Selâhaddin Çakırgil
‘Savaşçı’ anlayışlara, sadece aynı söylemlerle mi karşı çıkılır?
(Okuyuculara bir hatırlatma: Yazılarım, bundan sonra, Çarşamba, Cuma, Pazar ve Pazartesi günlerinde olmak üzere haftada 4 gün yayımlanacaktır, inşaallah..)
***
40 yıl öncelerde, Pakistan’ın Peşaver şehrindeyim.
‘Fakirâbâd’ denilen ve tam da ismiyle müsemmâ olan bu semtte, bir mekâna götürdüler. Sovyet Rusya’nın işgali altında inleyen Afganistan’daki mazlûm halkın yardımına koşmak ve o menhus Komünist İmparatorluğu’nu o Müslüman ülkesinden kovmak niyetiyle verilecek savaşta yer almak için Türkiye’den kalkıp Afganistan- Pakistan sınırındaki bu güzel şehre gelmiş bir kısım gençlerle karşılaştım..
6 ayı geçen bir zamandır o mekânda bekletildiklerinden yakınıyorlardı. Sıkılmışlar, bunalmışlardı.
Hiçbir eğitim ve sportif faaliyet de görmeksizin, sadece, savaşmak için cepheye gönderilecekleri günlerin haberini bekliyorlardı. Halbuki, bırakınız silah tâlimlerini; Afganistan dağlarının sarp-dik yamaçlarına tırmanacak en basit eğitimleri bile yoktu.
Buna rağmen, benim bir etkimin olabileceğini sanarak, ‘abi, biz buraya yatmaya değil, savaşmaya geldik.. Rabbanî’ye mi, Ahmed Şah Mesud’a mı, Hikmetyar’a mı olur; söyleyin de, bizi bir an evvel cepheye göndersinler..’ diyorlardı.
***
Onlara, ‘Arkadaşlar, bizim keyfimiz için cephe mi açılsın yani?’ diye sorduğumda sağlıklı ve mantıklı bir cevap veremiyorlardı.
Niyetleri hâlisti, ama, bu yeterli miydi?
Bir saldırı harekâtı planlandığında onlardan bazıları cephelere gönderilmişlerdi. Ama, onlardan bazılarının, savaş uçaklarının ağır bombardımanları altında kendilerini kaybedip, çıldırmış bir halde çığlıklar atarak vâdiler boyunca kaçıştıklarını sonraları öğrenmiştim.
***
‘Savaşı istemeyin, geldiğinde de kaçmayın!’ diyen bir Peygamber’in ümmetiyken..
Bunu niye mi anlattım?
Bugün de bazılarının ‘savaş delisi’ haline geldikleri görüldüğünden..
‘Savaşmayı unuttuk..’ diye hayıflananlara müjde verilebilir.
Özellikle de İran lideri Seyyid Ali Khameneî’nin sınırötesi operasyonlar başkomutanı Suleymanî’nin, Trump’ın emriyle öldürülmesinden sonraki son 15-20 gün içindeki yayınlara baktığımda, birilerinin Trump’tan daha geriye düşmemek istercesine, en sert düşmanlık laflarını dile getirdikleri görülüyor. Halbuki, Suleymanî’nin uyguladığı siyasetler yeni olmayıp, Irak’da, Suriye’de, Yemen ve Afganistan’da yıllardır devam ediyordu.
Onun yanlışlarının farkına, Trump’ın işaret etmesinden sonra varılması daha küçük bir yanlış değil..
***
Hele bazı yayınlar var ki, İran’ın, mutlaka bertaraf edilmesi gereken ‘en büyük düşman’ halinde oturtulmuş bir anlayışla baştan sona, doğru-yanlış yazılarla dolu.. ‘Bu en büyük düşman’ın bir an önce yokedilmesini telkın etmeye çalışıyorlar..
Evvelki akşam Fatih’te bir mütevâzı çayocağında sohbet ederken, bir prof. dostum, bir derginin son sayısını verdi. Baştan sona, İran düşmanlığı konusunda dehşet uyandırmak niyetiyle yazıldığı her sahifesinde kendisini haykıran yazılarla doluydu. Sanırsınız ki, dünyada; ‘tek düşman, İran’ idi.
