Abdurrahman Dilipak
Tarih övgü ya da sövgü kitabı değildir
Öyle ya, “ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi!” İbret almayacağımızı bilen Allah hükmünü böyle vermiş.
Siyasette olanlar sırtlarını Hakk’a ve adalete dayasınlar. Cemaat ve belli aile ve aşiretlere, sermaye sahiplerine değil. Ve siyaset sahipleri, çocuklarını ve yakınlarını bürokrasi ve devlet işlerine dahil etmesinler. Edeceklerse onlar cam evde otursunlar ve ortaklarına dikkat etsinler.
Defalarca yazdım: Dört halife dönemine bakın. Al-i İbrahim’den Yakub aleyhisselam’ın evinde yaşananlara bakın. Yusuf’u kim attı kuyuya. Hz. Lut Hz. İbrahim’in yeğeni idi. Hz. Lut’a karısı iman etmedi. Ama Firavun’un karısı benim annem! Firavunun hizmetkarı değil mi idi Hz. Haacer!
Başarıya ulaşmak için “Peygamber ya da kral soyundan” olmak gerekmiyor! Talut - Calud olayına bakın! Hz. İbrahim sonrası peygamberler ve krallar 1000 yıl savaştılar. Bunların çoğu da akraba idiler. Hz. Zekeriya’ya, Hz. İsa’ya, Hz. Meryem’e, İmran ailesine, Hz. Yahya’ya, Hz. Üzeyir’e o kötülükleri yapanlar kimlerdi! Zaman olur “akrabanın akrabaya akrep etmez ettiğini”.
Hz. Osman’ı öldürmeye gelenlerin başında kim vardı. Hz. Ali ve çocuklarını katledenler kimlerdi.
İşin içine siyaset girince, Hz. Muhammed’in bile toplu cenaze namazını kılamadık.
Fatih’i seviyoruz da, kardeşi Cem niye Vatikan’a sığındı. Öbür kardeşi ile arası nasıldı. Abdulhamid’i de seviyoruz da, yan odada yeğeni Prens Sabahaddin ya da Damat Ferit ne haltlar karıştırıyordu! Enver paşa saraydan biri değil mi idi. İster Selçuklu tarihi okuyun, ister Osmanlı, ister İslam tarihini okuyun, ister peygamberler tarihini hep aynı gerçeği göreceksiniz.
Tarih övgü ya da sövgü kitabı değildir. Ders alınır. Ders alınmazsa ne olur! Geçmişin acılarını tekrar yaşarız. Onun için kitap bize geçmiş toplulukların yaşadıklarından ders almamızı ister. Osmanlı sultanları içinde öldürülenler, ölü bulunanlar, kardeşlerini öldürenler, tahttan indirilenler yok değil.
Osmanlı’da beyliklerden devlete geçiş kolay olmadı. Beyliklerde aile ve aşiret bağları, aynı zamanda tarikat bağları, mezhebi aidiyet duyguları çok güçlü idi. Onlar devlet içinde olsalar da emri kendi aşiret reislerinden ve şeyhlerinden alıyorlardı ve devlet içinde kendi yakınlarının menfaatini gözetiyor ve onların istihdamını önceliyorlardı. Bu bir yandan devlet içinde iktidar çatışmasına dönüşüyor, öte yandan dış siyasette bu kişiler talimatı aşiret ve şeyhlerinden alıyor, cephede bile saf değiştirebiliyorlardı. Yavuz’un durumuna bakın.
Enderun, devlette hizmet edeceklerin ve askerlerin daha çocukken alınıp, aşiret, aile ve cemaat bağlantılarının ötesinde devlete sadakat esası üzerine yetiştirilmesi yoluna gidildi. Ama bu defa da devlet başa bela oldu. Devlet bir aileden oluşuyordu, aile içinde iktidar savaşları başladı. Devletin ideolojisi, devletin dini, devletin siyaseti öne çıktı. Devletin yardım etti şeyh ve aşiret güçlenmeye başladı. Devlet eğer adalete dayanmıyorsa, siyasetin fıkhı bir kenara bırakıp, dünyevi menfaatler onun yerine geçince yine olan oldu.
2. Mahmut Şeyhülislama “ya fetvayı ya kelleni gönder” diyebiliyordu. Devleti kurtardık da bizi devletten, daha doğrusu kurtarıcıyı kurtardık da bizi kurtarıcının elinden kim kurtaracaktı!
Devletliler, göklerin hazinesinin anahtarını kendi ellerinde olmadığını bilsinler. Onlar da bir “kul”! Kula kulluk yoktur bizde. Nas ile sabit konuda içtihad olmaz, Nas’a aykırı hüküm batıldır. Haksızlıklar karşısında susanlar dilsiz şeytanlardır. “Masiyette itaat da yoktur”. Devletin alanı bellidir. Yetkisi dışında amir sıfatı ile nasihat bile edemez. Bakınız hutbe okurken Hz. Ömer’i susturan kadına!
Siyaset velayet değil, vekalet müessesesidir. Mahkeme kadıya mülk değildir. Devlet kutsal, devlet adamı yanılmaz değildir. O da istişare ve şûra ile emrolunmuştur.
Siyasetin de bir fıkhı olmalı. Bürokrasi de ona uymalı. Bizim askerimizin ve istihbaratçımızın bile fıkhı yok bugün. Geçen gün, 1 Muharrem’de “Haram aylar”ı yazdım. Hangi askerin bu anlamda bir hassasiyeti var. “Havf fıkhı” ve “evveliyat fıkhı” gibi Siyasetçinin ve bürokratın de mutlaka yapmak zorunda olduğu ve asla yapmaması gereken şeyler vardır. Onlar da imtihan oluyor. Her emri veremezler ve nasıl kanunsuz emre uyulmazsa, Hakka aykırı emir değil yorum bile yapılamaz. Kaldı ki, hukuka aykırı yasa suç aletidir. Devlet ya da devletlüler bizim İlahımız ve Rabbimiz de değildir. Onlar kutsal da değildir.
Bakın, tarikatlar ve aşiretler, devletle olan ilişkilerini gözden geçirsinler. Bu iş onlara da devlete de hayır getirmez. O hemşehricilik, çıkar grublarının siyasiler, bürokratlar ve sermaye grublarının kendi aralarında oluşturdukları oligarşik yapılar dağıtılmazsa devlet içinde bu hücreler zaman içinde kanserleşir. Bindikleri gemi batar. Bakanların, aile bürokrasi ve iş dünyası ile olan ilişkilerine bakın! Bakın bu işin kimseye faydası yok. O kişiler de bundan zarar görürler. Dünyaları ve ahiretleri berbat olur. Yazık olur. Unutmayın cehennemin yolları iyi niyet taşları ile döşelidir ve Şeytan insanlara bu yolu hoş gösterir, onları için akla yakın gerekçeler de üretir. Ama evdeki hesaplar çarşıya uymaz. Yarın bunlar birbirine düşerler. Haram para, haram işlerle saadet olmaz.
Timur Beyazıt’ı yenince işgali altındaki Anadolu beyliklerinin kendi bölgelerinde otoritelerini kabul etti. Diğer toprakları da savaştığı Yıldırım Beyazıt’ın oğulları arasında paylaştırdı.
Bakın tarih “Aksak Timur” hikayesinden ibaret değil. Bundan 40 yıl önce Timur’un hatıratını ve tüzükatını yayınladım, bakalım karşı taraf kim ve ne diyor diye! Timur da Türk geleneğinden gelen biri aslında. O da Müslüman bir komutan. İki Müslüman lider niye savaştı? Sonuçta Osmanlı parçalandı ve kardeşler arasında taht kavgalarının yaşandığı fetret dönemi başladı. Bu karmaşa 11 yıl sürdü. Bu dönemde bir beylik ve aşiret bir şehzadeyi desteklerken, bir başkası başka bir şehzadeyi destekliyordu. 1413’de Çelebi Mehmet kardeşleri ile savaştı ve onları yenilgiye uğrattı ve devlet tek sultanlığa bağlandı. Çelebi Mehmet’in ilk işi, kamuda ıslahat hareketi oldu, asker ve bürokratların aşiret ve tarikatla bağını kesti. Prensler merkezden uzakta başka mektep ve hocalar elinde okutuldu. Hatırlayın Fatih de Manisa’ya gönderilmişti.
‘(Ey müminler!)Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenlerin benzeri sizin de başınıza gelmeden cennet’e gireceğinizi mi sandınız?! Onlara yoksulluk ve sıkıntı öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki nihâyet peygamber ve beraberindeki müminler, ‘Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?’ demişlerdi. İyi bilin ki, Allah’ın yardımı yakındır.’ (Bakara, 2/214) İnsanlar yalnız ‘iman ettik’ demekle, hiç imtihân edilmeden bırakılacaklarını mı sandılar? Ant olsun ki biz, onlardan öncekileri imtihan ettik. Elbette Allah (imtihan ederek), doğru söyleyenleri de bilir, yalancıları da bilir.’ (Ankebut, 29/2-3) Unutmayalım ki, bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde Allah hayır murat etmiş olabilir. Ve Allah bizleri mallarımız, canlarımız, sevdiklerimizle, korku ile artırarak ve eksilterek imtihan edecektir.
Aman ha, çocuklarınızı ateşe atmayın. İktidara tamah etmeyin. Siyasetin sarhoşluğuna kaptırmayın kendinizi. Unutmayın şarap şişede durduğu gibi, haram para cüzdanda durduğu gibi durmaz. Ehliyet dışı elde edilen makam, cehenneme doğru çıkan gemiden bilet almak gibidir. Adil Ömer, yönetimi sonunda, bu işten zararsız çıkarsa kendini bahtiyar sayacağını söyler.
Selâm ve dua ile.