmek"le itham edilen bir Başbakan, "Adana"daki oy sayımı"nda şaibeler bulunduğunu söylüyor ama "tekrarlanan oy sayımının durdurulması"na müdahale edemiyor!..
Şunu demek istiyorum:
Bir "Başbakan" olarak, Tayyip Erdoğan"ın "yargıya müdahale" gücü olsaydı, ikinci sayımda, herhalde AK Parti lehine dönen Adana"daki oy sayımının devamını sağlardı!..
Demek oluyor ki;
"Yargıya müdahale gücü yok!"
Erdoğan"ın kamuoyuna yansıttığı bu "görüntü"ye karşılık, yine Ankara"dan yansıyan bir başka görüntü vardı... Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ"u televizyonlarının başında izleyenler, "Genelkurmay Başkanı değil, sanki Başbakan!.. Basın toplantısı değil, sanki İcraatın İçinden!" demekten kendilerini alamadılar!..
Kanaatlerini bu şekilde açıklayanlar, haksız da sayılmazlardı... Çünkü Org. İlker Başbuğ sadece "askerî" konulardaki görüşlerini değil, "siyasî" konulardaki görüşlerini de açıklamakta bir sakınca görmedi!.
Tabii, sadece "görüş açıklayana" değil, ilk önce "soruyu soranlara" sormak gerekir;
"Genelkurmay Başkanlığı koltuğunda oturan şahıs, nihayetinde Başbakan"a bağlı bir bürokrat değil midir?.. Başbakan emredecek, o yapacak!.. Bu konumdaki bir adama Avrupa Birliği ya da Ermenistan sınırı konusunda soru sormak abes değil midir?"
Açık söyleyeyim;
"AB ile ilişkiler, Ermenistan sınırının açılması, Afganistan"a asker gönderme" konularında gazetecilerin soru sorması ne kadar "abes" ise, Org. İlker Başbuğ"un da bu sorulara cevap vermeye çalışması o kadar abestir!.
"AB ile ilişkiler" senin neyine?.. "Ermenistan sınırı"nın açılması veya kapanması konusunda görüş açıklamak senin görevin mi?.. Bir "görüş"ün varsa, bildirirsin Başbakan"a, o da gereğini yapar!..
Ama sen; "soru sormaya bile korkan", eğer soru sorarsa, bir daha "davet edilmeme" endişesi taşıyan "akredite gazeteciler"i etrafına toplar, onların sorularına "Başbakan gibi!" cevaplar vermeye, o toplantıyı "İcraatın İçinden" programına çevirmeye çalışırsan, sorarlar adama: "Sık sık vurgu yaptığın hukuk devleti bu mu?"
Hukuk devletinde "Başbakan"ların da, "Başbakan"a bağlı bürokratlar"ın da "görev ve yetki"leri kanunla belirlenmiştir!..
Herkesi "hukuk sınırları içinde hareket etmeye" davet ederken, "Başbakancılık" oynamaya kalkışmak bir "yetki aşımı" değil midir?..
"SİZLER SORMADINIZ AMA!"
Bu arada, bir hakkı da teslim etmek durumundayız... Gerçekten de, "Org. Başbuğ"un hassasiyeti"ne teşekkür ediyoruz... Dünkü Vakit"in sürmanşetinde "Başbuğ"a 3 soru" başlığı ile gündeme getirdiğimiz 3 soruya da, Sayın Başbuğ, büyük bir açık yüreklilikle cevap vermeye çalıştı!..
Hem de,
"Akredite gazeteciler"in sorduğu soruların "hava-cıva" olduğunu, "asıl sorulması gereken sorular"ın Vakit"in gündeme getirdiği sorular olduğunu ihsas ettirerek!
Sayın Başbuğ, "netameli sorular" sorup da, o toplantılara bir daha davet edilmeme korkusu yaşayan gazetecilere; "Siz sormadınız ama!.." diyerek başladığı konuşmalarının devamında, "Vakit"in 3 sorusu"na cevap verdi.
Malûm, dün sormuştuk:
¥ 1- Merhum Yazıcıoğlu"nun helikopterini aramak için dağa çıkan iki muhabirden, Doğan Haber Ajansı muhabirini helikopterine alırken, Cihan Haber Ajansı muhabirini dağda adeta ölüme terkeden komutan hakkında herhangi bir işlem yaptınız mı?..
¥ 2- Beykoz Poyrazköy"deki askerî arazide ele geçirilen ve ancak bir kamyonla taşınabilecek silahlar, SAT komandolarının kontrolündeki o bölgeye nasıl girdi?.. TSK depolarında sayım yapıldı mı?.. Dalan, "benim değil" dediğine göre, o silahlar kime ait?
¥ 3- Asker tutukluların sağlık sorunları ortaya çıktığında sevkedilmeleri gereken yerler arasında GATA bulunmuyor... O halde bu sanıkların GATA"yı tercih etmelerinin ve kabul edilmelerinin sebebi ne?.. GATAkulli iddiaları konusunda ne diyeceksiniz?
CEVAPLAR TATMİN ETMEDİ, ÇÜNKÜ!
Sayın Başbuğ, işte bu 3 soruya "açık yüreklilik"le cevap vermeye çalıştı... "Hassasiyet"ine teşekkür etmekle birlikte, aldığımız cevaplardan tatmin olmadığımızı ifade etmek durumundayız.
¥ Çünkü bizim sorumuzun temelinde "CİHAN ve DHA muhabirleri"ne dağda uygulanan "ayrımcılık" vardı... O helikoptere DHA muhabiri alınırken, CİHAN muhabiri niye alınmadı?!?..
Biz, o gün "havanın kaç derece olduğu"nu sormadık ki!..
¥ "Dalan"ın tapulu arazisi"nde çıkan silahlara gelince... Dalan, firar ettiği ABD"den yaptığı açıklamada, "O silahlar benim değil" demişti!.. Dün, sayın Başbuğ, "Bizim de değil" dediğine göre, bu silahlar kimin?..
Öyle anlaşılıyor ki;
O silahlar, anası-babası sahip çıkmadığı için "cami avlusuna terkedilen bebek"lere döndü!..
¥ "GATAkulli" olayına gelince... Sayın Başbuğ, adres olarak Adalet ve Sağlık bakanlıklarını gösteriyor ama sadece şu kadarını sorayım:
"Levent Ersöz, Haseki Hastanesi"ne kaç asker eşliğinde geldi, GATA"ya sevk kararını nöbetçi doktor mu verdi, yoksa başka bir doktor mu ayarlandı?!?"
Tabiî, şunu da sormak lazım:
GATA"ya herhangi bir "askerî müdahale" yoksa, "Ergenekon sanıkları"nın çoğu, niye GATA"da yatıyor?!?..
YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu"nun önüne düşüp, ona "çürük" raporu çıkartmak bir "general"in görevi midir?..
Sayın Başbuğ, "Vakit"in 3 sorusu"na cevap vermeye çalışırken, "madalyonun öteki yüzü"ne de bakabilseydi, herhalde bu "sorun"ları da görürdü!..
SALDIRILARIN ZAMANLAMASI İLGİNÇ!
Haa, bu arada "askere pusu" ve "Türk"e suikast girişimi" olaylarını ve bu eylemleri gerçekleştiren örgütlerin "zamanlama"sına dikkat etmek gerektiğini düşünüyorum!..
PKK ve DHKP/C"nin "taşeron" örgütler olduğu, bu örgütlerin "Ergenekon tarafından kullanıldığı" hem inkâr edilemez, hem de "belgeli gerçek"lerden!..
İşte bu "taşeron"ların, tam da "Başbuğ"un basın toplantısı"ndan önce Bostancı"da polisle çatışmaya girmesi, "askere pusu" düzenleyip 10 anakuzusunu şehit etmesi, siyaset sahnesinden çekilen Hikmet Sami Türk"e suikast girişiminde bulunması, son derece ilginç geldi bana!..
Bana öyle geliyor ki;
Bu "taşeron"lar bazı söylem ve eylemlere haklılık kazandırmaya çalışıyorlar!..
"Eylemlerin tırmandırılmaya" çalışıldığı şu günler; "1 Mayıs provokasyonları"na ve "17 Mayıs"ta Cumhuriyet mitingleri" düzenlemeye hazırlanıldığı günler!..
Sizce de, "ilginç bir zamanlama" değil mi?..
Bu saldırılar; sanki "adrese teslim eylemler" gibi geldi bana!..
Ne dersiniz;
Bunca "yoğun gündem"in aynı güne denk gelmesi, sizce de biraz garip değil mi?..
"Biz bu filmi seyretmiştik" diyeceğim ama, "bildik oyun"lara ve "hep aynı senaryo"lara rağmen, her seferinde "zoka"yı yuttuğumuz için, "zamanlamaya dikkat" demeyeceğim!..
Nasıl olsa, kimsenin umurunda değil!..
"Akredite"lerin, hiç değil!..
Onlar, "akredite" uygulamasının "hukuki olup-olmadığı"nı sormaktan bile acizler!..
Eeee böyle olunca da;
Böyle ülkeye, böyle gazeteci!..
Böyle gazeteciye, böyle başkan!..
"İstifa"da da çifte standart!
Herhalde sizlerin de dikkatinizi çekiyor olmalı... Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu ve aynı zamanda eski bir gazeteci olan PKK"lı terörist Orhan Yılmazkaya"ya yönelik operasyonda bir polis ve bir vatandaşın ölmesi üzerine, kartel gazeteleri, "Bremen Mızıkacıları" gibi, hep bir ağızdan bağırmaya başladı: "İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah istifa etsin!.. Yetmez; Vali Muammer Güler de istifa etsin!.. O da yetmez; İçişleri Bakanı Beşir Atalay da istifa etsin!.. Çünkü, gerekli ve yeterli tedbiri almamışlar, 2 kişinin ölmesine yol açmışlardır!"
Bu "mantık"tan gidecek olursak, biz de "10 şehit"in hesabını sormalı ve "sorumlu"ları istifaya davet etmeli değil miyiz?..
Öyle ya; askerlerin geçeceği güzergâhta niye tedbir alınmadı da, 10 tane ana kuzusunun ölümüne yol açıldı?..
"Sivillere istifa çağrısı"nda bulunan "akredite"ler, acaba "askerî sorumlular"a niye "istifa" çağrısında bulunmazlar?..
O kadar "yürekli" mi değiller, "maça"ları mı sıkmıyor?