Sünni Alim'den Çarpıcı Açıklamalar
Sufi, Selefi'ye saldırır; Selefi Sufi'ye. Fakat Şia'ya saldırırken hepsi bir olurlar.
İsmail Duman/ Dünya Bülteni
Üç ay arayla ikinci ziyaretimizi gerçekleştirdiğimiz Lübnan coğrafyası, tüm fonksiyonlarıyla tam bir küçük Ortadoğu...
Gruplar arasında yaşanması muhtemel çatışmalara, geçtiğimiz ziyaretimizde Trablus'taki Tevhid Hareketi'nin lideri Şeyh Bilal Şaban'ın kardeşi Usame Şaban'ın Lübnan Müstakbel Grubu üyelerince vurulması olayında şahit olmuştuk. Bu seferki ziyaretimizde ise, Emel Hareketi ile 40 kişilik milis gücü olan bir Kürt grubunun arasında yaşanan çatışma sonucunda Emel Hareketi'nden bir kişinin öldürülmesi olayına denk geldik. Öyle ki, olayın olduğu gün görüştüğümüz İslami Amel Cephesi genel koordinatörü Hasan Dimyati, bu olayın mezhepsel ve meşrepsel bir çatışmayı körükleme ihtimalini bertaraf etmek için arabuluculuk yapmaya çalışıyordu.
Lübnan; -Şii veya Sünni- tüm İslami gruplarıyla da başlı başına ezber bozan bir coğrafya... Bir yandan, hiç tahmin etmediğiniz grupların tahmin etmediğiniz yerlerde gezindiklerini görürken; diğer yandan, İslam ümmeti tarafından konuşulması zor konuların rahatça oturulup konuşulduğunu görüyorsunuz... Kısacası irdelenmeyi ve tanınmayı fazlasıyla hak eden bir bölge...
Bu ziyaretimizde, Lübnan'ın önde gelen Sünni isimleri ve/veya grupları ile görüşmeye çalıştık... İstedik ki ülkemizin dışındaki İslami fraksiyonları tanıyarak ufkumuzu genişletelim ve dar çerçevelerden biraz daha sıyrılabilelim...
Bu minvalde, ziyaret sıramıza göre, Sünni dünyadan Şeyh Mahir Hammud(Sayda), Şeyh Bilal Şaban(Tevhid Hareketi-Trablus), Müslüman Âlimler Birliği(Beyrut), İslami Amel Cephesi(Fethi Yeken Üstad'ın Hareketi-Beyrut) ve Ümmet Hareketi'nin Sufi lideri Şeyh Abdunnasır Cibri ile görüştük... Son olarak ise Şii dünyadan merhum Seyyid Muhammed Hüseyin Fadlallah'ın oğlu Seyyid Ali Fadlallah-şu an babasının hareketini devam ettiriyor- ile görüşme imkânı bulduk...
Her bir görüşmemizde farklı farklı konular ele almakla birlikte, genel itibariyle hareketlerin yapılanmaları, Ortadoğu'daki gelişmeler, Türkiye'ye bakış açıları, Lübnan'daki genel ahval ve Şii-Sünni mevzuları üzerinde durduk... Toplam altı röportaj halinde yayımlayacağımız metinlerimizi, görüşme sırasına göre yayımlamayı tercih ettik...
Her bir kişi/grup/yapı veya hareketin ayrı ayrı tecrübeleri olduğunu bilmekle birlikte, okuyacağınız bu röportaj metinlerinin bu kişi veya hareketlerin düşünce dünyaları ile ilgili genel bir fikir vereceğini düşünüyoruz. İstifade edebilmeniz temennisi ile, sizleri ilk röportajımızla baş başa bırakıyoruz.
ŞEYH MAHİR HAMMUD İLE İSLAMİ HAREKET VE ORTADOĞU'DAKİ GELİŞMELER ÜZERİNE...
Şeyh Mahir Hammud, Sünni dünyanın yakından tanıdığı bir âlim... Lübnan'da ise sadece Sünni veya Şiiler tarafından değil; Dürzîler ve Hıristiyanlar gibi diğer gruplar tarafından da takip ediliyor...
90'lı yıllarda Türkiyeli Müslümanlar, Mahir Hammud ismine fazlasıyla aşinalardı...
Kendisi, Lübnan İhvan'ını temsil eden Cemaat-i İslamiyye Hareketi'nin kurucularından... İlerleyen süreçlerde, İhvan içerisinde gördüğü yanlışlardan ötürü hareketten ayrılan Şeyh Hammud, şimdilerde Sayda şehrinde çalışmalarına devam etmenin yanı sıra, aynı şehirdeki Kudüs Mescidi'nin imamlığı görevini de yürütüyor.
Her ne kadar, imamlığını yaptığı mescid bir pasajın altında ufak bir mekân olsa da, Şeyh Hammud'un Sayda şehrindeki etkisi ciddi anlamda hissediliyor. Sayda Otogarı'na inip, taksiciye Kudüs Mescidi'ne gitmek istediğimizi söylediğimizde, Şeyh'in halk tarafından ne denli sevildiğine şahit olduk. Daha sonraki izlenimlerimizde de Mahir Hammud'un kendi bölgesinde otorite olarak görüldüğünü gözlemleme fırsatı bulduk.
Üstad, Şii-Sünni ihtilafının giderilmesi hususundaki gayretli çalışmalarıyla da tanınıyor. "Eğer Lübnan'da yaşamasaydım, bu denli esnek olamazdım herhalde" diyor.
Hem ülkesinde hem de Sünni dünyada önem verilen bu değerli âlim ile İslami Hareketi, Ortadoğu'daki son gelişmeleri, Şii-Sünni ihtilafını, Türkiye'ye bakışını ve bunun etrafındaki konuları görüştük... Şeyh Mahir Hammud'un tecrübesinden ve birikiminden istifade edeceğinizi umarak, siz değerli okuyucularımızı röportaj metni ile baş başa bırakıyoruz:
İsmail Duman: Öncelikle bizi kabul ettiğiniz ve talebimizi geri çevirmediğiniz için teşekkür ederiz.
Şeyh Mahir Hammud: Ben teşekkür ederim... Tekrar hoş geldiniz...
Efendim, müsaade ederseniz; genel olarak Müslüman Dünyanın gidişatını nasıl gördüğünüzü sorarak başlamak istiyorum söyleşimize. Nitekim, Lübnan'da birçok hareketi gözlemleme fırsatı da yakalıyorsunuz. Size göre gerek Sünni hareketlerin gerekse de Şii hareketlerin artı ve eksileri nelerdir?
İran İslam Devrimi'nin ardından 32 sene geçmesine rağmen; Sünni dünyada, dini ve siyaseti doğru okuyabilen ve bu alanda doğru birikime sahip bir tane âlim veya hareket adamı çıkmamıştır. Bin Laden'i örnek gösterecek olursak, o hakikaten mücahitti; fakat kendisinin karşısında yer alan herkesin kanını mubah görerek büyük bir hataya düştü. İhvan-ı Müslimin Hareketi'nden bahsedecek olursak; bu hareketin düştüğü hata ise mevcut otoritelere meyletmesi paralelinde mekâna ve zamana göre renk değiştirmesi oldu.
Son yıllarda Sünnilerin izlediği çizgiye bakacak olursak; olması gerekenin altında bir gidişat sergilendiğini görüyoruz. Tabii ki, İslam adına kısmi de olsa birtakım adımlar atılmaktadır. Örneğin, Erdoğan'ın şahsında Türkiye'nin Gazze konusundaki duruşu ve Mavi Marmara hadisesi herkes tarafından bilinmektedir. Buna mukabil, Türkiye genel anlamda hala İsrail ile sıkı ilişkilerini sürdürmekte ve duruşunu öteleyecek adımlar atmamaktadır. Kastetmeye çalıştığım, İslam âleminde olumlu bir takım gelişmeler var; fakat sınırları netleştirilmiş İslami bir duruşu maalesef göremiyoruz.