Üstelik de bu gibi ateşli yazıları yazanlar, İran’ın niye Müslüman olmayanlarla savaşmadığından yakınanlar olup, kendilerinin de aynı duruma düştüklerini göremiyorlar. Hezeyanın da ötesinde yazılar..
O yazılarda, hattâ, İmam Khomeynî’nin İran’a 1979 başında, CIA ve emsali istihbarat öğütleri eliyle özel olarak gönderildiği gibi iddialar bile var! Yani, 40 yıl önce Şah’ı deviren, on milyonların ‘Allah’u Ekber!’ feryadları değil; ‘Amerika Ekber’ idi denilmek isteniyor.
***
Düşünce ve ideolojiler, bağlılarının öldürülmesiyle söndürülemez!
Bu gibi yayınlar, ancak bir savaşa karar verilmesi öncesinde veya devam ettiği sıralarda, bertaraf edilmesi, yenilgiye uğratılması düşünülen düşman tarafa karşı savaşan güçleri, derin ve asla uzlaşma kabul etmeyecekmişçesine kararlı bir savaş verilmesi gerektiğine inandırmak için derin bir nefretle doldurulması için hazırlanır. Çünkü, savaşa katılan güçler ve onların gerisindeki destek güçleri böylesine bir derin nefretle harekete geçmezlerse, savaş, ‘Hele biraz savaşalım da, karşı taraf belki geri çekilir veya bizi uzlaştıracak birileri olur..’ düşüncesiyle sürdürülemez ve öyle savaşlar baştan kaybedilmiş demektir. Evet, savaş, çelik-çomak ya da dijital teknoloji cihazlarında sunulan sanal savaş oyunları değildir.
***
Daha da ilginç olan şu ki, İran medyası da önce Usâme bin Laden‘in; sonra da Ebûbekr Bağdadî ve arkadaşlarının Temmuz-2019 başında ve 4 ay öncelerde de Usâme bin Laden’in oğlu Hamza’nın Amerika tarafından öldürüldüklerinin USA tarafından büyük zafer havası içinde açıklanmasından sonra memnuniyet duygularını dile getiren yazılara yer vermişlerdi.
***
Müslüman topraklarını daha bir kana bulayacak olan bu gibi savaş çığırtkanlıkları ve düşmanlık pompalamalarından medet umanlar, umulur ki, akıllarını başlarını alırlar.
Unutulmamalı ki, öldürmeye gücümüz yetiyorsa, düşman ideolojileri etkisiz hale getirmeye çalışmalıyız; ama, onlara bağlı olanları öldürmeye öncelik vererek değil..
***
Bir de NOT: Dijital âlemde, hele de bugünlerde bir takım ilginç ve gerçekte ise gülünç videolar tedavülde.. Bunlardan bir çoğu da İran’la ilgili.. İran’dan kaçmak zorunda kalmış bazı maharetli kimselerin, dışarıda çok başarılı olarak yaptıkları öyle sahneler var ki, gerçek zannedilebiliyor. Meselâ, 3 sene önce vefat eden Hâşimî Refsencanî için Khameneî’nin ve yüksek komutanların da katıldığı bir anma toplantısında okunan ağıtlarla ustaca oynanarak hazırlanan bir video bunlardan birisi..
Seyredenler, gerçek zannediyorlar, hele de farsça bilmiyorlarsa.. Ve hükmü hemen verip, ‘Yahu, bunlar sapık.. Sapık oğlanların her tarafını oynattığı böyle ağıt mı okunur?’ diyorlar. Halbuki, o toplantıda okunan ağıtların yerine, başka sözler yerleştirilmiş ve, ‘Hâşimî Cehennem’de bizi bekliyor.. Haydi biz de gidelim..’ gibi lafların da bulunduğu sözler bunlar..
Bunu da, oyuna gelenler için not etmiş olalım.