Mehmet GÖKTAŞ
Sevgide ve düşmanlıkta ölçülü olmak
Hayatta en çok karşılaştığımız olaylarda bize yol gösteren hadisi-i şeriflerden birisi de İmam Tirmizi’nin rivayet ettiği şu muhteşem Nebevi öğüttür:
“Sevdiğinizi öyle ölçülü ve dengeli seviniz ki, bir gün sizin düşmanınız olacağını düşünün. Buğzettiğinize de öyle ölçülü ve kıvamında buğz ediniz ki, bir gün sizin dostunuz olabileceğini düşünün.”
Bir kimseyi çok fazla sevebiliriz, sevginin ibresini bazen fazla kaçırabiliriz veya ölçü elimizde olmayabilir. Bu durumda dikkat etmemiz gereken en büyük ölçü Rasûlullah’ın (s.a.v) koyduğu bu şaşmaz ölçüdür.
Yani, onu ne kadar çok seversek sevelim, onunla bir gün bozuşabileceğimizi, bizim karşımızdaki bir cephede yer alabileceğini düşüneceğiz. Yani ona her şeyimizle açılmayacağız, kendimizde kalması gereken, kendimize saklamamız gereken şeylerimiz olmalıdır. Bizde kalması gereken sırlar, haberdar etmememiz gereken gizliliklerimiz, özellikle başkalarının muttali olmaması gereken zaaflar ve eksilerimiz olmalıdır.
Bu ölçüye uymadığımız takdirde zayıf düşeriz, birilerinin yanında güçsüz bir pozisyonda kalırız, kendi kendimizin elini ayağını bağlamış oluruz, bazen tıkanır kalırız, atacağımız adımları atamayız. Bu durum belki de bizleri yeni yeni hatalara sevk edebilir.
Sevgideki ölçüsüzlüğümüz bizi sevdiğimize, daha sonra düşmanımız olma ihtimali olan o kişiye esir düşürmemeli, elimize takması için karşımızdakine kelepçe vermemeliyiz.
Yani insan sevgi noktasında kendisini kaybetmemeli, kendisini tamamen kapıp koyuvermemelidir, mutlaka bunun bedelini öder.
Hiç kimseyle de aramızdaki köprüleri tamamen atmamalıyız
Muhteşem Nebevi öğüdün ikinci şıkkıdır bu. Özellikle bir İslam davetçisi iseniz, bu ölçüyü hiçbir zaman yanınızdan eksik etmemelisiniz.
Davetçinin bir tek hedefi vardır; davasına insan kazandırmak. Buğz ederken ölçüyü kaçırmak, baştan kaybetmektir.
Olabilir, birilerine buğz edebiliriz, zaten buğz tamamen yasaklanmıyor, buğz etmemiz gereken kişiler ve durumlar vardır, yerine göre buğz etmekle de mükellefiz. İşte Rasûlullah (s.a.v) buğzda ölçülü olmamızı, buğz ettiğimiz kişiyle bir gün dost olabileceğimizi, hatta yeri geldiğinde dost olmamız gerektiğini hatırlatıyor.
Daha da ilginç olanı; önce dövüşerek sonunda barışılarak elde edilen dostluk, hiç dövüşülmeden gelişen dostluktan daha iyidir denilir. Fakat söz konusu bu dövüşmenin bir ölçüsü olmalıdır. Eğer buğz etme işini bir daha birbirimizin yüzüne bakamayacak derecede ileri götürmüşsek, işte o zaman kaybetmişiz demektir.
İslam adına yaptığımız münazara ve münakaşalarda bu ölçüyü asla unutmamalıyız.
Hiç kimsenin adını defterimizden silmemeliyiz. Sadece İslam davetçisi olarak değil, sıradan Müslümanlar olarak bu ölçüye riayet etmediğimizden dolayı başımıza gelenler az değil.
Mübarek bayramlarda küslerin barışması için çırpınıyoruz. Bu konuda başarılı olduğumuz kadar, bir o kadar da başarısız kalıyoruz. Sebep aynı, Buğzda öylesine haddi aşmışlar ki, birbirleriyle barışacak bir durum bırakmamışlar, birbirlerinin yüzüne bakamayacak şeyler söylemişler, yani bütün köprüler basit bir öfkeyle yıkılıvermiş, bütün hesaplar kapanmış.
İslam ne muhteşem bir din biliyor musunuz? İnsanın zaaflarını biliyor, ona buğz etme hakkı tanıyor. Fakat bir ölçü getiriyor, o ölçü aşıldığında insan kaybediyor, hem de ahiretten önce bu dünyada kaybediyor, kendi hayatını çemberle daraltıyor, kapıları kendi eliyle kendi yüzüne kapatıyor.