Selâhaddin Çakırgil
‘Suriye siyaseti’ özü itibariyle niçin yanlış değildi?
Suriye siyasetinin özü itibariyle yanlış olmadığı’na dair bir yazı daha yazmak vaadiyle noktaladığım dünkü yazımı gazeteye geçtiğim saatlerde, Numan Kurtulmuş Bey’in 5 Ocak günü Hürriyet’te yayınlanan açıklamasından geri adım attığını gösteren bir açıklaması düştü, ajanslara..
Bir bakıma, bu yazıda söylenecek olanları bizzat Numan Bey de söylemiş oldu..
Numan Bey’in açıklaması, Başbakan Yıldırım’ın Irak’a yapacağı resmî gezi öncesinde Irak Kürdistanı’nın Rudaw televizyonuna verdiği mülâkatta söyledikleriyle ortaya çıktı.
Ancak mes’ele, Numan Bey’in görüşlerini açıklamasına bir itiraz değildi.. Eleştiri, yıllardır bilinen siyaseti izleyen bir Hükûmet’te olup da, âdetâ sorumluluğu yüklenmek istemiyormuş gibi kendisini kenara çeken ve amma, yine de Hükûmet içinde kalmaya da devam eden bir ismin bu gibi iddialı sözler söylemesi yanlıştı.
***
Numan Bey, sözkonusu TV kanalının, ‘Suriye politikamız baştan beri yanlıştı’ şeklinde bir açıklamanız olmuştu. Bundan sonra nasıl bir politika göreceğiz? Esed rejimi öncelik olmaktan çıktı mı?’ şeklindeki sorusu üzerine şöyle diyordu: ‘Orada söylediğimiz, ‘Suriye politikası, genel olarak uluslararası camiayı da kastederek, Suriye’de uygulanan politika yanlıştı ve bunun bedelini maalesef Suriye halkı ödedi.. Burada maalesef hiçbir ülkenin elinde ‘sorunu nasıl çözeriz..’diye bir anahtar, proje olmadı.. (...)
Esed rejiminin barbarlıklarını, hattâ biliyorsunuz kimyasal silahları da kullandı. Ondan sonraki süreçte olsun, hiç olmazsa nasıl durdurabileceğimizle ilgili bir inisiyatif alabilseydik. Ama bunların hiçbirisi olmadı.(...) Ama Türkiye olarak durduğumuz yer doğruydu. Hiç şüphemiz yok, yüzde yüz doğruydu.. Suriye halkının yanındaydık.. (...) Ama uluslararası camianın ciddî bir desteği olmadı.. (...) Söylemek istediğimiz şey budur. Dolayısıyla bir Türkiye olarak doğru yerde durmuş olmakla birlikte bu doğru yeri tahkim edecek (güçlendirecek)politikaları geliştiremedik..’
***
Bu izahları esas alıyor ve netice itibariyle bizim doğru olduğuna inandığımız bir noktaya gelindiği için, bu konuda başka sözler söylemeye gerek duymuyoruz.
Çünkü, geçmişte, USA emperyalizmi ve NATO’nun ‘emireri’ gibi hareket eden Türkiye yöneticilerinin aksine, Tayyip Erdoğan yönetimi, Amerika’nın ve NATO’nun dikte ve dayatmalarına ısrarla karşı çıkıp, onların husûmetini üzerine çekmiş ve son aylarda DEAŞ’ın direkt Türkiye’ye saldırmaya başlaması üzerine ve PPK/ PYD/ YPG gibi terör örgütlerinin de fırsattan istifade etmeye kalkışmasına izin vermemek için son 4-5 aydır Cerablus’dan başlayıp El’Bâb’a kadar giden ve daha ileri noktalara da uzatılacağının planlandığı anlaşılan askerî harekât dışında, Suriye’ye direkt müdahalede bulunmamıştı.
Elbette, bugün Suriye’de askerî güç kullanan diğer bütün devletlerin Suriye’yle sınırı olmadığı halde, Türkiye’nin de 910 km.’lık dev bir ortak sınırı olduğu bir coğrafyadaki tamamen seyirci kalması ise, en büyük yanlış olurdu..
Ki, bu satırların sahibi, taa başından beri birbirlerinin tam zıddı siyasetler izleyen Türkiye ve İran gibi ülkelerin Suriye Mes’elesi’nde son sözü söyleyecek bir durumda olmalarının zayıf ihtimal olduğunu; bu iki ülkenin bu buhrandan veya başka bir sebepten dolayı bir askerî çatışma durumuna gelmesi halinde, bundan, dünyanın bütün şeytanî güçlerinin büyük sevinç duyacaklarını hep belirtmiş; bu konuda beşerî plandaki asıl plan ve iradeyi emperyalist güçlerin koyacağını vurgulamıştır.
***
Bu vesileyle, Amerikan BaşkanıBarack Obama’nın, gider-ayak yaptığı, ‘Suriye’ye saldıracaktım, ama, İngiltere karşı çıktı..’ şeklindeki açıklamaları ve kezâ Amerikan Dışbakanı John Kerry’nin de, ‘DEAŞ güçlendikçe, Esed’in bize yaklaşacağını bekledik, ama Rusya’ya yaklaştı..’ demesi de, ilgi çekici.. Evet, beşerî planda asıl etken olan bu şeytanî güçler, dış güçler.. Yani, su başlarını ‘dev’ler tutmuş..
Onlar da birbirlerini, dünyayı harabeye çevirmekle itham eden tencere dipleri..
stargazete