Selâhaddin Çakırgil
Suriye Buhranı İçinde Yeni Buhranlar, NATO"nun Yeni Oyunları..
"Suriye Buhranı" konusunda gelinen nokta, tam bir traji-komik durum..
Hele de, maddî imkanları ve silahlı güçleri açısından dünyanın en ilerde sayılan devletlerinin gerekli gördükleri silahları, gerekli gördükleri tarafların eline tutuşturup, kendi maslahat ve menfaatlerini temin edecek kıvâma gelinceye kadar gerekli gördükleri kanlı "savaş oyunları" kurmalarının hiç yeni olmadığı hatırlandığında..
Elbette bu savaş oyunlarının kurulabilmesi için, sosyo-politik/ekonomik ve kültürel zeminlerin o savaş oyunlarına uygun olacak şekilde tanzim edilmesi de sağlanır.
Bunun en başında da, o savaş oyununun kurulacağı bölgede hâkim olan gücün zulmünün artık tahammül edilmez noktalara gelebilmesi için, çatışma zeminlerine uygun bir yapının olup olmadığına da bakılır, ve yoksa oluşturulmasına; varsa ihtilaflı tarafların daha bir geliştirilmesine, tahrik edilmesine, korkuların tırmandırılmasına, dış çevredeki ve içerdeki sosyal farklılıkların birbirine karşı mücadele verecek şekilde daha bir düşman hale getirilmesi için hazırlanan planların tatbiki yolunda her türlü entrikalar kurulmaya çalışılır, gerekli mizansenler hazırlanır, o ülkelere hâkim olan veya tahakküm eden rejimlerin yönetilen kitleler nazarında daha tartışmalı hale gelmesi için ve her türlü zemin çalışmaları yapılır. Çünkü, kurulan bu savaş oyununda hedef, her ne pahasına olursa kazanmaktır ve kazanan tarafta olmak için de, hedefe götürecek her şey caizdir, "harb hiledir" mentalitesince..
Bunun için de, emperyalist güçlerin taktiklerinden en başlıcası da, önce, karışıklık çıkarılması ve sonra sahneye kurtarıcı olarak fırlamak üzere gerekli düzenlemelerin yapılmasıdır.
Hele de müslüman coğrafyalarında meydana getirilen parça-bölüklük durumu, bu gibi entrikalar için daha bir kolaylık sağlar. Çünkü, oluşturulan yığınla devletçiklerin, yığınla başkentlerin, kutsal sayılan ulusal sınırlar ve bayrakların etrafında toplanan her toplum, kendisini merkezde bilir ve asıl korunması gerekenin kendisi olduğu kanaatini öne çıkarır. Bu yığınla yönetim merkezlerinin başına oturtulan kişi veya kadroların herbirisinin irade ve menfaatinin diğeriyle zıdlaştığı bir tablo hele de son 100 yıllık tarihimizin ayrılmaz parçası..
*
Bu yolda, dünyadaki yığınla hadiselerin içinde, bir-iki örneği tekrar hatırlayalım.
Bosna"da müslüman halkın, 20 yıl önce bugünlerde, sırb faşistleri tarafından ve sırf müslüman oldukları için onbinler değil, yüzbinler halinde katliâm olunduğu o korkunç "temizlik" hareketinin üzerinden üç yıl gibi bir katliâma rağmen, Amerikan emperyalizmi sessiz kalıyor ve dönemin Amerikan Sav. Bakanı Warren Christopher, "Bosna"da bizim ulusal menfaatlerimiz açısından, Amerika"nın duruma müdahale etmesini gerektiren bir durum yoktur.." diyordu. Ama, o korkunç cinayetler o kadar büyümüş ve dünya o kadar çaresizleşmişti ki, hemen herkes, "Yahu, bu kanı kim durduracaksa durdursun! Yeter ki, dursun!" dedirttirecek bir çaresizlik içindeyken, Amerikan emperyalizmi, devreye bir kurtarıcı gibi giriyor ve taraflara, "Deyton Andlaşması"nı dayatıyor ve Bosna"da bir peynir kalıbı gibi delik deşik, komik bir yeni yönetim yapılanması getiriliyordu. Ali İzzet Begoviç de, başka çaresi kalmadığı için, "Ben Bosna"yı ancak bu kadar kurtarabildim, gelecek nesiller de daha fazlasını kurtarsın.." diyebiliyordu.
*
Aynı şekilde, daha sonra Kosova Buhranı patlak verip, sivil savunmasız kitleler halinde yüzler-binler halinde öldürülmeye, yüzbinlerin evlerini-barklarını terketmek zorunda kaldıkları o 1998-99"lu yıllarda, buhran yine kimsenin bir şey yapamadığı bir karmaşık ve tehlikeli noktaya getirilmiş ve sonunda da, yine Amerikan emperyalizmi, kendisinin vazgeçilmezliğini isbatlamak istercesine, devreye girmiş ve kan durmuş, ama, Kosova da, Sırbistan"dan fiilen ayrılmıştı.
O merhalede, kimsenin, "Yahu, Amerika müdahale etmesin de, Kosova halkı öldürülürse öldürülsün.." diyecek mecali kalmamıştı.. Hemen herkes, o kadar çaresizdi.
Bugün de, Suriye"de gelinen nokta, yazık ki, benzer bir tablo gösteriyor.
Uluslararası silah kaçakçıları her oyunun içinden çıkabilir..
Suriye"de, başta Baas rejimi ve Esed Hanedanı diktatörlüğü olmak üzere, bütün taraflar, genelde silahlarını sanayileşmiş ülkelerden elde ediyorlar, tabiatiyle..
Bu silahları yapanlar, bu silahlar için pazar bulmaya mecburlar.. Bunun için de, birbirlerini yoketmek üzere, her türlü silahı kullanmak isteyen düşmanlık kutubları oluşturmak ve onları tahriketmek gerekiyor.
Ayrıca silah / ölüm tâcirleri, devletlerin dışında, büyük paraların oynadığı, silah kaçakçılığı gibi mafiatik yollarla, bu silahların intikalinde büyük roller oyunlar oynuyorlar.
*
Hatırlayalım ki, 1980-88 arasındaki İran-Irak Savaşı"nın en hassas anlarında, 1985-86 yılında, İran, İrlandalı silah kaçakçılarıyla irtibat kurmuş ve onlar aracılığıyla uluslararası pazarlardan ihtiyacı olan en hassas silahları almak istemiş ve sonunda sipariş olunan silahları temin edip, sipariş olunan silahları taşıyan uçak, kararlaştırılan özel şifrelerle, Tahran-Mehrâbâd Havaalanı"nın uzak bir köşesine inmişti.
Uçaktakileri karşılamaya giden İran"lı yetkililer, kapıyı açtıklarında ise, karşılarında, İrlandalı kaçakçılar yerine dönemin Amerikan Başkanı R. Reagan"ın Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı Mc Farlane"i bulmuşlardı. Mc Farlane, İran"a girmek için başka bir yol bulamadığından bu usûlle geldiğini belirtip özür dilemiş ve Amerikan Başkanı"nın özel mesajlarını getirdiğini bildirmişti. Tabiatiyle, hayret verici bir durum idi, bu.. Çünkü, İrlandalı kaçakçılarla aralarındaki şifrelere Amerikalılar da sahib olmuşlar ve bu senaryoyu hazırlamışlardı.
Ve bir hafta sonra, Mc Farlane ülkeden çıkarılmış ve bunun ne sebebini nin ne olduğunu anlaşılması için beklenmesine karar verilmişti. Durum medyaya yansıdığında ise, Amerika önce reddetmiş, sonra Mc Farlane intihara teşebbüs etmiş ve sonra da, bu ilginiç teşebbüsün doğruluğu, Amerikan Hükûmeti tarafından da resmen itiraf olunmuştu.
Bugün de nelerin nasıl olduğunu düşünmek için,ii bu örnekten alınacak dersler vardır.
*
Ancak, bazı okuyucular, bilhassa da gönderdikleri e-mail mesajlarında, bir önceki yazıda, bu kimyasal silahların Esed rejimi tarafından kullanılmış olabileceğine dair kanaate ağırlık verişilişinin dayanağını soruyorlar. Herşeyden önce, o yazıda da belirtilmeye çalışıldığı üzere, Suriye"de kimyasal silahların kullanıldığı üzerinde bir şübhe yok.. Hem muhalif güçler, hem Esed rejimi durumu kabul ediyor ve kimse kazaen meydana gelen bir gaz patlamasından da sözetmiyor. Demek ki, ortada bir acı gerçek, kasıdlı olarak meydana getirilmiş..
Amerika, Suriye"de "sarin gazı kullanıldığının belgelendiği"ni iddia ediyor. Olabilir de, olmayabilir de.. Geçmişteki entrikacı tavırlarından biliyoruz bunu.. "Sarin gazı"nın asıl üreticisinin de İngiltere olduğu, yani satıldığı biliniyor.
Rusya lideri Putin ise, kimyasal silahları, kesinlikle Suriye rejiminin kullanmadığını iddia ediyor.
Herkes kendi siyasetine göre bir iddiayı doğru gösteriyor..
Ancak, bu silahları muhalif güçlerin kullanmış olabileceğine dair iddialar da sözkonusu elbette. Özellikle, İran medyasında, bu silahların, "terörist" olarak niteledikleri muhaliflere, Suûd rejimince verilmiş olabileceğini kesin imişçesine kat"i bir ifadelerle yayınlar yapılıyor. Ama, bu arada, İran"dan 2 Eylûl günü ve ilk kez olarak aykırı bir sesin yükselebildiği de görüldü ve Hâşimî Refsencanî"nin, "Esed rejiminin halkına karşı kimyasal silah kullandığını" söylediği ajanslara düştü. İlginçtir, bu 76 milyonluk ülkede, dış siyaseti etkileyecek bir konuda, en üst makamda bulunan Rehber"in söylemediği bir şeyi söyleyebilecek hemen hiç bir ses çıkmamaktaydı. Bu açıdan Refsencanî"nin bu açıklaması daha bir önemlidir. Ve böyle bir açıklamayı da ancak o yapabilirdi ve o yaptığı zaman da bir mânâ ifade ederdi.
Esed rejimini illâ da temize çıkarmaya niyetlenmiş olan niceleri ise, "Esed atmış olamaz." iddiasını tam bir polemik havası içinde sürdürmeye çalışıyorlar.
Halbuki, Baas ideolojisine sahib yönetim mekanizmalarının harekete geçirdiği güçlerin hiç bir insanî, vicdanî ve ahlâkî, ölçü taşımadıklarını Irak"daki Baas rejiminin başı Saddam"ın ve Suriye"deki Baas rejiminin başı Hâfız Esed"in 1970"lerden 20007li yıllara ulaşan uygulamalarından da biliyoruz.
Esed rejimi bu kimyasal silahları niçini kullansın?" diyorlar, bazıları da..
Bunun cevabını vermek, Esed"e rejimine düşer. Ama, Baas ideolojisinin ve rejimlerinin ne menhus bir yapısının olduğunu bilenler için bunu tahmin etmek zor olmasa gerek..
Ayrıca, Beşşar Esed"in nasıl bir kaatil babanın oğlu olduğu bilindiğine göre, genlerindeki cinayet işleme eğiliminin ağır basmış olması ihtimali de düşünülebilir.
Ayrıca, hatırlayalım ki, daha geçen sene, Avrupa Birliği temsilcilerine açıkça, "orduya tam hâkim olamadığını, söz geçiremediğini" söyleyen de Beşşar Esed idi..
Bu açıdan, Esed"in kimyasal silah kullanmış olabileceğine ağırlık veren kanaatin neye dayandırıldığını ısrarla soranlara belirtilmeli ki..
Eğer, bu silahlar, Şam"da, Esed"in sarayı ve çevresiyle, başkentin Esed rejimine vargücüyle destek veren semtlerine karşı kullanılsaydı, o zaman, bu silahın Esed rejimince kullanılmış olması ihtimali oldukça zayıf olurdu.
Ama, öyle olmamış, Şam"ın kenar mahallelerinde, muhaliflerin güçlü olduğu semtlere karşı kullanılmıştır. Bu kimyasal silahları, o semtlere karşı Esed rejimi kullanmadıysa, kim kullanmıştır? Kaldı ki, 1500"den fazla insanı kavuran, binlerce insanı da etkileyen bir kimyasal silahın ancak uçakla veya füze ile kullanılması ihtimali vardır ve bu da Suriye"de bugün sadece Esed rejiminin elinde vardır.
*
USA emperyalizminin entrikaları yeni değil ki..
Buna rağmen, Amerika"nın iddialarının doğruluğu da peşinen kabullenilemez, tabiatiyle..
Unutulmasın ki, 2003 Baharı"nda, Amerikan emperyalizmi, Saddam Irakı"na bir kez daha saldırmak istediğinde, dönemin Amerikan Başkanı G. W. Bush kesin beyanlarını doğru gibi kabul eden USA Dışbakanı Colin Powel, BM. Güvenlik Konseyi"nde dünyaya dudak ısırtan açıklamalar yapmış, Saddam rejiminin elinde, başta nükleer ve kimyasal silahlar olmak üzere, kitle imha silahlarının bulunduğuna dair belgeleri gözler önüne sermiş ve Irak"a da bu açık belgelere dayanılarak saldırılmış ve İran"a saldırıp, 8 yıl savaşabilen Saddam ve rejimi, 20 gün içinde çöküvermişti! Halbuki, Saddam da, tıpkı bugün Beşşar Esed"in yaptığı gibi, Amerika"ya meydan okumakla meşguldü..
Ama, daha sonra, Colin Powel"in açıkladığı belgelerin, yıllarca önce, yapılmış bir akademik çalışmadan aktarılmış sahte belgeler olduğu ortaya çıkmış ve o belgeleri de İng. Başbakanı Tony Blair vermişti Amerikan Başkanı Bush"a.. Ve Colin Powel bu durum karşısında, "korkunç şekilde aldatıldığıını ve bu utancı ömrü boyunca taşıyacağını" söyleyerek istifa etmişti. Bugün de öylesine organize aldatmaların olabileceği mümkündür.
*
Bazı e-mail notlarında ise, Suriye Baas rejimi, bölge emperyalizme karşı direnen bir odak olarak gösteriliyor ve Suriye Baas rejiminin çökmesinin, emperyalizmin zaferi demek olacağını belirtiyorlar. Bu ihtimal üzerinde de düşünülse bile, sadece emperyalistlerin zafer kazanacağı iddiasının doğru olduğu da söylenemez.
Allah"u Tealâ"nın da bir hesabının olduğunu niçin düşünmeyelim?
Kezâ, sadece USA emperyalizminden söz etmek de doğru değildir.
Suriye"nin, son yarım asırdır, Doğu Akdeniz"de, Sovyet Rusya emperyalizminin iskele başı durumunda olduğunu ve bugünkü Rusya için de stratejik açıdan aynı rolü üstlendiğini görmezlikten gelip, onun anti-emperyalist bir rejim olduğunu söyleyebiliyorlar.. Buna kendilerini inandırabilirler, ama, herkesi değil.. Yoksa, Rusya"nın da emperyalist bir ülke olduğu görülmüyor mu?
Rusya"nın, son 200 yıldır, hele de Akdeniz, Ortadoğu, Kafkaslar, Balkanlar ve Doğu Avrupa"da oldukça etkili bir emperyalist siyaset güttüğü nasıl görmezlikten nasıl gelinebilir?
Ayrıca, Suriye rejiminin emperyalist güçlerden sadece birisine karşı direndiği farzedilse bile, bu, ona, kendi ülkesinin insanlarından oluşan yüzbini aşkın insanın öldürülmesiyle sonuçlanan bir savaşın aslî faili olmakta mâzur görülmesi için yeter mi? Bu yüzbinden fazla kurbanın hepsini o rejimin öldürmediği düşünülse bile, hükûmet etmek mevkıinde olduğu halde, duruma hâkim değilse, böyle bir hükûmetsizliğin ortaya çıkardığı korkunç katliâm ve cinayetlerin üzeri, anti-emperyalist direniş ve mücadele iddialarıyla nasıl örtülmeye çalışılır?
Bazıları da, "emperyalizme karşı direnebilmek için, diktatörlük gerekirse, o da olur.." diyebiliyorlar ve böylece, emperyalizme karşı çıkıldığı iddiası gibi bir fantezi uğruna, yüzbinlerce insanın katline daha seyirci ve duygusuz kalınabileceğini ifade etmiş oluyorlar.
*
Ateşin kenarında olanlar ne yapsınlar?
Bazıları da, Başbakan Erdoğan"ın, "Biz Suriye"de akan kanın durması için yapılacak her teşebbüse yardımcı oluruz.." şeklindeki sözlerine bakarak, bu beyanları, Amerika"yla işbirliği olarak değerlendiriyorlar. Bu, fazlaca ağır bir itham değil mi? Ateşini kenarında olan bir ülkenin sorumlularının alacakları kararların, sorumsuz kimselerin masa başında ürettikleri hayalî çözümlerle uyuşmaması tabiîdir. Kaldı ki, kanın durması için çaba harcamaya vurgu yapılmasından, emperyalizmle işbirliği yapılıyor sonucuna varmak, ne kadar hakkaniyetli bir görüştür?
Bu vesileyle, 1992-1999 arasında Bosna ve sonra da Kosova"da yaşanan çaresizlikler gibi bir durum sözkonusu.. Dünya, o buhranlar sırasında, "Her kim olursa olsun, yeter ki bu kanı durdursun.." diye bekleyiş içindeydi..
Bugün de Suriye"de yaşanan durum aynı.. Amerikan emperyalizmi de bu noktaya gelinmesini planlamış olabilir belki.. Ama, yapılacak başka bir şey yoksa, onbinler- yüzbinler daha ölsün mü demeli, yoksa kanın durması için mi çırpınmalı?
Kaldı ki, Türkiye o zamanlar, Amerika"nın her buyruğunu yerine getirmeye çalışıyor ve Ecevit ve Demirel"ler, Amerika"nın kendilerine yanlış bilgi vermiyeceğini kesin olarak beyan ediyorlardı.. Nitekim, 12 yıl öncelerde, 11 Eylûl 2001 Saldırıları"ndan sonra, Amerikan emperyalizmi, Afganistan ve Irak"a saldırı planlarını tezgahlarken, dönemin T.C. Başbakanı Ecevit, "Amerika bizim müttefikimizdir ve onun bildirdiklerini doğru kabul ederiz.." diyordu..
Şimdi öyle bir teslimiyetçi anlayış var mı Allah aşkına?
En azından karşı çıkışlar ve itirazlar dile getirilebiliyor ve bunun ardından da, Amerikan emperyalizminin yetkili ağızlarından, "Bunu not ettik!" şeklinde dolaylı tehdid açıklamaları geliyor. Ayrıca, Tayyîb Erdoğan, gaayet sarih olarak, "Bize saldırılmadığı müddetçe Türkiye"den Suriye tarafına tek bir mermi bile sıkılmayacaktır!" diye açık beyanlarda da bulunuyor. Erdoğan"ı körü körüne savunmamak gerekir, bu doğru; ama, ona körü körüne muhalefeti esas alanların biraz vicdanlı ve geçmiş uygulamalarla mukayeseli düşünmeleri gerekmez mi?
Bu arada, geçmişte, Erdoğan"ın danışman kadrosunda yer alan bazıları da, yazılarında, Türkiye"nin Batı tarafından Suriye Buhranı"nda kullanıldığını, aldatıldığını söylüyorlar ve kendilerinin görüşlerinin dinlenmediğinden yakınıyorlar. Ama, insafla düşünülsün, bir hükûmet"ten sırf kendi görüşlerine göre bir dışsiyaset belirlenmesini istemenin içinde, büyük bir "tevâzu" (?) yok mu?
Kaldı ki, Türkiye"nin Suriye bataklığına çekildiği iddiası geçerli olsaydı, ABD ve AB, Türkiye"nin Suriye"ye müdahalesini iki sene öncelerden beri teşvik edip duruyordu. Ama, Türkiye, bir askerî harekâta kalkışmamak konusunda son derece temkinli davrandı..
Haa, Suriye"ye karşı hiç bir husûmet sergilenmemeliydi, denilirse, Allah aşkına, bir rejim, sivil halkı bombardımanlarla ezerken, onbinler öldürülürken, perişan milyonlar sığınacak ülke ararken, başta Haleb olmak üzere, hemen bütün şehirler hayalete dönecek derecede viran edilirken, Beşşar Esed rejimine nasıl dost kalınabilirdi?
Kaldı ki, Suriye"de iç-çatışmaların başlamasından sonraki ilk 8 ay zarfında, Erdoğan, Ahmed Davudoğlu"nu defalarca Şam"a gönderdi ve Beşşar"a tavsiyelerde bulunuldu. Ama, Beşşar Esed, daha sonra, "taa baştan beri İkhwan kafalı idi" diye suçladığı Tayyîb Erdoğan"ın tavsiyelerine kulak tıkayacak birisi olduğunu, açıkça beyan etmişti, "Biz bu mıntıkada sekülarizmin bekçisi olan bir Suriye rejimi olarak Erdoğan"ın isteklerini kabul edemezdik.." diye.. Böyle birisi karşısında ne yapılabilirdi?
*
Bazı okuyucular ise, "Türkiye askeri, Suriye"ye girmeli.." diyorlar.
Böyle bir hareketin hele de bugünkü dünya dengelerinde neler getireceğini, neler getireceğini düşünmeden.. Hatırlanmalı ki, Birinci Dünya Savaşı"na çok yüce idealler v e hayallerle girilmişti, ama, sonu ne bambaşka oldu..
NATO, Türkiye"yi ateşe atabileceğini, ama, onun için ateşe girmeyeceğini hissettiriyor..
Bu arada, Suriye Türkiye"ye saldırırsa, NATO"nun ne yapacağı da ayrı bir konu.. NATO Gen. Sekreteri Rasmussen, 3 Eylûl günü yaptığı açıklamada, "NATO bu zamana kadar da Suriye"de bir rol oynamıştır.." diyordu..
O rolün ne ve nasıl olduğunu hep birlikte gördük..
Bu sözde ilginç bir gizli itiraf da vardır. Suriye Buhranı"nın içinden yeni buhranlar ortaya çıkmasının planlayıcılarından birisi de NATO"dur, yani Amerika ve İsrail"dir. (İsrail her ne kadar NATO üyesi değilse de, NATO"nun bütün stratejik bilgilerinin kendisiyle paylaşıldığını Amerikan Hükûmeti 30 yıl öncelerden beri resmen açıklamıştır.) Tabiatiyle NATO dünyası, Suriye"de de kendisi için tehlike teşkil etmiyecek planların, entrikaların peşindedir. Bunun için de, gerektiğinde, Suriye Baas rejiminin ve Esed diktatörlüğünün iktidarda kalmasını tercih edecektir.
Türkiye"nin çelişkisi de, burada daha bir sırıtıyor.
Çünkü, Türkiye hem NATO üyesi, hem de NATO"nın düşündüğünün dışında bir Suriye tasavvur etmeye çalışıyor.
Rasmussen, Suriye"nin Türkiye saldırması durumunda nasıl bir tavır takınılacağına da değindiği açıklamasında, "O zaman, nasıl bir cevab verileceğini istişarelerle karara bağlarız.." diyordu. Bu karar mekanizmalarının gerektiğinde nasıl sür"atli ve gerektiğinde de nasıl kaplumbağa yürüyüşüyle olduğu bilinmiyor değil..
Bu da, o zaman da ipe un serilebileceğinin habercisi gibi gözükmektedir.
NATO"nun o zaman nasıl karşılıklar vereceği de, bugüne kadar, Amerika"nın ve tabiatiyle İsrail"in menfaatleri gibi konularda nasıl davrandığından çıkarılabilir.
Öte yandan, Suriye"den Türkiye"ye yönelik muhtemel bir saldırıya karşı Patriot savunma sistemlerinin yerleştirilmesinin, iki aydan fazla zaman aldığı da hatırlanmalıdır. Kaldı ki, iki ay kadar önce, NATO başkomutanı olan Amerikan generali, bir Suriye saldırısı halinde, bu Partiot sisteminin kısa menzilli saldırılar için etkili olabileceğini, bu sistemin uzun menzilli füze saldırılarına karşı etkili olamıyacağını açıkça belirtmişti. NATO dünyası kısaca, Suriye"de, yağmurdan kaçarken doluya tutulmamak misali, Esed"den kurtulalım derken, İslamî eğilimli kadroların, -Mısır ve Tunus"daki örneklerde olduğu üzere- yönetime gelmesi "korkunç ihtimali"yle karşılaşmak istemiyor. (Mısır"daki darbeyi de bunun için hazırlamadılar mı?) NATO dünyasının tereddüdler içinde gözükmesi, bu yüzden..
Görülüyor ki, Suriye Buhranı, kendi içinde yığınla yeni buhranları üretmektedir ve üretecek durumda gözükmektedir. Bu tablonun baş oyuncularından birisi de NATO olup, bu güç odağının, Türkiye"nin bugünkü yöneticilerine derinden derine duyduğu hınç sebebiyle, istediği şekilde kullanamadığı takdirde, Türkiye"yi yüzüstü bırakmakta tereddüd etmiyeceği görülmelidir.
*Mevlâ, görelim n"eyler..
haksöz