Öte yandan, günümüzde, mezhepçilikten doğan yaklaşımlar akla galebe çalmıştır. Bundan dolayı da İslam âlemini büyük bir tehlike beklemektedir. Bugün ne yazık ki Ramazan ayı boyunca ve Cuma namazları sonrasında muhaliflere karşı- Şii olsun, Sünni olsun- yapılan patlamalarda bunu görmekteyiz. Örneğin yakın zamanda, Irak'ta Sünnilerin en büyük mescidine bir intihar saldırısı düzenlendi. Bunu gerçekleştiren kimdi? El-Kaide örgütüydü-yani Sünnilerdi. Yine Cezayir'deki bir subay okulunda büyük bir patlama gerçekleşti. Aynı şekilde bunun failleri de Sünni'ydi. Bu olaylar geçtiğimiz son iki hafta içinde meydana geldi; buna rağmen kimse bu konuyla ilgilenmedi. Bence bu durumun sonuçları vahim olacak.
Son zamanlarda ümmetin görünüşüne bakarak durumun iyiye gideceğini zannettik; fakat böyle olmadı. Maalesef sadece fıkhi ihtilaflardan dolayı insanların kanının dökülmesi mubah görülüyor. Bu kabul edilemez bir şey ve bu durum, çok tehlikeli.
Öte yandan Şiiler de bu eylemlere karışmaktadırlar. Ancak, bu olayların genel anlamda El-Kaide tarafından şekillendirildiğini görmekteyiz.
Size göre, bahsettiğiniz bu fıkhi ihtilaflar nasıl körükleniyor? Bu ihtilaf ateşinin harlanmasını engellemek için neler yapılmalı?
İlmin ve âlimlerin düzeyine baktığımızda, bizim nazarımızda Şeyh Yusuf el-Karadavi ayrı bir öneme sahiptir. O'na ilminden ve olaylara karşı sergilediği duruşundan dolayı hürmet ederiz. Gençlik yılarımızda-yani 70'li yılların başında-, gerçekten de O'nun fikirleriyle şekillendik. Kitaplarının Mısırlı gençlerin kültürüne ve bilincine büyük katkısı olmuştur. Ancak, son dönemde yaptığı fıkhi konulardaki çıkışlar, mezhebi çekişmelere yol açtı. Mesela Mısır'daki Ezher Üniversitesi eski şeyhi Tantavi'yi de bu alanda örnek gösterebiliriz O'nun da kötü çıkışları olmuştu. Fakat son dönemde Şeyh Ahmed Tayyip'in bu konudaki dengeli tutumu hürmete şayandır. Buradan hayır dileklerimizi sunuyoruz. Ancak O'nun Selefilere ve onların dışındaki gruplara ne gibi bir etkisi olacak; onu bilmiyoruz.
Özetlemek gerekirse; maalesef falanca hareket bizi Müslümanlar olarak temsil ediyor diyemiyoruz. Fakat istediğiniz örneği, bir bütün olarak değil de parçalar halinde farklı gruplara dağılmış olarak bulabilirsiniz. Mesela cihadı Hizbullah'ta, siyasi duruşu İran'da, fıkhı Yusuf El-Karadavi'de, tarihi el-Ezher'de görebilirsiniz. Ve hepsini bir bütün olarak aldığınızda, istediğiniz modeli elde edebilirsiniz. Erdoğan'ın yaptıklarının bir kısmını, Katar'ın sergilediği duruşun bir kısmını alırsınız; fakat bu, yine de sizi tatmin etmeyebilir.
Tabii ki biz Şia'nın İslam tarihi, mehdeviyet ve imamet hakkında söylediklerinin çoğunu ikna edici bulmadığımız için kabul edemeyiz. İlmi zayıf olan kişilerin "Allah Şiilere yardım etti, devlet kurdular. Sünnilere yardım etmedi; dolayısıyla Şiilerin dini algılayışları geri kalan Müslümanlarınkinden doğrudur' şeklindeki yaklaşımları yanlıştır. Bu durum da gerçekten acı vericidir. Şüphe yok ki bu son dönemde, Şiilerin bir kısmı, İslam âlemindeki olumlu gelişmelerin Sünnilerin değil de Şiilerin sayesinde olduğu görüşünü savunarak taassubu(mezhepçiliği) körüklemektedirler.
Şii dünyanın Sünni dünyaya nazaran daha derli toplu hareket ettiği görülüyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Sizler Şia toplumuna girdiğinizde, içerideki birçok ayrılığı görebilirsiniz. Mesela kimisi Hizbullah'ı eleştirirken; kimisi İran'ı ve Hamaney'i eleştirir. Fakat nihayetinde hepsi yekvücutturlar.
Sünni dünyada durum nasıl?
Sünnilerde her şey şeffaf...(Gülüyor) Sufi, Selefi'ye saldırır; Selefi Sufi'ye. Fakat Şia'ya saldırırken hepsi bir olurlar. Zira, onlar yalanlara ve iddialara kandıkları için hemen saldırıya geçiyorlar. Fakat aklı başında olan Şiilerle görüşseler durum daha farklı olacaktır. Bu, gerçekten acı veren bir tablodur.
Şiilerin nezdinde, başvurabilecekleri büyük bir mercileri vardır: Seyyid Ali Hamaney... Sistani'nin ise fıkhi yönden nüfusu daha fazladır. Fakat O'nun da siyasi görüş olarak çizgisi net değildir. Hatta bağlıları, hiçbir Amerikan yetkilisi ile görüşmediği için övünürler. Ancak Sistani ile İmam Humeyni'yi kıyaslayıp karşılaştırdığınızda, aralarında büyük fark olduğunu göreceksiniz. İranlılar yönetim açısından Sistani'den memnun değiller; fakat Sistani'nin İran'daki bazı âlimler üzerindeki etkisi büyük olduğu için bunu pek belli etmezler. Iraklı Şiiler İran'ı pek sevmezler; çünkü İran'ı sorunların bir parçası olarak görürler. Necef ve Kum şehirleri başta olmak üzere...
Lübnan'da 90'lı yılların başında Emel Hareketi ile Hizbullah arasında çatışmalar meydana geldi. Ancak 2000 yılında Hizbullah direnişinin İsrail'e karşı zafer elde etmesinin ardından Emel Hareketi, Hizbullah'a boyun eğdi. Buradan hareketle bütün Şiiler tek sancak altında toplanmışlardır diyemeyiz. Fakat, kuşkusuz tüm Şii gruplar, direnişin başarılarından faydalanmaktadırlar. İran'ın dünyadaki siyasi gücünden istifade ettikleri gibi... Lübnan'da Sünnilerin birçoğu da Hizbullah Hareketi'ni sever. Bununla birlikte Hizbullah, fıkhi hususlarda "şu konuda şöyle davranacaksınız" dese, kabul etmezler. Her halükarda içimizde onlara karşı bir güven taşımaktayız. Çünkü İslam Allah'ın dinidir. Ve Allah dinini yeniden diriltecektir/yüceltecektir. İran ve Hizbullah, İslam'a devrim ve cihad ile yeni bir ruh kazandırmışlardır.
Tüm bunlardan yola çıkarak, sizce Sünni camianın İslami Hareket konusunda izlemesi gereken yol/yöntem nedir?
İran ve Hizbullah'ın uyguladığı yöntemlerin tamamen aynısı... Tabii ki Sünni bir fıkıh ile... Çünkü biz İran ve Hizbullah'ı bir model olarak görüyoruz. Yapılması gereken, bu modelin Sünnileştirilmesi... Bizler, fıkhi konuların birçoğunda onlarla aynı kulvarda yürüyemeyiz.
Bugün, Şiiler İslami başarılar elde ediyorlarsa, bunun sebebi İslami şiarlar ölçüsünde hareket etmeleridir. Mesela Hizbullah direnişten, İsrail'e karşı Filistin'i savunmaktan bahsettiği zaman bu Şiiliğinden mi ileri gelir; yoksa İslami şiarlara göre hareket etmesinden mi? Şiiler direnişten yana da, Sünniler değil mi? Şiiler "İsrail yok edilmelidir" dediğinde, Sünniler İsrail'le barış yapalım mı diyecektir? Bu doğru bir şey mi olur? Elbette ki hayır! Demek ki Şia, İslam şiarları doğrultusunda hareket ettiğinde başarılı olmuştur. Bize göre Şiilerin İslam hakkındaki görüşlerinin %30'u doğrudur. Ama onlar %30'un hepsini tatbik ederler. Yine bize göre bizim doğrularımız %90'dır. Fakat bizler %5'ini bile hayata geçirmediğimiz için başarı kaydedemiyoruz. Tabi ki bu süreç bir istisnadır inşallah. Bu böyle devam etmez.
Sanki Allah(c.c.) bize şöyle seslenmektedir: "Onlar dini anlama noktasında hatalılar; fakat Allah'ın şiarlarını hayata tatbik etmede sizden daha gayretli ve ihlâslılar". Umulur ki geri kalan Müslümanlar da bir gün uyanırlar.
Bu bağlamda İhvan-ı Müslimin Hareketi'nden bahsetmemiz yerinde olacaktır. İhvan, tarihi, uluslar arası ve motor hareketlerden biridir. Dünyada İslami şuurla harekete geçmiş hiçbir oluşum yoktur ki İhvan'dan etkilenmemiş olsun. Buna İran devrimi de, Şia fıkhı da dâhildir. Bunun en büyük delili, Seyyid Kutup'un kitaplarının devrimden önce İran'da tercüme edilmiş olmasıdır. Yine Irak'taki Dava Hareketi, metot açısından İhvan'dan beslenmiştir.
İhvan-ı Müslimin Hareketi'nin ideolojisine baktığımızda, içerisinde düzeltilmesi gereken fıkhi ve fikri açıdan bir husus göremiyoruz. Fakat onların siyasette izledikleri yol ile teorideki fikirleri uyuşmuyor. Mesela teoride Hasan El-Benna, Seyyid Kutup, Abdulkadir Udeh ve bunlar gibi ıslahatçıların kitaplarını okuduğunuzda doğru ve selim fikirlerden başkasını göremezsiniz. Fakat İhvan'ın önce Mısır'daki sonra da Suriye'deki siyasi tarihini okuduğunuzda bazı anlaşılmaz durumlarla karşılaşırsınız.
Bu kastettiğiniz dönem, Hasan El-Benna ve Seyyid Kutup'tan sonraki süreç mi?
Hasan El-Benna'yı da içine alan bir süreç... Hatta Hasan El-Benna'ya izafe edilen bazı görüşler var ki -O'nun söyleyip söylemediğinden emin değiliz-, bunlar, Üstadın genel fikirleriyle örtüşmüyor. Bu konunun detaylarına inip tartışmak istemiyoruz. Sadece değinmek istedik.
Şunu belirtmek isterim ki İhvan'ın siyasi olarak izlediği yol ile teoride söyledikleri uyuşmuyor. Lübnan tecrübesi bunun en kötü örneği... Hamas'ı tabi ki bundan beri tutuyoruz.
Bizim, İslam'ın eyleme dönüşmesi konusundaki örneklerimiz melekvari çabalardı. Sonra İhvan-ı Müslimin'in siyasi duruşunun, ümmetin menfaatinden çok belli bir grubun çıkarları doğrultusunda şekillendiğini gördük. Yaşanan bu son olaylara yaklaşımları ise daha çok mezhebi kaynaklı idi. Şu anda Lübnan'da Hariri hareketini desteklemekteler-ki Hariri Hareketi, dinden nasibini alamamış bir harekettir-. Tabi ben burada oğul Hariri'den bahsediyorum. Babası döneminde böyle bir durum söz konusu olmamıştır. 90'lı yılların ortalarında-yaklaşık 15 yıl önce- Refik Hariri'yi Amerika'nın adamı ve ahlaksız biri olduğu için sert bir şekilde hutbelerimde eleştiriyordum. İhvan-ı Müslimin'den arkadaşlarım beni takdir edip alkışlıyorlardı; şimdi oğul Hariri ile çalışmaya başladıkları için benden uzaklaştılar.
İlaveten; ben 70'li yıllarda Suriye'de İhvan-ı Müslimin ile beraber hareket ettim. Ve açıkça, onların pratiğe aktarımı zor olan adımları izlediklerini gördüm. Mesela ellerinde imkânları olmadan halkı devlete karşı kışkırtıyorlardı.
Körfez ülkelerinde İhvan'ın durumuna bakacak olursak; bir tenakuz hali olarak, körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan, İhvan-ı Müslimin'i kendilerinden bir parça olarak görmekteler ve İhvan'ın bu bölgelerde krallarla arası gayet iyi...
Bu ne zamandan beri böyle?
Abdunnasır'ın onları ezmeye başlamasından bu yana... Yani 1954 yılından beri...
1982 yılında Seyyid Ali Hamaney'e : "Siz nasıl olur da Esed rejimi İhvan-ı Müslimin'i öldürürken sessiz kalırsınız? Siz, nasıl İslami bir devletsiniz?" diye sorduğumda; bana sen de kendine şunu sor dedi: "İhvan-ı Müslimin, Ürdün ve Suudi Arabistan gibi Amerikan yanlısı ülkelerle iyi geçinirken, Suriye ve Irak gibi Amerikan karşıtı ülkelere karşı niçin baş kaldırıyor?"
Şurası bir gerçek ki İhvan, batıdan yana tavırlar sergilerken devrimden yana ülkelerden uzak durmakta... O halde, genel anlamda niçin İhvan'ın -tarihi olan-doğru düşünce ve görüşlerini siyasi çıkışlarında göremiyoruz? Bunun irdelenmesi gerekmektedir. Eğer bu hareketin teorisi ile siyasi alanda yaptıkları çelişmeseydi; "işte model alabileceğimiz hareket, bu!" derdik. Ancak görüyoruz ki bugün buna ehil değiller...
Konu buraya gelmişken; Ortadoğu'da yaşanan olaylar ile ilgili görüşlerinizi almak istiyorum. Gerçekleşen devrim ve ayaklanma çabalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tunus ve Mısır'daki olaylar, Amerika'ya yönelik herhangi bir etki bırakmadan nihayete erdi. Libya'da ise kazanılan zafer, NATO'nun zaferidir. Suriye'ye bakacak olursak orada devrimden söz edemeyiz. Ayaklanmaları başlatan masum insanlar taleplerinde haklılar. Fakat onları kışkırtan dış güçler ve tabii ki Amerika'dır. Esed rejimi, masum sivillere silah sıkarak ortamı ıslah etmeye çalışıyor. Fakat bu silahla olacak şey değil. Suriye'de durum bir hayli karışık. Bir yanda hükümetin halkı katlederek uyguladığı yanlış politikalar; öte yanda halkın dış güçlerce kışkırtılması... Hal böyle olunca; Suriye, devrimden çok fitneye yakın bir durumla karşı karşıya.
"Suriye hükümeti, halk ayaklanmaları neticesinde düşerse yerine Amerika'nın istediği bir yönetim gelecek" tarzındaki görüşü nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce böyle bir durumda Amerika'nın istediği bir yönetim mi gelir?
Kesinlikle öyle olur...
O halde, Suriye üzerinden oynanan oyunların hedefi nedir?
Hizbullah, Hamas ve İslami Cihad gibi direniş gruplarını bloke etmek ve bu hareketleri, dünyada etkisiz hale getirmeye çalışmaktır. Suriye'ye baktığımızda, halka karşı-gerek sokaklarda gerekse de hapishanelerde- büyük bir zulüm yapıldığını görmekteyiz. Fakat şunu da itiraf etmemiz gerekir ki Suriye'nin sergilediği siyasi duruş açısından, dünyada hiçbir ülke Suriye kadar Hizbullah'a, Hamas'a ve İslami Cihad Hareketi'ne arka çıkıp destek vermemiştir.
Suriye'nin siyasi duruşundaki bu başarısı, olayları iyi takip edip, rüzgârın ne tarafa eseceğini kestirip ona göre davranmasından ileri geliyor. Kanaatimizce bu konuda Muaviye bin Ebu Süfyan'ın dehası ile benzerlik söz konusudur.
Esed rejimi yıkılır ve yerine yeni bir sistem kurulursa, gelecek olanlardan çok endişe ediyoruz. En çok da kaosun meydana gelmesinden korkuyoruz. Umarız böyle bir şey gerçekleşmez; ama gerçekleşecek olursa, Irak'ın akıbetinden daha kötü bir akıbet Suriye'yi saracaktır.
Bu durumda kaosun ve karışıklıkların Lübnan'a sıçrama olasılığı nedir?
Evet Lübnan'a da sıçrayabilir. Bazı silahlı Selefi gruplar şu an güçsüzler. Fakat güçlenirlerse, Şiilere karşı büyük eylemler gerçekleştirirler ve böylece mezhebi çatışmalar daha da körüklenir. Zaten kötü olan Lübnan'daki siyasi hava, o zaman daha kötü olur.
Suriye yönetimi düşerse, bölgesel bir savaş çıkma ihtimali söz konusu mudur?
