Nureddin Şirin

Nureddin Şirin

Suriye Konusunda Gerçeklerle Yüzleşmek Mi, Yanıltmaya Devam Etmek mi?

"Suriye Muhalefeti Türkiye"de Toplanırken Türkiyeli Kardeşlerimize Düşen Görev" başlıklı yazımızı yazdığımızda, Suriye muhalefetinin "Suriye"de Değişim" konulu Antalya Konferansı henüz düzenlenmemişti.

Biz bu toplantının yapılacağını, kimlerin bu toplantıya katılacağını, "Suriye muhalefeti" olarak kendilerini tanımlayanların nasıl bir kimlik ve misyon taşıdıklarını kanıtlarıyla ortaya koymaya çalışmış ve sonuçta, Türkiye"de "Suriye halkı ile dayanışma" adı altında eylem ve etkinlik düzenleyen kardeşlerimize çağrıda bulunmuştuk:

"Madem ki ülkemizde Antalya"da Suriye Muhalifleri toplanacak ve Suriye muhalefeti adına kararlar alıp temsilciler seçecek, sizler de, bu toplantıdan Suriye muhalefetinin, her tür emperyalist ve siyonist projenin şiddetle karşısında olduğu, Esad yönetimine karşı kurulacak yeni yönetimin siyonist rejimin varlığını, emperyalizmin bölgedeki sultasını kesinlikle reddedeceği ve denizden nehire kadar tüm Filistin toprakları özgürleşinceye ve siyonist rejim ortadan kalkıncaya kadar Suriye"nin direniş ülkesine dönüşeceği kararını çıkartın"

Emperyalist ve siyonist projelerin Suriye üzerine çöreklenmesine karşı da bir direniş başlatın ve Suriye halkının özgürlük ve adalet taleplerinin böylesi kirli odaklar eliyle kirletilemeyeceğini onların yüzüne haykırın.

Ve ayrıca adıyla ülkemizdeki sıkça boy gösteren bu Şam Deklerasyonu oluşumunun kimler tarafından teşkil edildiğini, bunun sekreteryasını, bu bileşenlerin politik, idelojik hesaplarını gün yüzüne çıkartın."


Bazı kardeşlerimiz ve Suriye muhalefetinden bazı şahsiyetler, Suriye yönetiminin Siyonizm karşısındaki duruşunun ve Filistin direnişine verdiği desteğin gerçek dışı ve aldatmaca olduğunu belirtiyorlar. Dolayısıyla, "Suriye direnişin yanında, siyonizmin karşısında" söyleminin Suriye yönetimi tarafından kendini meşrulaştırma argümanı olarak kullanıldığını göz önüne aldığımızda, Türkiyeli kardeşlerimiz ve Suriye muhalefet temsilcileri tarafından yapılacak tek şey kalıyordu:

Antalya toplantısıyla bir araya gelen değişik grup ve partilerden oluşmuş 300"ü aşkın Suriye muhalifi, Esad yönetiminin bu "koz"unu elinden alarak, kendilerinin siyonizm ve emperyalizm karşısındaki kesin, net ve dik duruşlarını ortaya koyacaklardı. Böylelikle, Esad yönetiminin iddialarına karşın kendilerinin direnişin yanında kararlı bir halk gücü olduklarını göstereceklerdi...

Konferansta belirlenen tek nokta, Yurt dışındaki bazı Suriye muhaliflerinin Batı ülkelerinden Libya"da olduğu gibi, Suriye yönetimine karşı askeri güç kullanma çağrılarına, "herhangi bir dış müdahale istemiyoruz" şeklinde olmuştu.

Bunun dışında Antalya toplantısında, açıklanan ortak deklarasyonda, siyonizm karşıtı duruşu, "Filistin"in özgürlük mücadelesini destekleme"yi ifade eden hiçbir ifade ve açıklama söz konusu olmadı. Ne yazık ki, bunun anlamı şuydu:

Müslüman kardeşler dışında, Suriye muhalefeti adına ortaya çıkan grupların "siyonizmin karşısında durma, Filistin"in özgürlük mücadelesini destekleme, direniş için güçlü bir dayanak olma gibi bir dertleri, kaygıları yoktu. Bundan da öte, değişik zamanlarda ve vesilelerle yapılan açıklamalarda, Esad sonrasında kurulacak yeni "demokratik Suriye"nin siylonist rejimin varlığını tanıyacağı, "İsrail ile barış anlaşması" imzalayacağı bile ileri sürülebildi...

