Selâhaddin Çakırgil
‘Seçim’li sistemle yönetilmek elbette tercih şayandır!
Müslüman coğrafyalarındaki ülkelerin pek çoğunda yazık ki, seçim diye bir şey yok. Ya da iktidarı silah veya servet gücüyle ele geçirmiş hanedanlar veya kadrolar, daha sonra o durumlarını korumaya alacak şekilde göstermelik seçimler yapıyorlar, Mısır, Sudan veya Cezayir’de olduğu üzere.
Ama hiç değilse Malezya, Endonezya, Pakistan, Nijerya, Tunus gibi ülkelerde seçimler yapılırken, Müslüman halkın zihnine kesin ideolojik zencirler vurulmuyor, en azından şimdilik.
Halkı Müslüman olmayan ülkelerdeki tabloda da benzer durumlar varsa da onlar konumuz değil.
***
Bizde ise bir kısım ıslah çabaları varsa da, 100 yıla varan resmî ideoloji tahakkümünün halkımıza vurduğu zencirlerin hâlâ da kırılamamış olması hatırdan çıkarılmamalıdır.
Ama seçimlerin yapılabilmesi, seçim usûlünün seçilebilme yolunun açılması ve bunun bir gelenek ve kültür haline gelmesi, seçimsiz ve dayatmacı yönetimler altındaki Müslüman toplumlara göre daha hayırlı bir gelişme olarak görülmelidir.
***
Her ne kadar mahallî seçim denilse de, sonuçları itibariyle bir Genel Seçim havasında geçen ve sonuçları itibariyle sadece iç siyaseti değil bölge dengelerini ve dış siyaseti de etkileyeceği açık olan dünkü seçimlerin sonuçları, bu satırların yazıldığı sırada henüz kesinleşmemişti.
Şu kadarını belirtelim ki, ‘fakir’ kendi reyinin rengini açıkça söyleyerek, baştan beri şunu söylemeye çalıştı: ‘Seçimlerde, herkes kendi inancına veya ideolojisine en yakın kim varsa onu desteklesin!’
***
Bazıları ise bir takım yanlışlara dayanarak, ya seçimlere katılmayacaklarını açıkladılar, ya da, ‘Kim olursa olsun, yeter ki iyi, doğru, faydalı ve adâletli işler yapsın, isterse ateist olsun!.’ diyenler bile görüldü. Halbuki, bir insanın ‘iyi, doğru, faydalı, adâletli’ gibi kavramlara yaklaşımı, temel inanç veya ideolojilerine göre şekillenir. Böyle olunca da ‘İnancı, ideolojisi, ilkeleri her ne ve nasıl olursa olsun, yeter ki iyi ve doğru hizmet etsin..’ demenin mantıkî bir temeli ve dayanağı yoktur.
***
Elbette çok uzun süre iktidarda kalma durumlarında iktidar kadrolarının yorgunlaşmaişaretleri verdiği hemen bütün toplumlarda söz konusudur. Bunda ayrıca uzun süre iktidarda kalmanın getirdiği ve bir takım menfaatlerin, kanûnî şekil şartlarına uygun olsa bile, sağlıksız yöntemlerle veya şaibelerle elde edildiği iddialarının da etkisi olur.
Ayrıca toplumların, uzun süreli iktidarda kalan parti ve liderlerden bıkkın duruma düşmeleri de unutulmamalıdır.
Sözgelimi, Almanya’da ‘Hıristiyan Demokrat Birliği (CDU)’ lideri Helmut Kohl, 1982-1998 arasında kesintisiz 16 yıl iktidarda kaldı ve ekonomik açıdan Almanya en parlak dönemini yaşadığı ve de 45 yıllık Doğu Almanya Devleti’ni diplomatik yöntemlerle çökertip, savaşla bölünmüş olan iki Almanya’nın tek kurşun atmadan birleştirilmesinin mimarı olduğu halde, beşinci bir dönem için daha seçime girince, Gerhard Schroeder liderliğindeki ‘Sosyal Domokrat Parti (SPD)’ karşısında yenik düştü ve siyaseti terk etti. Bunda, sosyal gözlemciler, 25 yaşın altındaki ve Kohl’den başka kimseyi tanımayan yeni nesillerin bıkkınlık yönelişinin etkili olduğunu iddia etmişlerdi.
Ama, SPD, 7’nci yılında girdiği seçimden yenik çıktı ve CDU, Angela Merkel liderliğinde tekrar iktidara geldi ve 13 senedir hâlâ da iktidarda..
Aynı şekilde, Japonya’da 2. Dünya Savaşı’ndan sonra-yığınla yolsuzluk iddialarına rağmen tam 54 yıl iktidarda kalan Liberal Demokrat Parti, 4 sene önceki seçimde Sosyalist Partikarşısında yenilgiye uğradığı halde; Sosyalist Parti, 2 yıl iktidarda kaldıktan sonra yeniden seçim yapmak zorunda kaldı ve iktidar yeniden Liberal Demokrat Parti’ye geçti.
Kezâ, Malezya’da da Mehatir Muhammed, 21 yıl başbakanlıktan sonra 2002’de kendiliğinden iktidardan ayrıldı ve 16 sene sonra kitlelerin onu yeniden istemesi üzerine, 92 yaşında seçim kazanarak iktidara geldi.
Bu örneklerden de alınacak dersler olsa gerek..