Evet bölgeyi kapsayan bir savaş çıkabilir. Suriye'nin durumunu iyi bilen uzmanlar, eğer Suriye'deki olaylar, yönetimi düşme noktasına vardırırsa, ülkenin İsrail'e karşı hazırladığı roketleri atacağını söylüyorlar. Böyle olursa anında İran ve Hizbullah da devreye girer. Ancak bu savaşa İran ile Hizbullah hazırlıksız girmiş olur; çünkü onların bundan 15 ya da 20 yıl sonrası için İsrail'e büyük bir saldırı planları var.
Türkiye'nin Suriye'nin içişlerine müdahalesi konusuna gelince; Türkiye basınından-özellikle sol gazetelerden-, Erdoğan'ın ve Davutoğlu'nun kendi güdümüyle değil de Amerika'nın güdümü ve politikalarıyla hareket ettiğini duyuyoruz.
Kanaatimiz odur ki Amerika Suriye'nin düşmesini bir yandan isterken; öte yandan kaosun çıkmasından endişe ediyor. Bunun nedeni ise çıkacak kaosun İsrail'in aleyhine sonuçlanabilir olması... Yine ilerleyen günlerde, Amerika'nın hükümetleri devirme politikasından daha büyük karışıklıklar çıkmaması için vazgeçmesi muhtemeldir. Bunu İsrail'in, dolayısıyla kendisinin daha az kayıp vermesi için yapabilir.
Bizce bugün Amerika Suriye üzerinde oynadığı bu oyunda başarısız olmuştur. Bölge üzerinde oynanan oyunun maksadı, Suriye'nin İran ve Hizbullah nazarında zayıflatılması idi. Fakat Suriye bu zamana kadar İran ve Hizbullah aleyhine kararlar almamıştır; desteğini çekmemiştir. Daha geçen dönemlerde Suriye, Amerika'ya bazı hususlarda tenezzül edip, tavizlerde bulunmuştu. Mesela Irak savaşı çıktığında Suriye-Irak sınırını tuttu; çünkü bu olaydan karlı çıkıyordu. Refik Hariri'nin itham edilmesi olayında da Amerika'nın lehine çıkış sergiledi. O zaman çıkarları doğrultusunda Amerika'yı razı etmeye çalışıyordu. Ancak şimdiki mesele, önceki konulara benzemeyen -siyasetin temelini ilgilendiren- bir mesele olduğu için, Suriye artık Amerika'ya taviz vermemektedir. Suriye'de olası bir yönetim değişikliğinin ne İsrail'in ne de Amerika'nın lehine olacağını düşünüyorum. Artık yolun sonuna gelinmiştir. Tabi bunları herhangi bir belgeye dayanarak değil de tahminlerimiz doğrultusunda söylüyoruz.
Yeni bir hükümet, İslami bir hükümet olabilir mi?
Tabi ki İslami bir hükümet olmayacak...
Şu anda İslam ümmeti, fitnenin içine düşmüştür. Allah bu fitneden sağ ve galip çıkmamızı nasip etsin. Bugün Hizbullah ve İran, bu olaylarda Esed'in yanında durarak İslam âlemi nezdindeki itibarının zedeleneceğinin farkında... Esed'e defalarca nasihat edip elçi göndermelerine rağmen, Esed bu uyarıları dikkate almadı. İran ve Hizbullah, açıkçası bu konuda başka bir şey yapamaz. Yani bizler çoğunluğun yanında mı yer alacağız; yoksa değişmez ilkelerimizin yanında mı?
İran ve Hizbullah'ın Suriye'nin yanında yer almasının nedeninin mezhebi taassuptan kaynaklandığına dair söylentiler var. Buna ne dersiniz?
Eğer bu doğru olsaydı, İran niçin Gazze'yi desteklesin ki? İsmail Haniye, İran'dan bu güne kadar üç yüz milyon dolar sadece nakdi yardım aldıklarını açıkladı. Mezhep kaygıları ile hareket etseydi İran, yardım yollamazdı.
Bahsettiğiniz husus, derin ve hassas bir konu. Siz-yani biz- bir yandan Şia'nın fıkhını eleştirirken, aynı zamanda İran ve Hizbullah'ı destekleyeceksiniz; bu durum, Müslümanlar nazarında çelişki sayılmaktadır. Fakat bunun aşılabilmesi için iki taraftan da basiretli kişilerin çoğalması ve bu kişilerin fıkhi yönden ayrı, ama siyasi görüşte bir olunabileceğini eylemleriyle göstermeleri gerekir ki böylece İslam ümmeti ihtilafları fitneye dönüştürmesin.
Mezhebi ihtilafların basın yoluyla kışkırtılıp fitnelere sebebiyet verildiği bir dönemde bizlerin bunun önüne geçmek için canla başla çalışmamız gerekmektedir.
Son olarak, Türkiye'yi nasıl değerlendirdiğinizi sormak istiyoruz. Gerek halk olarak gerekse de yönetim olarak, nasıl bir Türkiye okuması yapıyorsunuz?
Beş yüz yıl boyunca Osmanlı devleti İslam'ı temsil etti ve bir medeniyet ortaya koydu. Türklerin Araplarla kaynaşması ise, 2. Selim'in Mercidabık savaşı ile Suriye ve Lübnan'ın üzerine yürümesi ile başladı. Lübnan sahili sakinlerinin bir kısmının soyu Türklere dayanmaktadır. Böylece Araplar ve Türkler kaynaşmış ve Türk kültürü de hayatımıza girmiş oldu. Hatta dilimize ve yemeklerimize kadar... Bu bağlamda Türklerin, Araplar üzerinde büyük tesiri vardır diyebiliriz. Türkler İslam'ın yayılmasına büyük katkı sağlamışlardır. Modern Türkiye'de Atatürk döneminden sonra İslam'dan uzaklaşma oldu. Ama Türklerin tekrar İslam'a sıkıca tutunabileceklerine inanıyorum. Çünkü bu güç onların köklerinde, akıllarında ve kültürlerinde mevcut... Mesela Topkapı Sarayı'na ve Yıldız Sarayı Müzesi'ne gittiğinizde, İslam kültürünün buralarda toplandığını görür ve kendinizi adeta İslam'ın kalbinde hissedersiniz. Türklerin İslam'dan başka övünecekleri neyi vardır ki? Mesela Farsların İslam'dan önce bir medeniyetleri vardı. Fakat Türkler, medeniyete İslam'la kavuştu.
Türkiye'de Kenan Evren'in düğmeye basmasıyla yapılan 80 Darbesi, İslami bir hükümetin oluşmasını engellemek için, şüphesiz Amerika'nın güdümünde gerçekleşti. Bunu açıkça görmekteyiz. Necmettin Erbakan'ın siyasi basireti, şecaati, profesör oluşu ve daha birçok insani özelliği ile üzerimizde büyük etkisi olmuştur. Erdoğan ise pragmatisttir. Gerçi hepsi Erbakan'ın öğrencileridir. Onlar yaptıkları bir kısım işlerin aslını, özünü başkasında değil Erbakan'da buldular. Eğer Erbakan'ın yolundan gitselerdi, şu an çok daha farklı olurlardı; öncelikle bunu bilmemiz gerekir. Şimdi ise onların imtihanı şudur: "Acaba işgal ettikleri bu makamı İslam adına bir fırsat olarak mı değerlendirecekler? Yoksa yerlerinde mi sayacaklar?"
Türkiye'nin Ortadoğu ülkeleri için model olarak sunulması konusunda ne düşünüyorsunuz?
Burada iki ihtimal söz konusu olabilir. Ya Amerika Erdoğan'ı bu konuda kullanacak. Ya da Erdoğan, İslam'ı yayma noktasında Amerika'dan istifade edecek; bunu göreceğiz. 2-3 sene içinde kimin İslamcı olduğu, kimin olmadığı ortaya çıkacak...
Ben yine de Erdoğan'ı ihlâslı, şuurlu ve İslam adına hareket edebilecek güçte görüyorum. Daha fazla adım atmamasının nedeni, asker ve etrafındaki laik kesimdir. Açıkçası bizler Mavi Marmara olayında çok sevindik, Erdoğan'ı takdir ettik ve O'nun resmini astık. Hem İslam adına hareket etmek, hem de İsrail'le ilişkilere devam etmek-ikisi bir arada nasıl bulunabilir derseniz; Türkiye'nin öteden beri alakası zaten vardı. Erdoğan bunu zayıflatıp koparma çabasında diye düşünüyorum... Tabii ki bizimkisi sadece bir ümit...