Bunun ötesinde, konferansta Müslüman kardeşler dışındaki tüm delegeler, Suriye"de "laik bir rejim" istediklerini de açıkça belirttiler. Yapılan konuşma ve yazılan metinlerde "din ile devlet işlerinin tamamen birbirinden ayrıldığı laik ve demokratik bir rejim" talebi vurgulandı...

Bizler akıntının tersine bu haberleri yaptığımızda, bazıları bu tür haberlerin dezenformasyon olduğunu, dedikoduları sayfalarımıza taşıdığımızı, Suriye halkına karşı baas rejimini desteklediğimizi, bundan da öte "mezhepçi ve baasçı" olduğumuzu ileri sürdüler.

Yeri gelmişken ifade edeyim:

Nusayrilik İslam dışı batıl bir mezheptir. Bu mezhebin İslam nazarında bir meyşruiyeti yoktur. Mesele ne Nusayriliği desteklemek ne de Suriye"deki Sünni Müslümanların zulüm ve haksızlığa uğramasına göz yummaktır. Eğer birileri bizi bu yönde itham edecekse onlara şunu demek isterim:

Her kim Nusayri destekçiliği yapıp Ehl-i sünnet Müslümanlarının zulüm ve haksızlığa uğramasına göz yumarsa, her kim Nusayri-Baas yandaşlığı ile Müslüman kardeşlerinin ezilmesine katkı sunarsa Allah"ın, meleklerin, peygamberlerin ve tüm Salihlerin laneti onun üzerine olsun.

Bir örnek vereyim:

Lübnan"da "14 Mart" ve "8 Mart" adlarında iki ayrı cephe var. Birinin başını Saad Hariri başkanlığındaki Lübnan Gelecek Partisi, ikincisinin de başını Seyyid Nasrullah başkanlığındaki Hizbullah çekiyor.

Velid Canbolat başkanlığındaki Dürzi "İlerici Sosyalist Partisi" dün "14 Mart cephesi" içindeydi, hatta Hizbullah"a karşı savaşmaktan söz ediyordu. Öyle ki, Hizbullah Beyrut"un kontrolünü ele geçirdiğinde Dürzi milislerle çatışmış ve bu çatışmalarda şehid vermişti. Yine aynı kampta Semir Caca başkanlığında Hristiyan "Lübnan Güçleri" partisi de vardı.

Bizler, "Hizbullah cephesi" destekçisi olarak Velid Cambolat"a şiddetle karşı idik. Ama bugün aynı Cambolat Hizbullah liderliğindeki "8 Mart cephesi"ne destek veriyor. Yani, 14 Mart cephesinden ayrılmış durumda. Dolayısıyla, biz şimdi Dürzilerle aynı saftayız. Burada ölçümüz açık:

Kim direnişin yayındaysa biz onunla birlikteyiz, kim direnişin karşısında ise biz de onun karşısındayız. Onun dini ve mezhebi bizim içim ölçü değildir.

8 Mart cephesinde ayrıca Mişel Aun liderliğindeki Hristiyan bir parti de var. Yani, bu Hristiyanlar hem 14 Mart cephesi içinde, hem de 8 Mart cephesi içinde. Bizim Samir Caca liderliğindeki partiye olan karşıtlığımız Hristiyan oldukları için değil. Öyle olsa idi, Mişel Aun liderliğindeki Hristiyanlarla aynı kampta olmazdık.

Tekrar altını çizerek belirtmek istiyorum:

Hangi din, mezhep, grup ve etnik kökene ait olursa olsun, Emperyalizm ve Siyonizm karşısında duran tüm parti, grup ve halklarla beraberiz. Buna karşılık hangi din, mezhep, grup ve etnik kökene ait olursa olsun emperyalizm ve siyonizmle bağlantılı bütün grupların ve hareketlerin karşısındayız.

Kendilerini "Suriye muhalefeti" şeklinde tanımlayan, son olarak da Antalya"da toplanan gruplara karşı koyduğumuz çekince ve yaptığımız itirazlar da bundan dolayıdır. Biz itiraz ve çekincelerimizi şayia ve spekülasyonlar üzerine değil, delil ve belgeler üzerine kuruyoruz.

O halde, gerçekten, hak ve adaletten yana olan kardeşlerimizden "iddialarını ispatla, temelsiz, dayanıksız ve delilsiz iddialar ileri sürerek kamuoyunu yanıltma" demelerini beklerdik; ya da ortaya koyduğumuz veriler üzerine oturup konuşmayı...

Rabbimizin Kur"anda buyurduğu üzere "hakkı ve adaleti ayakta tutmak" için yapmamız gereken "şahitlik" bunu gerektirmiyor muydu? Yeri geldiğinde sürekli olarak "duygusal davranmama" "ilkeli olma" vurgu yapan kardeşlerimizin kendileri "ilkeli" olmalı değil miydi? "ilkelilik" noktasında alabildiğince hassas olan kardeşlerimiz şimdi niçin sustular? Niçin gözlerini, yüzlerini başka yöne çevirdiler? Detayları gözden ırak etmeyen kardeşlerimiz, şimdi niçin kırmızı çizgileri es geçmeye başladılar?

Biz "Şam Deklerasyonu" adlı Suriye muhalifi grupla ilgili yaptığımız haberde, bu grubun Suriye dışındaki oluşumunun ABD ile bağlantılarını belgeleriyle ortaya koymuştuk.

Arapça ve İngilizce bilen kardeşlerimiz, www.nidaasyria.org sitesine baksınlar. "Şam Deklarasyonu"nu burada göreceklerdir. Bu sitenin Arapça ve İngilizce sayfasında "Barada TV"nin linkini de göreceklerdir.

Peki nedir bu Barada TV? ABD Dışişleri Bakanlığının parasal desteği ile kurulup 2009 yılında yayınına başlayan Suriye muhalifi televizyon.

Peki bu iddia yalan mı, iftira mı?

"WikiLeaks: U.S. secretly backed Syrian opposition groups. The U.S. State Department has secretly financed Syrian political opposition groups and related projects, including a satellite TV channel that beams anti-government programming into the country, according to previously undisclosed diplomatic cables.

The London-based satellite channel, Barada TV, began broadcasting in April 2009 but has ramped up operations to cover the mass protests in Syria as part of a long-standing campaign to overthrow the country"s autocratic leader, Bashar al-Assad."

Barada TV is closely affiliated with the Movement for Justice and Development, a London-based network of Syrian exiles. Classified U.S. diplomatic cables show that the State Department has funneled as much as $6 million to the group since 2006 to operate the satellite channel and finance other activities inside Syria."


Yukarıdaki İngilizce metnin çevirisini sunalım:

"WikiLeaks: ABD Suriye muhalif grupları gizlice destekliyor. Ortaya çıkan diplomatik kriptolara göre, Amerikan Dışişleri Bakanlığı Suriye muhalif gruplarını, içinde rejim karşıtı programları yayınlamak üzere bir uydu televizyon kanalının kurulması da olan ilgili projeleri gizlice finanse etti.

Londra merkezli uydu kanalı Barada TV, Nisan 2009 tarihinde yayınlarına başladı. Uzun zamandır hesap edildiği üzere, Suriye"deki despot Beşar Esad rejimin yıkılması için ülkedeki kitlesel protestoların yayınına hız verdi.

Barada TV, Londra"da üslenen sürgündeki Suriye muhaliflerinden "Adalet ve İnşa Hareketi" ile bağlantılı. Tasnif edilen Amerikan kriptoları ABD Dışişleri bakanlığı bu gruba 2006 yılından beri bir uydu televizyonunun kurulması ve Suriye"deki diğer faaliyetler için 6 milyon dolar verdiğini gösteriyor."


Biz burada "Şam deklarasyonu" grubunun internet sitesinde de linki verilen Barada TV"den söz ederken, bunu Suriye muhalefeti ile nasıl ilişkilendirdiğimizin, ya da Antalya"da düzenlenen Konferans ile ne ilgisinin olduğunun anlamını sorarsanız, Antalya Konferansı"nda delegeler tarafından seçilen 31 kişilik "Danışma Konseyi"nin 4 üyesinin "Şam Deklerasyonu" grubundan oluştuğunu söylemekle izah edebiliriz. Aynı konseyde Suriye Müslüman Kardeşler hareketinin temsil sayısı da 4. Yapılan açıklamada bu konseyin Suriye"deki devrimin yol haritasını belirlemek üzere bir "icra komitesi" oluşturacağı belirtildi.

Tekrar Antalya Konferansı"na dönecek olursak:

Suriye"ye gidip gelen, Suriye"deki gelişmeleri, gösterileri yakından takip eden, Türkiye"de de bu yönde bilgilendirici çalışmalar yapan bir kardeşimiz, bir telefon görüşmesinde "Suriye"deki gösterilere katılan kardeşlerimiz aynı bizler gibi İslamcı ve devrimci. Biz burada neleri savunuyorsak, onlar da aynı hedeflerin peşinde" demişti.

