Selâhaddin Çakırgil
’Savaşmama’ İradesine Sarılmak, Tetiğe Sarılmaktan Daha Zor..
Ülke, iki yılı aşkın bir süredir, ‘karşılıklı olarak silahla konuşmak çıkmazı’nda bulunanlardan uzak bir halde.. Bu, en azından iki tarafın da çıkış yolunu silah dışındaki bir yerde aramak gerektiği noktasına gelmiş olmasının bir göstergesidir. Bu, gerçi taraflara zor gelir. Çünkü, tetik çekmekten meded umanlar açısından, geriye dönüşü pek olmaz. O durumda asıl hedef haline konulan şey, karşı tarafın imha olunması, yok edilmesidir. Tabiatiyle, böyle bir mücadeleye atılan, öldürmeyi olduğu kadar, öldürülmeyi de daha baştan kabullenmiş olmalıdır. O da tam bir çaresizlik halidir ve o ruh hali içinde olan bir kişi veya toplum, bir alternatifsizlik girdabındadır.
Evet, silahlar susunca, bazıları çok büyük beklentiler içinde olabilir ve olmuştur da.. Kimileri de hayatları sönen sevdiklerinin acısını daha bir derinden yaşarlar, ve kimileri ‘boşa mı öldüler?’sorusuna sarılır, kimisi de, ‘keşke bizimki de yaşasaydı..’ hayıflanmasına..
İnsan, kendisini her iki durumda da bir dipsiz kuyuda bulabilir.
Asıl korkunç olan ise, ellerin yeniden tetiğe gitmesinden başka çarenin kalmadığı noktasına varılmasıdır. O durumda çaresizlik ve sıkıştırılmışlık hâlet-i ruhiyesi içindeki savaşçıların nasıl bir canavara dönüşeceği tahmin edilebilir. Silahtan el çekmek noktasına gelenlerin tekrar silaha döndürülmesi sağlanırken, zoraki bir barış dayatması görüntüsünden de kaçınılmalıdır.
Unutmamak gerekir ki, bir kişi ya da toplumun bir mücadeleye, savaşa zorla, istemiye istemiye sürüklenmesi elbette ki ağır bir durumdur, ama neticede o kişi veya toplumun elinde, elverişsiz olmasına rağmen, elinde yine de kendisini savunabilmek imkanı vardır. Zoraki bir barışta ise, öyle bir imkân da yoktur. Çünkü, zorla kabul ettirilen bir barışta, kişi /toplum artık silahtan tecrid edilmiş, arındırılmış ve kendisini savunmak hakk ve imkânından mahrun edilmiştir.
Sokağın kurtarılması ve özgürleşmesi nasıl sağlanacak?
Bu bakımdan, her ne pahasına olursa olsun barış değil, tarafların birbiriyle savaşmaksızın ve karşılıklı haysiyet ve taleblerin gözönünde tutulduğu, adâlete dayalı bir barış..
Şimdi, toplumun hemen her kesimi o kör ve kirli savaşın havasından epeyce uzaklaşmış bulunuyor. Bu durumu anlatmak için, Şırnak’lı bir babanın, gelinen noktayla ilgili memnuniyetini ifade etmek isterken, günlük hayatın içinden çok önemsiz gibi bir noktayı söylemesi ilginçti..
‘İki yıl oldu, çocukları, oynamaları için sokağa bile gönderebiliyoruz artık. Halbuki, gece-gündüz hiç beklenmiyen bir anda silah sesleri gelmeye başlayınca çocuklarımızı evlerin içinde bile nasıl koruyacağımnızı bilemiyorduk ve düşünebiliyor musunuz, bazı çocuklar korkudan altlarını ıslatıyorlar ve sonra da utanıp ağlıyorlardı..’ diyordu o baba..
Evet, 7-8 yaşındaki çocukların yaşadığı ağır psikolojik trauma’yı düşünebiliyor muyuz? Ya da, bir dostun, ‘Artık yollarda ikide bir jandarma kontrolü yapılmıyor. Üzerinize çevrili namlunun ya da tepenize inecekmiş gibi duran dipçiğin korkusu yok.. Hele de ailenizin efradı yanınızdaysa öyle bir ağır geliyor ki.. 100 km.lik bir mesafeye giderken bile , ikide bir durdurulup 5-6 yerde jandarma kontrolünden geçmek yok artık..’ derkenki huzurlu halini..
