Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Şeriat ve CoVID aşısı üzerine

Neyse ki, PCR tartışması ile birlikte, Çin’in aşı bombası ellerinde patladı da, insanlar sorgulamaya başladı. mRNA zaten ayrı bir mesele. Bizimkiler de, artık inşallah akıllarını başlarına toplarlar. Çin aşısına Hindistan tepki gösteriyor, Suudiler, BAE destek veriyor. Bizimkilerin destek vermedikleri bir şey yok ki, İngiltere Huawei’nin 5G projesinde frene basıyor, biz gaza basıyoruz. Daha DSÖ, FDA’nın ağzından bir cümle çıkar çıkmaz, ilk biz basıyoruz damgayı. Hindistan İslam Cemaati, aşıda domuz, Hindu cemaati de içinde ekstratı olduğu için, bu aşının kullanılmamasına karar vermişler. Hem zaten PCR testinde döndü yanlış. Hesapları yanlış!

Ben e-su’ya bilgi yüklüyorlar diyorum, yıllardır bu çalışmaların Türkiye’de de “bilimsel” olarak kullanıldığını söylüyorum, daha ileri tekniklerle çok daha farklı uygulamalar olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Türkiye’de bazı astım, tansiyon, şeker, kalp ve kanser hastalarında bunların kullanıldığını söylüyorum, CoVID ile bunların üzerinin örtüldüğünü söylüyorum, kime anlatacaksın. Onların okudukları kaynaklarda bu anlattıklarım yok. Onlar bu işin farkına vardıklarında ise çok geç olacak. Hani şu bir zamanlar koro halinde benimle dalga geçtikleri, RF bombası, namlusuz top hikâyesi. Şimdi susuyorlar. Kod adım ”gerici” ya benim, söylediklerim, NFK’nın dediği gibi “yüz bin devir ileride” geliyor birilerine, benim anlatmaya çalıştığıma onların hayalleri bile ulaşamıyor.

Neyse. Gelelim şeriat ve CoVID’e. Siz buna 5G fitnesini de ekleyin. Yine birileri “ne alaka” diyecek. Bizim içimiz-dışımız, önümüz-arkamız, sağımız-solumuz şeriat. Şeriat “Hukuk”, yani “Hak’kı ikame eden/koruyan düzen” demek. Bir şeye “Meşru” dediğinizde, “Şeriata uygun” demiş olursunuz, “Gayrimeşru dediğinizde”, o şey “Şeriata uygun değil” demek. Önce bunda anlaşalım.

Şeriat’ta usul esastan önce gelir. Usul olarak Edille-i şer’iyye, yani Şer’i deliller ise, bir Müslüman için Kitap, sünnet, icma-ı ümmet…” diye devam eder. Hükümlerin hiyerarşisi böyledir. Kitap dediğimiz şey, Müslümanlar için Kur’an-ı Kerim, yani Allah’ın hükmü, yani vahiy, Nass’dır. Bu nas da fıkhi açıdan ikidir. “Muhkem” ve “Müteşabih”. Muhkem, her yerde, her zaman, herkes için geçerli olandır. “Muhkem nas ile sabit olan bir konuda içtihad olmaz. Müteşabih ise, yön gösteren, çerçeve çizen ayetlerin. Zaman, mekân, şartlar değiştikçe, o çerçeve ve şartlara bağlı kalmak şartı ile hükmün yenilendiği ayetlerdir. Ya da eskiden yok iken yeni zuhur eden hadiseler bu şekilde mütalaa edilir. Müteşabih ayetler konusu, o konuda, Kur’an’ın külli kuralları, Resulullah’ın o konuda ya da benzer bir konudaki söz ve icraatları, daha sonraki dönemlerde ortaya çıkan içtihadlar ve uygulamalar incelendikten sonra, Allah’ın rızası esas ve merkezde olmak şartı ile, ilim ve hikmet sahibi zatların, efradına cami, ağyarına mani bir biçimde, ilmel yakin bir şekilde ortaya koydukları hükümlerle icraat gerçekleştirilir.

Bu konuda ya bütün âlimler ittifak eder, o zaman o konuda ilim sahibi olmayan birinin itiraz hakkı yoktur. İlmi vekalet esas alınır. Biz buna “İcma-i ümmet” diyoruz. İlim sahiplerinden hiçbiri bu konuda farklı bir şey söylemiyorsa, buna tabi olmak gerekir. Birden fazla görüş ortaya çıkmışsa, o zaman siyaset maslahatı esas alır, Cumhura göre hareket edilir. Yani çoğunluğa göre maslahat gözetilir, ama farklı içtihatlara kapı açık bırakılır, ayrıca onların hak ve hukukları korunur. Onlar icbar edilmezler. Bu farklı içtihadlar, birbirinin tam zıddı olabilir. Bu durumda, Müslümanlar ittifak ettikleri konularda birlikte hareket eder, ihtilaf ettikleri konularda birbirlerini mazur görürler. Biri diğerinin görüşünün tam aksi görüşte olsa bile, her ikisi de bir diğeri kadar doğru kabul edilir. Hatta 2’den fazla görüş olsa, ahad yani bir ilim sahibi tek görüş olarak diğerlerine itiraz etse, o dahi muhteremdir. Kimse kendi hükmünü diğerlerine, topluma ya da yönetime dayatamaz. Yoksa kendini haşa Şari (Şeriat vazeden) yerine koymuş olur! Hiçbir müçtehid iddiasının iddiacısı olamaz. O onun galib zannıdır. Zanni olan bir konu “muhkem nas” gibi mütalaa edilemez. Tartışma konusu yapılamaz. İçtihadda bulunan kişi “Bu benim görüşümdür, işin aslını Allah bilir. Bazı kardeşlerim benden farklı düşünüyorlar, siz bir de gidip onlarla görüşün, onları dinleyin ve kendi hükmünüzü kendiniz verin” demek zorundadır. Buna örnek olarak İmam-ı Azam İmamet-Hilafet ve masumiyet konusunda Hocasından farklı düşünüyordu. Ona saygısını kaybetmedi ama bu konuda “merci-i taklit” olarak ona bağlı kalmadı. Talebeleri İmam-ı Muhammed ve İmam-ı Yusuf da başka konularda kendine itiraz ettiler ve o da onları reddetmedi, hatta kendine ihtilaf ettikleri konularla ilgili bir soru sorduklarında, siz onları dinleyin ve isterseniz onlara uyun deme asaletini gösterdi.

Bugün, tek bir kişi, mesela CoVID konusunda çıkıp fetva veremez. Bir ilim meclisinin sekreteryasını yöneten zat, o âlimlerle konuyu müzakere etmeden, hüküm beyan edemez. CoVID konusunda zaten açık hükümlere aykırılık varsa reddedersiniz gider. Ama detaylara inmek gerekiyorsa, mesela bu konuda, Viroloji, Farmakoloji, Biyoloji, Genetik, Biyokimya gibi bugünkü birçok ilmi alanlardan kişilerin bir araya gelip konuyu inceledikten sonra, bu konuda diğer farklı düşünen âlimlerin ileri sürdükleri görüşleri de inceleyip, insanların akıllarında oluşan şüphelere cevap verecek bir hüküm beyan etmeleri gerek. Kimi rüyasına güvenip, kimi şeyhine, kimi liderine güvenip, ya karşı çıkma anlamında birilerine muhalefet olsun diye, dinlemeden, anlamadan birilerinin peşine takılıp giderse onun yaptığında hayır yoktur. Kitap “bilmediğiniz şeyin peşine düşmeyin” der. İstişare, bilene danışmak, şura vereceği karardan yarar ya da zarar görecek olanlarla konuşmak ve ondan sonra karar vermek demektir. “Bana güven gerisini merak etme sen” diyenlere güvenmeyin. Akademi, politikacı, bürokrat, gazeteci kılıklı birileri size bir şeyi dayatıyorlarsa, buna izin vermeyin. “Toplu taşıma aracına da bindirmeyin, notere de gidemesinler, kamu hakları kısıtlansın”, “ben aşı yaptırmam diyenler bir vatan haindir” diye hezeyan halinde saldıranlara itibar etmeyelim. Topluma bir şeyi dayatanlar, onlara karşı İlahlık ve Rablik taslayanlardır. Onlar kim olursa olsunlar, hangi makamda bulunurlarsa bulunsunlar, hangi bahaneyi öne sürerlerse sürsünler. Eğer başkalarının hayati anlamda temel değerleri için açık ve yakın tehlike oluşturmuyorlarsa, onlara müdahale edemezsiniz. İcbar edemezsiniz. Şeriat buna izin vermez. 

Twitter’da bazı arkadaşlar soruyorlar: Önce şu soruya cevap verin!. DSÖ’nün; “Aşıların Kovid-19’a karşı koruduğunu gösteren kanıtımız yok. Aşının yan etkisinin olup olmadığını da bilmiyoruz” demesine rağmen! Ve aşının yan tesirlerinden Pfizer veya Moderna sorumlu olmayacaksa! Kim sorumlu olacak? Aşı ısrarınızın sebebi nedir? Vücud dokunulmazlığı, temel insan hakkıdır. İnsanları aşı olmuyorlar diye böyle dışlamak, toplum barışını dinamitlemektir! Ayrıca benim gibi kategorik olarak aşı karşıtı olmayan, ancak sağlık tröstlerinin bu acil dayatmalarına ihtiyatla bakan milyonlar var. Sen kimsin be adam! Allah aklını FDA’ya emanet eden Ebu Cehil’lerin fitnesinden, cahillikten ve zulümden, ahir zaman fitnesinden insanlığı korusun. 

Selam ve dua ile.

Bu yazı toplam 556 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar