Selâhaddin Çakırgil
‘Tarih yalnızca düne aid değildir; yarınlarındır da..‘
Rusya’nın Suriye’ye çok etkili şekilde girmesiyle, Ortadoğu coğrafyası yeniden bir büyük şekillenmenin pençesinde..
Cumhurbaşkanı Tayyîb Erdoğan, Rusya‘nın Suriye’yle sınırı yokken, bu ülkeyle niçin bu kadar ilgilendiğini sormuş ve bunu Putin’le de görüşeceğini açıklamış..
Putin de, ‘Suriye‘ye aylardır -yıllardır hava bombardımanlarıyla müdahale eden Amerika’nın, İngiltere‘nin, Fransa’nın, Almanya’nın, İspanya’nın, Hollanda‘nın, Kanada ve Avustralya’nın da sınır yok..‘ derse, Tayyîb Bey o zaman ne diyeceğini de biliyordur mutlaka ki, böyle bir cümle kurmuş olmalı..
Keza, İran‘ın da Suriye‘ye sınırı yok, ama, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhanî de geçen hafta, Irak ve Suriye’de asker ve milis güçlerini bulundurduklarını açıkça beyan etti..
Bölgemiz bugün uluslararası bir yağma sofrası ve güç gösterisi alanı halinde olup, bu noktada, NATO üyesi olduğu için eli-kolu en fazla bağlı olan bölge ülkesi Türkiye.. Çünkü, ordusunu NATO’nun izni olmadan kullanamaz.. NATO’nun istediği şekilde kullanılmaya da Erdoğan direnmeye çalışıyor..
Geçelim..
*
Sadece şu son yüzyıla bakmak bile bugün anlamaya ve devletler arasındaki
ilişkilerin ne kadar kırılgan ve her an yön değiştirmeye müsaid olduğunu olduğunu ortaya koymaya yeter..
*
TRT Haber‘de sanıyorum, güzel bir proğram var.. Hem güzel, hem de faydalı..‚ ‘100 yıl önce bugün..‘ başlığıyla 100 yıl öncesinin Osmanlı gazetelerinden günün haber ve yorumları, 10 dakikalık bir zaman diliminde, o günün diliyle aktarılıyor ve Tuğrul Tuna isimli bir gencin başarılı sunuculuğunda, daha bir güzel dinleniliyor. (En azından benim açımdan öyle..)
O gazeteleri dinlerden görüyorsunuz ki, matbuat /medya bugün olduğu gibi dün de keskin bir propaganda aracı idi..
Hatırlanacağı üzere 100 yıl önce Osmanlı, Birinci Dünya Savaşı’na sürüklenmiş, İttihad- Terakkî liderlerinin oldu-bittisiyle ve geçmişte kaybedilen geniş vatan topraklarının kurtarılabileceği ümid ve hayalleriyle..
Gazetelerde, karşı tarafın, ingiliz, fransız ve rusların ağır kayıpları veriliyor..
Hattâ, Osmanlı’yla aynı safta yer alan Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ordularının kayıplarından da söz ediliyor.. Ama, Osmanlı ordusu sanki savaşta değilmiş gibi, onun kayıplarından hiç söz edilmiyor. Ya da, haber ustalıklı olarak veriliyor.. Mesela, bir Osmanlı muhribi (zırhlı savaş gemisi) Odesa önlerinde batırılıyor..
Bunun haberi nasıl verilecek?
‘Halkımız, öyle daha nice muhribleri bağış kampanyalarıyla toplanan alacaktır..‘ gibi bir cümle kurularak.. Yani, o zaman orada bir şeylerin olduğunu herkesin anlayamıyacağı şekilde..
*
İkinci Dünya Savaşı’nın ünlü sahnelerinden birini oluşturan Stalingrad Kuşatması‘ndaki alman ordusunun yenilgiye uğrayışının haberini alman gazetelerinin nasıl verdiğini Viyana Askerî Müzesi‘nde görmüştüm: ‘Onlar kendilerini Almanya için fedâ ettiler..‘
N’apsınlardı yani, ‘Koskocaman ordumuz yenildi. Binlerce askerimiz kırıldı..‘ diyecek değillerdi ya..