Ben Suriye"de Baas diktasına karşı meydanlara çıkan ve kurşunlara hedef olan kardeşlerimizi sorgulayacak ve mahkum edecek durumda değilim. Müslüman kardeşlerimin haklı ve meşru taleplerine göz yummaktan ve onların fedakarlıklarına leke sürmekten Allah"a sığınırım.

O halde, Suriye muhalefeti adına toplanıp kararlar alan, konseyler kuran, yol haritaları belirleyen bu gruplar, bu kardeşlerimizi mi temsil ediyor, yoksa onların mücadelesine leke mi sürüyor? Acaba, "laik demokratik bir Suriye" projeleriyle yola çıkan bu muhalefet grupları, "aynı bizim gibi olan" Suriyeli kardeşlerimizi arkadan bıçaklamış olmuyor mu? Kendi dış bağlantılı projelerini onların kanları ve mazlumiyetleri üzerinden gerçekleştirmeye kalkmıyor mu?

Biraz kendi yakın tarihimizden örnek verelim:

Yıl 18 Mart 1915: Çanakkale Savaşı

Yıl 19 Mayıs 1919: Kurtuluş savaşı

Yıl 23 Nisan 1920: Türkiye Büyük Millet Meclisi"nin açılışı

Yıl: 29 Ekim 1923 Türkiye Cumhuriyeti"nin kuruluşu

Yıl: 3 Mart 1924 Hilafetin kaldırılması

Yıl: 30 Kasım 1925 Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması

Yıl: 1 Kasım 1928 Harf Devrimi

Bu tarihlerin ne anlama geldiğini herkesten daha çok bizler biliyoruz. Babalarımız, dedelerimiz biliyor. Hatta ittihad Terakki"nin nasıl ve kimlerden oluştuğunu, Sultan Abdulhamid"in karşısına kimlerin çıktığını ve sonuçlarının nereye vardığını da çok iyi biliyoruz.

1915"lerden 1925"lere işgallere karşı verilen mücadeleler, şehidler, fedakarlıklar" ve ardından İstiklal Mahkemeri ve kurulan darağaçları" İskilipli Atıflar, Şeyh Saidler, Üstad Bediüzzamanlar" Eşref Edip"in ifadesiyle yazmakla bitmeyen bir "Kara Kitap"

Öyle değil mi?

Hz. Resul-i Ekrem (s.a.v) "bir Müslüman bir delikten iki kere ısırılmaz" buyururken, bu uyarı bizlere içine düşürülebileceğimiz yeni çukurlar ve tuzaklar noktasında ihtiyatlı ve müteyakkız olmamızı öğretmiyor mu?

Antalya Toplantısı"nda, Suriye"deki Baas diktasına karşı verilen mücadelenin "İslami" olduğu ima dahi edilmezken, bilakis, hazırlanan metin ve ve sunulan önerilerde Suriye"de "din ve devlet işlerinin birbirinden tamamen ayrıldığı laik demokratik bir yönetim" vurgusu ısrarla yapılırken, biraz yüksek sesle, "Suriye muhalefeti" adı altında ortaya çıkıp toplantı düzenleyenlerin, konseyler kurup yol haritaları çizenlerin, en azından "şüpheli" olduklarını haykırmak mı suç oluyor?

Tekrar ediyorum:

Suriye hepimizin önünde bir "sınav kağıdı" durumunda. Hepimiz sınavdayız. Herkes yaptıkları ve yapmadıklarıyla, konuştukları ve konuşmadıklarıyla, yazdıkları ve yazmadıklarıyla gözler önünde. Fırsatçı ve pragmatik tavırlar bugün bir "köpük" gibi olabilir, ama yarın köpük gidip "su" kalacaktır...

Kuzey Afrika ve Ortadoğu"daki halk hareketleri, bölgesel İslami uyanış, ümmetimizin özgür ve aydınlık geleceği için tarihi bir dönüm noktasını ifade ediyor. Emperyalizm, siyonizm ve bölgemizdeki işbirlikçileri bu "bahar"kış"a çevirmek için ellerinden geleni yapıyor. Emperyalizmin bölgesel çıkarlarını korumak, Siyonist İsrail rejiminin varlığını güvence altına alabilmek için ardı sıra planlar uygulanıyor.

Bizim tek kaygımız budur, telaşımızın nedeni budur"

Devam edecek

[email protected]

 

Bu yazı toplam 3574 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar