Abdurrahman Dilipak
Sesleniyorum, duyuyor musunuz?
Önce kelam var idi. Ve Yaratan “ol” dedi ve her şey varoldu! Sahi mitolojiye göre Babil’de ne olmuştu?! Diller nasıl karışmıştı? Peki şimdi ne oldu?! Mitoloji gerçek mi oldu?
Söyleneni anlamayan, düşündüğünü anlatamayan bir nesil çıktı. İnsan hayvân–ı nâtıka idi değil mi, düşünen ve düşündüğünü ifade edebilen bir canlı türü idi. Düşünemiyoruz ve düşündüğümüzü de ifade edemiyoruz. Bu şekilde eğitildik. Zira cehaletin bu kadarı ancak eğitimle mümkündür. Tevhid-i Tedrisat bunun için vardır. Bu akıl, darbe yapan orduyu idarede temsil eden bakanlığın adına “Milli” etiketi yapıştırdığı gibi, bizi kendi değerlerimizden uzaklaştıran eğitimin tepesindeki bakanlığın adının başına “Milli” etiketi yapıştırdı. Sanayi, Tarım, İktisad, Sağlık “Milli” bir konu değil mi? “Milli” etiketi bu anlamda bir algı yönetiminden başka bir şey değil gibi sanki. “Düşünce ve İfade” insanın “insan olması ile ilgili bir hadisedir. Tefekkür, Fikir, İstişare ve Şûra, Tearüf, Maarif gibi şeyler ancak “Dil” ile mümkündür. Dil, tad alan, onu yutmamızı sağlayan şey olmasının yanında, lisan anlamında beyin ile kalb anlamında kalbimizle doğrudan ilgilidir.
Kelimelerle konuşuyoruz. Kelimeler seslerden oluşuyor. Kaç çeşit kelime var. Terim, kavram, isim, sıfat, fiil, ondan anladıklarımız var, ona yüklediğimiz anlamlar var. Din, gelenek, ideoloji kelimeleri ve kavramları kendilerine göre yeniden anlamlandırabiliyor. Lehçelere göre ses yapısı değişebiliyor, galat-ı meşhur kelimeler köken açısından tam tersi bir anlamla meşhur olabiliyor. Kinaye ya da ses benzerliği ile farklı yerlere çekilebiliyor. Dil bilgisi sesleri, heceleri, sese renk katan vurguları ile bütüncül bir konudur aslında. Yoksa, “900 cümle kalıbı”nı ezberlemekten ibaret bir iş değildir.
Sedad Erdoğan isimli “Dil”i derdi olan biri diyor ki, “ses kök, hece gövde, kelime yaprak, cümle dal! vurgu candır!” Ona göre bu olmadığı için ülkemizde kamil anlamda Türkçe öğretilemedi için, bu temelin üzerine yabancı bir dil de bina edilemiyor. Öğrenciler de, öğretmenler de heceyi seslere, kelimeyi hecelere ayırmayı bilmiyor! O zaman yöneticiler, denetmenler, hakim savcı, sanık, media mensubu, siyaset adamı, bürokrat, ilim insanı da bu işi bilmiyor demektir.
Erdoğan’a göre, Türkiye’de dil öğretiminde kök ve gövde yoktur, sadece dallar ve yapraklarla yetiniliyor! Mesela, İngilizce, Almanca, Rusça; vurgu zamanlı dillerdir. Vurguyu bilmiyorsanız doğru bir ifade mümkün değildir. Okullarda kelimeleri, hecelere ayırma öğrenil-mediği için vurgu zamanlı dilleri öğrenmek çok ama çok zordur!
Türkçe’de W sesini öğren-miyoruz! (wurgu, awukat, newruz, hawlu, sawrul), TŞ sesini öğren-miyoruz! (katştı, getşti, setşti), DJ sesini (nedjla, nedjdet, vidjdan), NG-NK sesini (hangi-kanka, mangal, kangal, sanki), İ sesini (bai, kıimak, oina, Aişe), TH sesini öğren-miyoruz! (Tethiye, sathı, methetmek) örneğinde olduğu gibi. Türkçe’de Ğ harfinin görevini bilmiyoruz! (eyitim, deinek, deyişim) örneğinde olduğu gibi. Türkçe’de bile ses ve vurgu algısını veren sözlük yok! Türkçe öğrenirken bile ses ve vurgu bilinci yok! Türkçe’de kaç tane ‘ses’ olduğunu bilen yok! Türkçe’de ses ve vurgu bilincini öğrenmediğimiz için yabancı dilde de ses ve hece bilincinin olmadığını sanıyoruz! Ses ve hece bilinci yokmuş gibi hareket ediyoruz! Vurgu bilinci yok! Sözlük de kullanmıyoruz! Artık bir de sosyal media’mız var. Sosyal media’da sesli harfleri de kullanmıyoruz artık. Ya da harfsiz, emoji’lerle idare ediyoruz. Anlayacağınız hamur da bozuk, maya da. Maya sentetik, hamurun buğdayı Amerika’dan Guluten’li buğdaydan! Bizim buğday esmerdir, adı zaten “Karakılçık”. onlarınki “Beyaz”! Ses bozuk, dil bozuk, “eğitim” dediğiniz şey de bozuksa geriye ne kalıyor ki.
Dil yoksa, dil “milli ve yerli” değil ise, bu nasıl bir “milli” ve “yerli” eğitim oluyor. Ses yerli, öğrenme milli olmalı. Ses tohum hükmündeymiş kökle beslenir, gövde Maarif ile gelişirmiş. Tohum yerli değilmiş. Dahası geni ile oynanmış. Alice Drager diyor ki, ‘’İlim dünyası öne sürülen her türlü yeni fikir ve tartışmayı sansürlemektedir. Nasıl mı? İnternette ve medyada kurdukları görünmez bir ağ ile. İşlerine geleni yayınlayıp işlerine gelmeyeni sınırlayan bir sistem kurmuşlar kendilerine.››
Erdoğan’ın internet sitesinden (sesletim.com) özetle aktarmam gerekirse anlatmaya çalıştıklarını ve tabii benim kendi görüşlerimle birlikte, şöyle: Dil tabiat olarak ‹ses› ile kendini ifade eder. Ses olmadan dil olmaz! Matematik tabiatı gereği kendini ‘sayı’ ile ifade eder. Sayı olmadan matematik olmaz! “İki”ye “üç” diyemezsin, “a” ya da “e” diyemezsin! “a”ya “e” der isen, “iki”ye “üç” demiş olursun!..
Türkiye’nin eğitimi sistemi yıllardır felaket. Yabancı dil ağırlıklı müfredat ile 5. sınıfa İngilizce öğretme iddiası hayal oldu. Hazırlık sınıfları, Anadolu liseleri, bir sürü derslik, birçok öğretmen, bir sürü özel okul, İngilizceyi anaokuluna kadar indirdik, yabancı dilde eğitim yaptık olmadı; yurtdışına öğrenci-öğretmen gönderdik, İngilizlerden tonlarca kitap aldık, onlardan lisans aldık olmadı. Yabancı dil ağırlıklı eğitim ancak sömürge ülkelerde vardır. Sömürgelerde sömürgeciler, o halka kendi dilini öğretir, biz o dili de öğrenemedik. İmtiyazlı bir geri bırakılmışlık sözkonusu yani. Ülkemizde anadil de Türkçemiz de öğrenilmiyor/öğretilmiyor. Türkçe öğrenimi olmadığı için, anlama-düşünme-sorgulama yerine ezbere öncelik verildiği için de eğitim çöktü. Türkçeye ne kadar değer verirsen, eğitim o kadar yerli ve milli olur. Türkçeye değer verilmediği için, eğitim yerli ve milli değildir! Öyle ki, hem bunları yazıyoruz, bunları yazan da bu kıskaçtan kurtulabilmiş değil. Yaşasın Tevhid-i Tedrisat, yaşasın Harf Devrimi!? Övünün, bunlar sizin eseriniz. Selâm ve dua ile.