Abdullah Büyük
Tarih şuurumuzu yenileyelim...
Yaşadığımız dünya üzerinde yaratılışından bu günlere değin milyarlarca insan yaşamış ve binlerce medeniyet kurulmuştur. Her medeniyeti ortaya çıkaran bir din kökü olmuştur. Kökleri dine dayanmayan bir medeniyet bu fanilikler diyarında kurulmuş değildir. Devletler ise kurulan medeniyetlerin baş tacı olmuştur. Medeniyetler varlıklarını kendilerini taçlandıran güçle sürdürmüşlerdir. Tarih derslerinde bize şu öğretilmiştir; “Devletlerin ömrü de tıpkı insanların ömrü gibidir. Her devlet, bir insan gibi doğar, büyür, gelişir, yaşlanır ve bir gün ömrünü tamamlar”. Ama şunu da unutmayalım ki devletlerin ömrünü idealleri ve iddiaları belirler. Nasıl ki bir aile reisi idealleri ve büyüklük iddiası olduğu müddetçe evlatları üzerinde hükümran ise, bir devlette idealleri ve büyüklük iddiası olduğu sürece yeryüzünde hükümrandır. Osmanlı ideallerini ve büyüklük iddiasını yitirene kadar toprak kaybetmemiştir. Osmanlı’dan sonra Cumhuriyet ise son on yıla kadar büyüklük iddiasında bulunmamıştır. Etrafını sanal düşmanlar ile çevreleyerek ve onlarla mücadele ederek varlığını koruma yolunu seçmiştir. Bu strateji, devleti içe kapatmış ve bölgesinde pasif bir devlet haline getirmiştir. Tarihinden, köklerinden ve misyonundan bihaber bir anlayışla varlığını sürdürmüştür. Büyük bir tarihe sahip olan millet, bu gücünü son on yıla kadar etkin olarak kullanamamıştır. Çünkü tarihine sahip çıkmak ve bu tarihle gurur duymak yerine, yermeyi seçmiştir. Şu günlerde dahi yapılan dizilerle millet tarihi hakkında farklı şekilde yönlendirilmeye çalışılmaktadır. Şunu unutmayalım ki herhangi bir Avrupa devleti bizim tarihimize sahip olsaydı bizi tek kelime dahi konuşturmazlardı. Maalesef millet olarak tarihe karşı ilgisiz ve bilgisiziz. Oysaki tarih okumadan istikbal planlaması yapılamaz. Kur’an tarihe büyük önem vermiştir. Yüce Kitabımızın yaklaşık 2/3 ü tarihtir. Fakat burada şunu ifade edelim ki tarih bir bilgi yığını değildir. Kur’an da tarihe bir bilgi yığını olarak yer vermez. İbret alınacak ve tekerrürüne sebebiyet vermeyecek bir usul ile tarihe bakmak icap eder. Bu şekildeki bir yaklaşım, hem şahsiyete hem de devlete güç katacaktır. Yaşadığımız ülkenin, tarihini doğru bir okumaya tabi tutarak yeniden idealler oluşturabilmesi ve büyüklük iddiasında bulunabilmesi mümkündür.
İnsanın kendisini, çevresini ve dünyayı doğru anlayabilmesinin olmazsa olmaz şartlarından biri “tarihi” doğru anlayabilmektir. Bugün bize kimlik kazandıran, daha doğrusu bizim kimlik olarak kullandığımız her ne fikir, ideoloji, mektep ya da mezhep varsa bunların kökü tarihtedir. Bunun için kimlik olarak kullandığımız bu “etiket”leri doğru kavramak, ne olduğumuzu, neyi savunduğumuzu anlamak için ise tarihle yüzleşmemiz gerekir.
Ağaçları ayakta tutan kökleridir. İnsanlık içinde tarih bir kök mesabesindedir. Bir ağaç köklerini derine salabildiği kadar büyüyebilir. Hatta ağaçların büyüklüğü ile köklerinin büyüklüğü birbirine eşittir. Yani ağacın görünen kısmı ne kadarsa kökü de o kadardır. İnsan da tarihine ne kadar bağlıysa o kadar güçlüdür. Tarihiyle bağlarını koparan hiçbir devlet dünya sahnesinde güçlü kalamaz. Bu gün yeryüzünde egemen güçlere bakacak olursak her birisinin tarihi miraslarına sıkı sıkıya bağlı olduklarını görürüz. Doğuda Çin, bin yıllardır aynı isimle anılır ve tarihine sımsıkı bağlıdır. Batıda ise İngiltere, krallık olarak gelenek ve göreneklerine hiçbir dönemde sırtını dönmemiştir. Bütün güçlü devletler tarihleriyle övünürler ve gurur duyarlar. Yetişen nesillerini ise tarih bilinciyle yetiştirirler.
Tarih bir sebep-sonuç ilişkisinden ibaret değildir. Ama ne yazık ki bizde tarih öğretimi sebep-sonuç ilişkisinden müteşekkildir. Niçin tarih okumamız gerektiği hiçbir şekilde öğretilmez. Maalesef bizde tarih şuuru da yoktur. Tarih şuuru olmadığı için tarih bilincinden de yoksunuz. Bu bilinç ve şuurdan yoksun olarak öğretilen bir tarih ise kuru bir malumattan öteye geçemiyor. Tarih sahnesinde başrol oynamış iyi veya kötü hiçbir aktör bu sahneden göçüp gittikten sonra susmamıştır. Her birisi kendinden sonraki nesillere mutlaka bir şeyler söylemektedir. Bu söylenenleri işitmek için tarihi anlamak gerekir.
Başta Kur’an kıssalarını hikâye gibi okumayı bırakıp doğru bir şekilde anlama ve kavrama gayretini ortaya koymalıyız. Rabbimizin bu kıssaları anlatmaktaki maksadını iyi idrak etmeliyiz. Bu çabalarımız şahsi ve toplumsal gelişmelerimize ciddi katkılar sağlayacak, sosyal hayatımızın tevhidi olan vahdetimizi güçlendirecektir. Cumanız mübarek, dualarınız makbul olsun...
yeniakit