Savaş zamanlarında böyle başarısızlık haberleri hep üstü kapalı verilir..
*
1974 – Kıbrıs Çıkarması günlerinde de Türkiye, Kocatepe isimli bir zırhlı savaş gemisini kendi uçaklarıyla vurup batırmış ve 250’yi aşkın asker de can vermişti o saldırıda..
Şimdiki gibi bir medya iletişim ağı, bir sosyal medya, hattâ özel tv. ve radyolar bile olmadığından, resmî yayınlarda ne yazılıyorsa, o doğru sanılıyordu..
Sadece üstü kapalı olarak o savaş gemisinin Türkiye savaş uçaklarınca yanlışlıkla vurulduğu fısıltı halinde söyleniyordu, ama, bunu bir yerde alenen tekrarlamak, vatan hainliğiyle eşdeğer sayılırdı.
Sadece bir kez NATO ülkeleri savaş pilotlarının bir atış poligonunda, Türk pilotları birinci gelince, Amerikalı bir general, başarı ödül ve madalyalarını verirken onları övmüş ve, ‘türk pilotları hedefleri yüzde 98 isabetle vuruyorlar, bu çok yüksek bir başarıdır. Bir de kendi mevzileriyle düşmanınkini karıştırmasalar..‘ diye bir cümle kullanmış, bununla ne demek istediği de yine yığınla fısıltıya yol açmıştı, ama gerçek yine açıklanamamıştı..
Ancak o hadisenin üzerinden 25 sene geçtikten sonra ise, o zamanki Amerikan Dışbakanı Kissinger ile TC. Başbakanı Ecevit arasındaki konuşma metni 1999 yılında açıklanınca mesele açığa çıkmıştı, ama artık üzerinde durmaya gerek kalmıyacak derecede bir uzak zaman dilimine aid bir konu olartak kenarından geçilmişti..
Halbuki o konuşma bir müthiş bir gerçeği ortaya koyuyordu..
Ecevit, eski öğrencisi olduğu Kissinger’a diyordu ki (özetle):
-Mr. Kissinger! Şu anda Kıbrıs’ın kuzeyine, bizim kuvvetlerimizin üzerine doğru bir yunan savaş gemisi yaklaşıyor.. Bizi kandırmak için üzerine türkçe yazılar ve türk bayrağı da çekmişler.. Ve gemi personeli de muhtemelen İstanbul‘dan Yunanistan‘a gitmiş olan rumlardan oluyor.. Çünkü çok güzel türkçe konuşuyorlar..
Bize daha fazla yaklaşırlarsa vururuz onları ve bu da bir Türk- Yunan Savaşı‘na yol açabilir.. Müdahale etmelisiniz..
Kissinger da karşılık veriyor:
-Şu anda o dediğin noktada herhangi bir yunan savaş gemisi yok..
-Var..
– (Ecevit’in ısrarla var demesi üzerine) Varsa.. Vurunuz!..
Ve vuruluyor..
Sonra anlaşılıyor ki, bir parola karışıklığı yaşanmış ve o gemi öyle batırılmış.. (O Kocatepe savaş gemisinin komutanı da 28 Şubat 1997 Zorbalığı’nın ünlü Deniz Kuv. Kom. olan ve Başbakan Erbakan’ın komutanlara verdiği yemekte rakı olmadığını görünce, yüksek sesle askere emredip rakı aldırtan ve içen Oramiral Güven Erkaya idi ve onu 1974’de denizden İsrail yardım botları kurtardığı için, İsrail’e minnet borcunu ödemek için ömrünün sonuna kadar da çabaladı-durdu..)
*
Şimdi Suriye’de neler olabilir ?
Bunun üzerinde çok şeyler söylenebilir..
Ama biz yine 100 yıl öncesine ve 70 yıl öncelere dönelim ve o zamanlar dda olanlardan bir ders çıkarabiliyor muz, ona bakalım..
Âkif merhûm, ‘Tarihi, ezeli bir tekerrürdür diye tarfi ediyorlar. / İbret alınsaydı, hiç, tekerrür mü ederdi?‘ der..
*
Hatırlıyalım..
Osmanlı için bir büyük faciaya dönüşen 1911-13 arasındaki Balkan Savaşları‘nda Osmanlı’ya karşı savaşan devletlerden birisi olan Bulgaristan, 1914’ün sonunda Birinci Dünya Savaşı‘na Osmanlı’nın yanında girmişti.. Bir yıl önecisine kadar birbirleriyle savaşan askerler şimdi başka düşmanlara karşı omuz omuza savaşıyorlardı..
1917’ye kadar Osmanlı‘yla savaşan Rusya ise, komünist devrimin gerçekleşmesiyle savaştan çekildiğini açıklayıvermişti. Yani, Doğu Anadolu‘daki bir çok şehir askerî zaferlerle değil, Rusya‘nın savaştan çekilmesiyle kurtulabilmişti.
Ve o savaş yıllarında, İngiltere de o dönemin supergücü rolünde, bir çok güç odaklarına topraklar, ülkeler ve imkanlar va’dediyordu..
Bu va’dlere kananlardan birisi de, Osmanlı’nın Mekke Emîri Şerif Huseyn idi… Ona da, Umman Denizi’nden taa Atlas Okyanusu sahillerine kadar engiiin ve tarihte olmamış şekilde bir ’Büyük Arab İmparatorluğu’ va’dediliyordu..
Sonra mı?
O zavallı da onlarla işbirliği yaptı ve savaş sonunda ise.. İnlgilizler kendisini Kıbrıs-Larnaka’ya sürdüler; sadece oğullarından birisini Ürdün Kralı yaptılar, ötekini de Irak Kralı..
’Daha ne istiyorsun, iki oğluna krallık verdik..’ dediler..
O da ömrünün sonuna kadar ihanet ve uşaklığının utancı ve pişmanlığı içinde yaşadı.
*
İkinci Dünya Savaşı‘nda da bir büyük değişiklik yaşanmıştı.
İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasından bir hafta önce, 25 Ağustos 1939 günü Sovyet Rusya Dışbakanı Molotof ile Hitler Almanyası’nın Dışbakanı ‘Joachim von Ribbentrop‘ Doğu Avrupa’yı aralarında bölüşen bir andlaşma imzalamışlar ve 1 Eylûl 1939’da Almanya’nın Polonya‘ya saldırısıyla savaş başlayınca Stalin Rusyası da Doğu Avrupa’yı yutuvermişti.. Ama, iki sene geçmeden, Hitler, bu kez de Sovyet Rusya‘ya saldırmış, bunu üzerine Stalin de Amerika’nın yanına geçerek, ilk komünist devleti kapitalist dünyanın himayesinde korumayı bilmiş ve savaştan, hürriyet cebhesinin muzaffer devletlerinden birisi olarak çıkmış ve hemen arkasından da bu kez, kapitalist dünyaya sırtını dönmüş, komünist dünyanın lider ülkesi olarak, dünya yarım asır kadar o iki dünya arasındaki Soğuk Savaş’ın esiri olmuştu..
*
Suriye’nin ve Ortadoğu‘nun yarınlarda nasıl bir şekil alacağı kestirilemez.. Kik ölür, kim kalrı, kim saf değiştirir, kim kimin yardımına koşar; bunun hesabı yapılamaz. Çünkü savaş bir çılgınlıktır ki, bir kez onun kapısı açıldı mı, başarı kazanamayan hain ve aptal olur, kazanan ise. kahraman sayılır..
‘Savaş’ı istemeyiniz. Geldiğinde de kaçmayınınz..‘ buyurmuştur, Hz. Peygamber (S)..
*
dirilişpostası