Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Suriye’nin toprak bütünlüğü, evet de nasıl ve hangi yönetimle?

8 yıldır sürmekte olan Suriye Buhranı’nın ilk merhalesinde olanlar bilinmediğinden ya da unutulduğundan, bu ülkenin toprak ve sınır bütünlüğünün mutlaka korunmasının gerekliliği konusunda Türkiye’nin gösterdiği çabalar hatırlanmadan yorum yapanlar az değil. O halde, hâfızâmızı yenileyelim. *** 2011 Baharı’nda Tunus, Mısır, Libya, Yemen gibi Arap ülkelerindeki her birisi en azından 25 ilâ 50 yıl arasında tahakkümlerini sürdüren zorba yönetimleri arka arkaya deviren sosyal tsunami dalgaları Suriye’ye de varınca.. *** Türkiye 2011 Yazında, Dışişleri Bakanı Davudoğlu’nu 4-5 kez, Şam’a gönderdi, neler yapılabileceği konusunda ona tavsiyelerde bulundu. Amma, Beşşar Esed’in liderliğindeki Baas rejimi, bu önerilere, Ürdün sınırındaki Deraa’da protesto gösterisi yapan 60 bine yakın vatandaşları üzerine hava bombardımanıyla karşılık verdi, yüzlerce sivil insan hayatını kaybetti ve Türkiye’yle de ipler koptu. PKK’nın Suriye uzantısı örgütler, Suriye’deki zaafı kendi lehlerine çevirmek ve Türkiye’nin 910 km.lik güney sınırları boyunca uzanan bir şerit üzerinde Kürt halkı adına denilerek kurulacak bir otonom veya tampon bölge oluşturup, Akdeniz’e, ‘uluslararası sular’a ulaşmak istiyordu. *** Beşşar Esed kontrolü yitirince. Devreye, İran’ın resmî ve de gayriresmî güçleri girdi. Ama‘Biz olmasaydık, Esed rejimi, iki gün dayanamazdı.. Tarihte ilk olarak Doğu Akdeniz’e ulaştık!’ diyen İran, 3-4 sene sonra kendi gücünün yetmediğini görünce, Putin Rusyası’nı da devreye girmeye ikna etti ve o da girdi devreye.. *** USA emperyalizmi ise Kanada’dan Avustralya’ya ve NATO ülkelerindeki müttefiklerine kadar her biriyle güçbirliği halinde de DEAŞ’la mücadele gerekçesiyle zâten Suriye’deydiler. Türkiye ise, kendisini tehdit eden yangına elbette seyirdi kalamazdı, ama, devreye askerî olarak girmekten yine de d kaçınıyordu. Ama Suriye Buhranı’nın ancak 5. Yılında, sınırındaki Cerablus, El’Bâb ve sonra da Afrin’e askerini sokarak, PKK’nın Akdeniz’de bir çıkış kapısı elde etmek hayaline engel oldu. Halbuki, İsrail rejimi ve hâmileri de, bölgede ‘türk-kürt, arap, fars’ vs. kavimleri birbirleriyle savaştırmanın kendileri için bir altın fırsat olacağını düşünüyorlardı ve PKK da bu hedef için kullanılmaya en müsait terör örgütü konumundaydı. *** Nitekim Amerikan emperyalizmi, onbinlerce TIR dolusu ağır silahlarla PKK’yı donattı- eğitti ve Suriye’nin Fırat doğusundaki geniş toprakları PKK’nın fiilî hâkimiyetine sundu. Ama Türkiye kendi temellerine açıkça dinamit konulmasına, eli böğründe bakmakla yetinemezdi. Erdoğan Türkiyesi, ilginç ve başarılı bir dış siyasetle, hem Amerika, hem de Rusya ile dialoğunu koruyarak, kendisine yönelik tehlikeleri bertaraf etmeye çalıştı son âna kadar ve bütün uluslararası zeminlerde kararlılığını devamlı vurgulayarak, sonunda işte bugünkü müdahale noktasına geldi. Bugün, Fırat’ın doğusundaki sınır boyunca, 30-32 km. genişliğinde 450 km. uzunluğunda bir Güvenlik Şeridi oluşturmak ve böylece, 3.5 milyondan fazla Suriyeli sığınmacıların bir kısmını yerleştirmek istiyor. Zor bir karar. Ama başka çare kalmadığını görüyorsa, başka n’apabilirdi? PKK’ya gelince. Silaha sarılanlar, neticesine katlanırlar. Devlet için de geçerli bu durum.. *** İlginç bir konu da, 11 Ekim Cuma günü İran’daki bütün Cuma namazı hutbelerinde Türkiye’nin hedef alınması. Bu hutbelerde, hattâ, ‘Moğol İstilâcılığı’ gibi de düşmanca benzetmelerde bile bulunuldu. İran’da, bütün şehirlerde tek bir mekanda edâ olunan Cuma namazını kıldıranlar, bizzat Seyyid Ali Khameneî tarafından tâyin edildiğinden, o hutbelerdeki ifadeler gelişi-güzel şekilde söylenebilecek sözler değil. İran Dışişleri Bakanı Zarif ise ‘Tecavüz yoluyla güvenlik sağlanmaz’ diyerek, Türkiye ile Suriye arasındaki ‘Adana Mutabakatı’nı hatırlatıyor; sanki karşı da legal bir rejim varmış gibi.. (Bu konulara yarın da devam edelim, inşaallah..)

Bu yazı toplam 923 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar