Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Şaşırtan bir propaganda şekliyle, İran seçimleri..

Dünyayı anlamaya, ona kendi ölçülerimize göre şekil vermeye çalışırken, karşımıza çıkan konulara çok keskin ideolojik, itiqadî veya fikrî çerçeveler içinde bakılmasını yadırgamamak gerek..  

Ancak, dünya o çerçevelerin içindekinden ibaret değildir.. O çerçevelere göre, tarif gereği, yok sayılan, varlığı kabul edilmeyen nice durumlar vardır ki, sosyal hayatta vardırlar ve onlar bizim dünyayı değerlendirmemizde, istesek de- istemesek de fiilî olarak etkilidirler.. Onları görmezlikten gelirsek, içinde kendimizi koruduğumuzu düşündüğümüz veya hapsettiğimiz fikrî-ideolojik veya itiqadî hücreden dışarıya çıkamamışız demektir..

Bu hatırlamadan sonra, önce Lübnan seçimlerine değinelim, sonra da İran seçimlerine..

*

Lübnan"da 7 Haziran 09 günü yapılan seçimlerde, seçim zaferi kazanacağı beklenen "Hizbullah", beklemediği bir yenilgi aldı.. Halbuki, 3 sene önce, bütün bir Güney Lübnan"ı yakıp yıkan 34 günlük siyonist İsrail bombardımanları ve diğer saldırıları karşısındaki direnişiyle ve yıkılan herşeyi yeni baştan yapmaktaki başarısıyla daha bir göz dolduran ve halkın en güvenilen bir güç odağı olarak sempatiyle bakıp gururla sahiblendiği ve yalnız Lübnan içsiyasetinde değil, hattâ Ortadoğu denge hesablarında da bir "çetin ceviz" olarak kabul edilmek zorunda kalınan Hizbullah"ın böyle bir seçim sonucu alacağı beklenmiyordu..

Ama, bu noktada unutulmaması gereken husus, bu seçimlerin "demokratik" atraksiyonlarla yapıldığı gerçeği..

Hatırlıyalım..10 yıl öncelerde, Hizbullah"ın Lübnan"da "demokratik" seçimlere katılmasının nasıl olabileceği tartışılıyor ve bu itirazlar, ancak, bazı şer"î izinlerlerle atlatılabiliyordu..

Şimdi ise, demokratik usûllerle yapılan seçimlere, hiç bir idelojik/ itiqadî tartışma yapmaksızın katılım gerçekleşiyor ve Hizbullah, karşısındaki birleşik cebheye yenik düşüyor, muhalefette kalıyor..

Hizbullah"ın karşısındaki birleşik cebhe ise, Saad Harirî"nin liderliğinde,  "14 Mart Cebhesi" olarak isimlendiriliyor..

Saad Harirî"nin tek özelliği, Refiq Harirî"nin oğlu olması..

Refiq Harirî ise, 2005 Şubatı"nda öldürülen bir eski Lübnan Başbakanı idi.. Ve 1974-90 arasındaki Lübnan İç-Savaşı"nda yakılıp yıkılan Lübnan"ın yeniden imar eden kişi olarak biliniyordu..

Ama, USA emperyalizminin has adamı olup, servetinin 100 milyar dolara yakın olduğu da iddia edilerek, Ortadoğu"nun en zenginlerinden sayılıyordu..  Onun öldürülmesine,  Batı dünyası büyük tepki vermişti.. Ve,  Bush Amerikası, Suriye"nin üzerine atmış ve bu iddia, Suriye"nin askerî güçlerini Lübnan"dan çekmesiyle sonuçlanmıştı.. 

Ama, geçtiğimiz haftalarda, Amerikan medyasında yer alan bir iddiaya göre, Harirî"nin öldürülmesi emrini, önceki Amerikan Başkanı Bush"un Başkan Yardımcısı  Dick Cheney vermiş ve böyle bir suikasdin Suriye"yi köşeye sıkıştırmak için gerekli olduğunu belirtmişti.. Bu iddianın doğru olması ihtimali hiç de zayıf değildir ve denilebilir ki, "Amerikan Ergenekonu", bu gibi cinayetleri dünyanın her yanında tezgahlar..