*
Düşünelim ki, insanlar evlerine diledikleri mikdarda şeker, un, pirinç, et, yağ vs. bile götüremiyorlar ve askerî kontrol bölgelerinde aile nüfusuna göre fazla görülenler ellerinden alınıyordu. PKK elemanları gelip o fazla gıda maddelerini kendi ihtiyaçlarını karşılamak için alabilirlerdi. Bu durumda askerin mantığı da kendisine göre yanlış sayılamazdı.. Çünkü, sonunda ölüm var..
Hangi tehlikeli badirelerden geçildiğini anlamak isteyenler, karşılıklı olarak tarafların tam bir öldürme ve karşı tarafı yoketme histeri krizine kapıldığı 1992-95’leri ifade etmek üzere, daha sonraları, ‘düşük profilli iç savaş’ nitelemesinin yapıldığını hatırlayabilirler.
*
Bu durumda, barışı kurmak, tekrar edelim, silahlı mücadeleden çok daha çetindir.
Nitekim, her iki taraf da hem barış yapmak isteyecekler ve hem de kendi cenahlarına, savaşmama iradesini bir zaafiyet içinde kabullendikleri gibi bir mesaj vermemek için olanca dikkatlerini göstermek zorunda...
Doğrudur ki, devlet, bir zaafiyet işareti vermemek zorunda.. Aksi halde, sosyal örgüde bir zaafiyet duygusu kendisini hissettirirse, çözülmenin çorap söküğü gibi nerede duracağı kestirilemez ve barış kuralım derken, sahnenin çökmesi ve barış için yola çıkanların sahnenin altında kalması gibi bir tablo da ortaya çıkabilir.
Buna rağmen, ‘Bu konunun halli için ben gerekirse hayatımı ortaya koyarım..’ diyen bir Tayyîb Erdoğan, bu zamana kadarki siyasi liderler arasında, herhalde hiçbir liderle mukayese edilemiyecek derecede kendi inanç temellerinden beslendiğinden, geniş kitlelerce daha bir inandırıcı bulunuyor, denilebilir..
‘Biz kazandık’ yerine, ‘hep birlikte kazandık..’ diyebilmek..
Karşı tarafta ise, hem PKK ve hem de onun sosyo-politik zeminlerdeki uzantıları olan HDP gibi partiler ve KCK veya benzeri oluşumlar ya da bir takım STK görünümlü kurumlar da, bu neticeyi bir zaafla değil, kendi direnişleriyle elde ettiklerine tarafdarlarını inandırmak isteyecekler. Aksi halde kendi içlerinde mücadele metodundan doğan ihtilaf ve bölünmeler kaçınılmaz olur; ‘ Şahinler ve Güvercinler gibi.. Bu bakımdan, konunun zorluğu ortada.. Nitekim, PKK’nın dağ kadrosu olarak isimlendirilen Kandil Dağı’ndakiler silah gücünü ellerinden çıkarmamak dikkatlerini korumaya çalışıyorlar. A. Öcalan ise, Türkiye ile birlikte daha anlayışlı bir çizgideymiş gibi bir görüntü veriyor. Unutulmamalı ki dünyadaki iç-savaş krizlerinin önlenmesi de uzuuun yıllar müzakereleri gerektirmiş ve hep son derece hassas, bıçak sırtı merhalelerden geçmiştir.
Kaldı ki, bu konu sadece iki taraf arasında varılacak bir anlaşmadan ibaret değildir. Ortadoğu’da etkili ve söz sahibi olmak isteyen ve de Türkiye’yi de tökezletmek isteyen yığınla devletler , örgütler, güç odakları da tabloyu karıştırmak için ellerinden geleni yapacaklardır. Ayrıca, Türkiye iç siyasetinde bile, silahlı çatışmayı kesin bir zaferle taclandırmaktan söz eden muhalefet partilerini tahrikleri hiç de küçümsenecek cinsten değildir.
Konuyu ‘Biz kazandık!’ gibi karşılıklı güç ve gövde gösterine dönüştürmeden, insan hayatının azizliğini korumayı, insanı kurtarmayı ve yüceltmeyi hedef alan bir anlayış çerçevesinde.. Hiç bir ırkı, etnik unsuru aşağılamadan ve yüceltmeden.. ‘Hep birlikte kazandık..’ diyebilmek..
Adâlete dayalı barış için hepimize sorumluluk düşüyor, müslümanlar olarak.. Çünkü asıl kurtarılacak ve kazanacak olan şu veya bu rejim veya güç odağı değil, müslüman halkın kardeşliğidir.
haksöz