Şimdi.. Refiq Harirî"nin öldürülmesinin birinci meyvesi, Suriye"nin Lübnan"dan atılması olduysa; ikinci meyvesi de, Saad Harirî"nin başını çektiği "14 Mart Hareketi"nin 128 sandalyeli Lübnan Meclisi"nde 71 üye kazanması ve Hizbullah"ın ancak 57 üye çıkarabilmesi oldu.. Halbuki, siyonist İsrail saldırılarıyla, Güney Lübnan"ın tamamen yakılıp yıkıldığı 3 yıl önceki 34 günlük Lübnan Savaşı günlerinde, sergilediği yiğit direniş ve sosyal düzenlemeyle, Hizbullah"ın, Lübnan halkının gönlünü büyük çapta fethettiği düşünülüyordu...

Bu sonucun alınmasında önceden, "Eğer Hizbullah kazanırsa, Amerikan yardımlarının kesileceği"  yolundaki resmî Amerikan ihtarlarının rolü olduğu gibi, Saad Harirî"yi destekleyen Suûdi rejiminin muazzam paralar harcayarak yaptırdığı propagandaların ve "Hizbullah kazanırsa, onun da, tıpkı HAMAS gibi, Amerika tarafından terör örgütü olarak suçlanıp, Lübnan iç siyasetinin, tıpkı Filistin gibi daha bir parça-parça edileceği"ne dair korkutmaların, Lübnan halkına  "gözdağı" vermelerin de etkisi oldu..

Bu ihtimal çok da uzak değildi, üstelik.. Çünkü, Hizbullah"ın zafer kazanması demek, İran İslam Cumhuriyeti"nin Lübnan"daki etkisinin en üst dereceye ulaşması demek olacaktı..

Bu da, siyonist İsrail rejiminin, hemen yanıbaşından tehdid çok ciddî olarak tehdid edilmesi demek olacaktı.. Buna Amerika"nın sıcak bakmıyacağı açıktı.. Ayrıca,  İran"ın Doğu Akdeniz"e kadar uzanmasından, başta Suûdî olmak üzere, diğer arab rejimlerinin de derin bir tedirginlik yaşayacağı açıktı..

Ve, Filistin"de 2006 başında yapılan seçimlerde HAMAS"ın yüzde 65"le kazanmasına rağmen, Amerikan emperyalizminin baskısıyla, Batı dünyası tarafından "terör örgütü" olarak suçlanıp, yönetimden safdışı edilmesi, Lübnan"da da tekrarlanabilirdi.. Lübnan"da da, seçimleri Hizbullah"ın kazanması halinde, aynı tablonun ortaya çıkarılmayacağının hiçbir garantisinin olmadığı biliniyordu..

Bu açıdan, Hizbullah gibi Lübnan"daki en büyük sosyal ve askerî güç odağı olarak kabul edilen bir örgütün lideri olan Şeyh Hasan Nasrullah da, sonuçlar karşısında sert bir tepki vermek yerine, "seçimlerin demokratik olarak yapıldığını ve neticeyi kabullendiklerini" açıklayan bir konuşmayla, normalleşmeye paralel konuşuyordu..

"Hamama giren terler.."   kabilinden, seçimlerin ve hele de demokratik usûlün böyle handikapları, sürprizleri her zaman ve herkes için olabilir..

*

Ancak, üzerinde ideolojik açıdan düşünülmesi gereken asıl nokta, 10 yıl öncelere kadar, bu gibi "demokratik seçimler"e inkılabî bir tavırla kesinlikle karşı çıkan "inkılabçı müslüman" çevrelerin, şimdi, bu metodu tartışmak yerine, onu tamamen özümseyip, onun heyecanlı bir kabulcüsü olmaları ve bu benimseyiş anlayışı içinde, bir "demokratik seçim"in bütün gereklerini yerine getirmeleri ve sonuçlarını da, sessizce kabullenmeleri..

*

Şimdi Lübnan"dan İran"a uzanabiliriz..

Bugün (12 Haziran Cuma günü) İran"da, islam cumhuriyeti kurulduktan bu zamana kadar geçen 30 yıllık süre içinde, 10. Cumhurbaşkanlığı seçimi var..

*

Önce, terim ve isimleri doğru telaffuz edebilmek zarûreti..

 

Ancaaak, konuya girmeden, ciddî bir probleme dikkati çekmek gerekiyor..

Bu da, alfabe farkından doğan yanlış okumalar, yanlış telaffuzlar..

İran ve hemen bütün dünya, kendi öz alfabelerini kullanırken, dışarıya yönelik yazımlarda, uluslararası örfe uygun olarak, ingiliz alfabesinden faydalanıyorlar.. Sözgelimi, "millet" kelimesi, o şekilde okunabilmesi için, ingiliz alfabesine göre, "mellat" diye yazılır..

Batı dünyasına aid en karmaşım ve zor isimlerin, nasıl telaffuz edileceğini öğrenmek zahmetine katlananlar, özellikle müslüman toplumlara aid isim veya terimlere gelince, onları türkçenin yazımında kullanılan alfabedeki harflerin seslerine göre okurlar, yani "millet"i,  "mellat" diye.. Ve, "Bank-ı Mellat"i "Bank-i Millet / Millet Bankası" diye okumayı aklemezler..

Al" Baraka"nın, gerçekte, "El"Berekeh / Bereket" olduğu da düşünülemez..

Hele büyük harflerle yazılan  bazı harflerin ortaya çıkardığı komik telaffuzlar, insanı isyan ettirecek derecededir.. Meselâ, ABDULKARIM"in, Abdulkerim olduğu için azıcık bir kafa yorulmaz, öylece telaffuz edilir.. Veya Kur"an-e Karim yazısını da Kur"an-ı Kerîm diye okumayı düşünemezler.. 

Bunu her alana teşmil edebilirsiniz..

Bugünlerde, İran"da yapılmakta olan yeni cumhurbaşkanlığı seçimleri için, bazı adayların isimlerinin nasıl telaffuz edileceğinin bilinememesi de buradan kaynaklanıyor olmalı...

Medya organlarına ingilizce olarak Mahdy Karruby diye geçen yazının Mehdî Kerrubî diye okunamaması, İİC"nin Ankarada"daki büyükelçinin Behmen olan adının Bahman diye telaffuz edilmesi gibi komiklikler..

Bu durum, başlangıçta, Ahmedînejad adının telaffuzunda da karşılaşılmıştı..

Şimdi de, C. Başkanlığı adaylarından Mîr Huseyn Mûsevî adının telaffuzunda Musâvî gibi yazım ve telaffuzler terkedilemiyor bir türlü..

Halbuki, bu iki telaffuz, mâna bakımından bile tamamen farklı..

Mûsevî"de, (mim) harfinden sonra (u) sesi veren "vav" harfi vardır, ve  sonra, "sin" harfi.. Sonra yine "vav" ve sonda da, "y" harfi..

Mûsevî,  Hz. Mûsâ"ya nisbet olunan veya İmam Ca"fer-i Sâdıq hazretlerinin oğlu olan ve "12 İmam" silsilesinde "7"nci İmam"  Mûsâ Kâzım"ın soyundan gelen mânasındadır ki, İran"da Musevî denilenler, bu mânada "mûsevî"dir.. Kaldı ki, Hz. Mûsâ"nın gerçek yolundan gitmek mânasında kullanılsa da bir mahzuru olmazdı..

"Musâvî" ise, eşit, denk mânasına gelir.. Ve "mim"den sonra "vav" yoktur, "sin"e geçilir; "sin"den sonra ise,  "elif" ve sonra "vav" ve " y" gelir.. "Mûsevî"de "û" sesi biraz uzatılır, "musâvî"de ise, (â) sesi..

Yani, mâna farklılığı gibi, yazılışta ve telaffuzda da temel bir farklılık vardır..

*Şimdi geçelim, bugün yapılacak olan seçimlere..

*

İslâm"ın, "şûrâ / istişare"  emri, demokrasi ile de karşılanabilir mi?

 

İslam Cumhûriyeti"nin kuruluşunda, halkın rey ve iradesinin sorulup alınmasının, genelde meşruiyyet / şerî hükümler  dâhilinde, halk ile istişare/ meşveret yapılması çerçevesi içinde değerlendirilebileceğine dair görüşler asıl idi.. Ve bu durum, Şûrâ sûresindeki, "Onların işleri, aralarında şûra/ istişare/ danışma iledir.." mealindeki 38. âyete dayandırılıyordu.. (Bu satırların sahibi de İslam Cumhuriyeti"ndeki seçimlerin bu mânaya riayet için yapıldığı görüşteydi, hâlen de o kanaatini korumak istiyor..)

Ama, hem Ahmedînejad"ın seçildiği geçen (2005) seçim döneminde ve hem de hele bu  seçim döneminde propagandalarda takib olunan usûllerin "adâlet, ahlâk ve insaf " sınırlarına ne kadar uygun olduğu, tartışmalı bir noktaya gelmiştir.. Çünkü, yapılan propagandalar, meşrû" (şer"î usûllere riayet olunarak), halkla yapılan bir "meşveret"ten çok, tıpkı "demokrasi"lerdeki gibi, iktidarı ele geçirmek için, âvam"ı/ halkı kandırmak dâhil, her yolun ve her şeyin mübah sayıldığı gibi bir anlayış kendini gösteriyor..

Bununla, rakib adayların herbirinin, birbiriyle, ikili olarak, daha çok B. Amerika"daki başkanlık seçimleri öncesinde görülen televizyon tartışmaları yapmalarını yadırgadığım sanılmasın.. Bu, tersine, çok da ilginç idi, ve ahlâkî çizgiler korunabilseydi, daha da güzel olabilirdi.. Ama,  öyle olmadı ve  töhmetler, iftiralar, yalancılıkla suçlamalar gırla gitti..

Bu hususta, en fazla falsolu davranan, yazık ki, Ahmedînejad oldu, bu tarz suçlamaların kapısını o açtı.. Halbuki, Ahmedînejad"ın internet sitesinde "bu seçimlere niçin girdiği"ne dair, seçim kampanyası öncesinde sâkin kafayla yazdığı anlaşılan yazıda, "maksadının ilahî hedeflere hizmet olduğunu, sırf, rıza"y-ı ilahî"yi kazanmak ve sorumluluktan kurtulmak için namzed olduğunu" bildiriyordu..

Üstelik de, rahmetli İmam Khomeynî"nin vefatının 20. yıldönümü akşamı, 3 Haziran 09 akşamı, 4 yıllık bir cumhurbaşkanı Ahmedînejad, 1981-89 arasında 8 yıl başbakanlık yapan ve ondan sonra 20 yıldır gözlerden ve siyasî faaliyetlerden uzak, sâde bir hayat yaşayan ve saçları beyazlaşmış bir Mir Huseyn Mûsevî  ile münazara masasına oturduğunda, öyle laflar etti ki, şaşırmamak elde değildi.. Çünkü, söylediklerinin İmam Khomeynî"nin itimadını derinden kazandığı bilinen  Mûsevî"yle direkt ilgisi yoktu ve sadece Mûsevî"yi destekledikleri bilinen bazı isimleri ağır şekilde suçluyordu.. Bu isimler, İmam Khomeynî"nin en yakın çalışma arkadaşlarından ve İslam İnkılabı"nın aslî erkânından olan eski cumhurbaşkanı  Hâşimî Refsencanî ile İslamî Şûrâ Meclisi eski başkanlarından Nâtıq Nûrî" idi.. Ahmedînejad, bu iki ismi ve onların oğullarının servetlerini ve yaşayış tarzlarını ağır şekilde eleştiriyordu... "Halk, birileri sevret-u sâman yığsın diye qıyâm etmedi.." diyordu, özetle.. Ve gerekirse, bazı yolsuzluk dosyalarını açabileceğini söylüyordu..

Halbuki, 4 yıldır işbaşında olup, varlığından sözettiği bu gibi dosyaları şimdi bir koz, tehdid veya şantaj olarak kullanması, son derece yanlıştı.. 

*

İslam İnkılabı"nın 30 yıllık geçmişiyle bir tasfiye-i hesab dönemi mi?

 

Ama, bunların Mûsevî"yle ne ilgisi vardı? Ve sâde yaşayışı sadecec İran"da değil, bütün dünyada bile bilinen Ahmedînejad"ın, 4 yıl boyunca bu konuda bir usûlsüzlük var idiyse, niye bir şey yapmamıştı? Bu suçlamalar, Ahmedînejad"ın tarafdarları ve de ortadaki bazı kimseler üzerinde derin etkiler yapmış olabilir.. Çünkü, İran"da, 30 yıldır hiç bir resmî kişi, Refsencanî"ye böylesine açık suçlamalar yapamamışken, işte şimdi Ahmedînejad, hem de cumhurbaşkanı olarak onu ve diğerlerini ağır şekilde suçluyor ve âdeta, 30 yılın kapalı dosyalarını açmaya çalışan bir halk kahramanı gibi davranıyordu..

Ama, bunların Mûsevî"yle direkt bir ilgisi yoktu.. İlgi, sadece, Refsencanî"nin daha çok Ahmedînejad dışındaki adaylara daha yakın durması idi..

Bu arada, Ahmedînejad"ın suçlamalarından, kendin önceki cumhurbaşkanı Muhammed Khatemî de nasibini alıyordu.. O Khâtemî  ki, dünyada, en karşıtları üzerinde bile saygı uyandıran, bir siyasetçi olarak değil, bir mütefekkir, bir ahlâk hocası olarak itibar görmüşken, onun da ülkeyi dışarda iyi temsil edemediğini iddia ediyordu, Ahmedinejad..

Mûsevî, bu suçlamalara karşı, "ben burada bulunmayan ve kendilerini savunmak durumunda olan şahsiyetlerin savunmasını yapmak durumunda değilim.." diye, bu saldırıları savuşturdu..

Esasen, Mûsevî, halkın hâfızasında efendilik sembolü, genç, olgun bir başbakan olarak kalmıştı.. Ama, Ahmedînejad, daha sonra, "Yanınızdaki hanım, doktorasını tamamlamadan, rektör bile olmuştur.." deyince, baltayı taşa vurdu..

Ahmedînejad"ın sözünü ettiği hanım, bizzat Mûsevî"nin refikası olan, yazar -şaire Zehra Rehneverd  idi.. Mûsevî o zaman bile sukûnetini muhafaza edebildi.. Ama, böylece sosyo-politik sahneye Zehra Rehneverd daha güçlü bir şekilde çıktı..

Bugün, İran"da, çok büyük bir hanım kitlesi, bir anda Zehra Rehneverd"in etrafında kenetlenmiş durumda.. Ve son 30 yıl boyunca görülmemiş bir şekilde,  60 yaşlarındaki bu hanım, miting meydanlarında, eşinin yanında ateşli konuşmalarıyla, belli bir kesimi harekete geçiriyor..

Hâşimî Refsencanî ise, 9 Haziran günü, İnqılab Rehberi Âyetullah Seyyid Ali Khameneî"ye hitaben yayınladığı açık mektubda, cumhurbaşkanı Ahmedînejad"ın kendisine, aile şerefine yönelik olarak yaptığı saldırıların, iftiraların, bühtanların kesinlikle araştırılmasını ve gerekenin yapılmasını istiyordu..

Bu durumda, İnqılab Rehberi"nin işinin epeyce çetin olduğu tahmin edilebilir.. Çünkü bir tarafta tercih ettiği söylenen bir cumhurbaşkanı; karşısında ise, inkılabın 30 yılının en seçkin isimlerinden birisi..

*

Ama, yine de diğer adaylar, bu saldırgan uslûbu pek benimsemediler..

Sadece Mehdî Kerrubî, biraz sert ifadeler kullandı; ve hattâ televizyonda, Ahmedînejadyalancılıkla suçladı.. Bu, sanırım, İran"da bir cumhurbaşkanı"nın yüzüne karşı, toplum huzurunda ve etkili bir siyasetçi tarafından yalancılık suçlaması yapılmasının ilk örneğini oluşturuyordu, herhalde..

Mehdî Kerrubî, İmam Khomeynî"nin yakın çalışma ekibinden.. Yıllarca (Şehidler Vakfı) "Bunyâd-ı Şehîd"in Başkanlığını, Hacc Sorumluluğu"nu ve de İslamî Şûrâ Meclisi Başkanlığı"nı yaptı.. Kendisi, "Huccet"ul-İslam" sıfatını taşıyor.. Etrafında, Abdulkerîm Surûş gibi, daha çok, "liberal" diye nitelenebilecek tipler bulunuyor.. (Surûş"un, kendisini seçimlere çokça kaptırıp, Mûsevî"ye bile, çok ağır açık mektublar yazdığını hatırlatayım..)

Ama, gerek Mir Husyn Mûsevî ve gerekse Muhsin Rızaî, seçim kampanyası boyunca, ölçüsüz konuşmalara tevessül etmediler..

Hele, 8 yıllık İran- Irak Savaşı"nın son 7 yılında İnkılab Muhafızları Ordusu"nun serdarlığını, genel komutanlığını yapan Muhsin Rızaî, beklenenin tersine, en olgun tartışmaları yapan simâ olarak sivrildi.. Ama, halk tabanı bulması epeyce zor güzüküyor.. 

*

İran"ın, bu zamana kadar görmediği bir kampanya..

 

Bu seçimde, İran kamuoyu, sanırım, bu  zamana kadar görülmemiş bir seçim kampanyası yaşadı.. Muazzam propaganda harcamaları yapılıyor.. Ve Musevî, "yeşil" rengi sembol olarak seçince, Ahmedînejad da, İran bayrağındaki "kırmızı beyaz ve yeşil" üçlü renk terkibini sembol olarak seçti ve meydanlar, caddeler, sokaklar hemen bütün İran"da her tarafı kapladı..

Müzikler, seçim marşları ve şarkıları, klipler, internet yayınları.. Hattâ, Batı"lı yayınlar bile,  İran"daki bu seçimleri "karnaval"larına benzettiler.. Bu, hiç de  övünülecek bir şey değil..

Ayrıca, medyada da acaib tartışmalar oluyor.. Bu arada, İslam tarihine göndermeler de dikkati çekiyor..

Geçen hafta bir İran gazetesi;  Ahmedinejad"ın rakiblerinin âkıbetinin Yezid"lerin âkıbetine benziyeceğinden sözediyordu.. Aynı gazete, 9 Haziran günü de, Ahmedînejad"ın rakiblerini (Hz. Ali- Muaviye İhtilafı"nda, Hz. Ali"nin hakemi olarak vazifelendirildiği halde, yaşlılığından dolayı kandırılıp, Hz. Ali"yi derin sıkıntılara uğratan) Ebû Mûsâ El"Eş"arî"ye benzetiyordu..

Bu gazete, 1997"de, Muhammed Khâtemî"nin, oyların yüzde 70"ini alarak seçildiği 1997 seçimleri öncesinde de, "seçimleri Khâtemî"nin kazanması halinde, Amerika"nın kazanmış olacağı ve İslam İnkılabı"nın ruhuna fâtiha okunacağı"ndan öylesine ateşli bir şekilde sözediyordu ki,  o yayınların sorumlusuna, "böyle bir yayının yanlışlığı ve yarınlarda Khâtemî"nin seçilmesi halinde, ülkenin cumhurbaşkanına karşı sıkıntılı bir durumla düşüp düşmeyeceklerini hesab etmeleri" -bu satırların sahibince- hatırlatıldığında, "Evet, haklısın, ama, biz şimdi arabanın altına düşmüş adamın canını kurtarmaya çalışıyoruz.." cevabını vermişti..

Ve Khâtemî seçildi, ve üstelik iki dönem.. Ama, dünyada İİC"ne itibar kazandırmaktan, düşmanları üzerinde bile saygı uyandırmaktan öteye bir durumun çıkmadığı, ortada..

*

Ve henüz bir ay öncelerde, seçimin favorisi olarak Ahmedînejad gösterilirken, şimdi durum sanki dengelenmiş gibi.. Ahmedînejad ile, Mûsevî arasında geçeceğe benziyor, asıl rekabet..

Ben rekabet diyorum, ama, tekrar ediyorum, Ahmedînejad, dışsiyasetteki gerilim siyasetini iç siyasete de taşıdı ve kendisine de, halkla yapılan meşveret uygulaması olarak nitelebilecek seçim kampanyalarına da,  kin, tahrik, bühtan ve -hattâ-, "aslında benim rakiblerimin zindana atılmaları gerekir.." gibi tehdid argumanlarını soktu, iktidar için her şeyin mübah sayıldığı demokratik atraksiyonların yolunu açtı..

O böyle yapınca, halk kitlelerinin, nasıl davranacağı da tahmin edilebilir.. ..

 

Bugünkü seçimlerde ne olabilir?

 

46 milyon seçmen.. Genç bir kitle.. İşsizlik oldukça yüksek.. Gerçi borcu olmayan bir ülke.. ama, imkanlarını seferber etmekte çok başarılı olduğu söylyenemez.. Savaş sonrasında Refsencanî"nin başlattığı "yeniden yapım"ın ötesinde, toplumun hayatında hissedilecek şekilde fazla bir şey yapılmış değil.. Ekonomi hâlâ da tabiî rayına oturmuş değil.. Enflasyon, resmî rakamlara göre yüzde 25.. Petrol fiyatlarının son yıllarda korkunç şekilde artması, Ahmedînejad"ın elini açtı.. Taşraya, köylere, küçük şehirlere büyük yardımlar yaptığı ve onun için, taşrada çok desteklendiği biliniyor.. Ancak, bu yardımlar yapılırken, taşraya, "tutulan balıkları vermek yerine,  balık tutma yönteminin öğretilmesi" gerekirken, bunun yapılamadığı iddiası üzerinde de durmak gerekiyor.. Öte yandan, İran"da 75 milyon nüfusun yüzde 70"inin, üçte ikisinin şehirlerde yaşadığı de unutulmamalıdır..

Bu arada, İran"ın nükleer teknoloji yolundaki çalışmalarını dış dünyaya gürültülü bir şekilde yansıttığı için, bu çabaları Ahmedînejad"ın yaptırdığı havası etkili olabilir, kitleler üzerinde.. Ama, bu konunun İİC tarafından 30 yıldır takib olunan bir proğram olduğu hatırlatılınca, eski  etkisi kalmadı sayılabilir..

Öte yandan, Amerikan Başkanı Barack Huseyn Obama"nın mesajlarının, 30 yıldır alışık olunmayan bir ılımlılıkta olması hasebiyle, İran halkı üzerinde de ilgi uyandırdığı ve onun, emperyalistçe bir tutum takınmadığı izlenimi uyandıracak şekilde, İran"a el uzatması, gerilim siyasetini sürdürmeye kodlanmış bir Ahmedînejad"ın hareket alanını kısıtlayabilir..

Eğer, bugünkü seçimin sonucunda, Ahmedînejad, yüzde 50"yi aşarsa, mes"ele yok.. Bu, tamamen ihtimal dışı da değildir.. Onun kazanması durumunda, diğer rakibler ve onların tarafdarlarının bir problem oluşturması beklenmez..

Ancaaak,  eğer Ahmedinejad kılpayı kaybederse, tarafdarlarının kontrol edilmesinin zorlaşabileceği unutulmamalıdır.. Çünkü, 30 yıllık bir geçmişle hesablaşmaya hevesli tahrikçilerin devreye girmesi ihtimali vardır.. Ve asıl gücünü taşradan aldığı anlaşılan Ahmedînejad"ın da önlemeye yetmiyeceği gerilimli durumlar ortaya çıkabilir.. Çünkü, o kitleler Ahmedînejad tarafından o derecede gerilimli bir duruma getirilmiş bulunuyor..

Bugünkü seçimde yüzde 50"yi hiç bir aday aşamazsa, bir hafta sonra yapılacak olan seçimde, en fazla yüksek oyu alan iki aday arasında yapılacak olan ikinci merhale seçimde, Mir Huseyn Mûsevî"nin kazanma ihtimali artabilir..

Ne var ki, kim kazanırsa kazansın, bu seçimlerin yöneticilerin seçimi konusunda, halk kitleleri ile, İslamî mânada yapılan bir meşveret yöntemine iyi bir örnek olmaktan epeyce uzak olduğunu, tipik bir demokratik mahiyet gösterdiğini üzüntüyle tekrar vurgulamak gerekiyor..

*

Kurulması için yüzbini aşan kurban verilen ve 8 yıllık savaşta da yüzbinlerce kurban verilerek korunan İran İslam Cumhuriyeti"nin; bu seçimlerden zarar görmeden çıkması ve "iktidar için her yolun mübah sayıldığı" anlayışların bir daha hayat bulamaması temennisiyle..

haksöz

Bu yazı toplam 3349 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar