Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Toplumu "paranoyak"laştıranlar, "paranoia"ya mubtelâ olurlar!

Bir operasyonda kullanılacak kişilerin, yakalanmaları halinde, yüklendikleri rolle hiç ilgilerinin olmadığı görüntüsü vermek için, en akıl almaz kamuflajlara başvurduğunu, en çok da askerler bilir..

Özel ve gizli misyonlarla yüklü olanların, bunu alenî yapmaları pek görülmüş şey değildir. (Gerçi, 12 Eylûl 80 öncesi anarşi yıllarında bir genç, içinde dinamit dolu bir çuvalı sırtlayıp, İst. İstiklal Caddesi"in en kalabalık saatinde, insanları yara yara geçerken, "Değmesin ağbiler, ablalar, dinamit, dinamit!.." diye yol istediğini, insanların kendisine yarı korku ve yarı tebessümle tuhaf tuhaf baktıklarını, ama kimsenin kendisini ciddîye almadığını ve "Ulan oğlum, böyle zamanda böyle şey şakası olur mu?."  diye söylendiklerini, gerçekee dinamiti böyle sulu şakaaayla taşımanın ayrı bir tadı olduğunu anlatmıştı.. Evet, bu da bir yoldur..)

*

Bir ülkedeki savaşa yardım etmek üzere gönderilen komandoların, "sağlık elemanı" diye gösterildiklerini ve onların herbirinin izbandud gibi olmalarından şüphelenen bir diğer ülkenin havalanındaki güvenlik güçlerinin bu durumdan şüphelenmeleri ve "sizin gibi sağlık elemanlarını da hiç görmemiştik.." demeleri üzerine; onların da, "sahra sağlık hizmetlerinde, dağlarda, en elverişsiz şartlarda vazife göreceğimiz için, bedenen de yüksek eğitim almış kimseleriz" diye atlatmaya çalıştıklarının hikayesini dinlemiştim..

Bir başka vak"ada da, iç-savaş sarmalında zorlanan bir ülkeye yardımcı olmak için gönderilen "savaşçı" elemanların "teknik ziraat ekipleri" diye gösterildiği de bilinir.. Uçak kaçırma eylemlerinde, nice kurtarma ekiplerinin,  ya benzin istasyonu personeli kılıklı kimseler olarak, ya da, temizlikçi veya yolculara kumanya dağıtan kimseler kılığında uçağa girdiklerinin de bir çok ilginç örnekleri yaşanmıştır.. (Bu satırların sahibi de, 12 Eylûl 1980 Askerî Darbesi şartlarında, bir sınır kasabasında, yurt dışına çıkmak için müsaid zamanı buluncaya kadar, mandıralardan peynir almak isteyen bir tâcir görünümüne bile girmişti..)

*

Bunları, Genelkurmay"ın son açıklamaları üzerine hatırlayınca, "Şimdi, TSK, halkımıza karşı benzer yanıltmaca operasyonları mı sergiliyor?"  demekten insan kendisini alamıyor.. 

Burada çoğunun aklına şu geliyor: "Koskocaa komutanlar ve ordu şefleri, millete yalan söyler mi hiç?"

Ama, bütün askerî darbeler de, millete yalan söylenerek ve hattâ nice ordu mensubları bile aldatılarak yapılmamış mıydı?

Darbeciler o kandırmaca tezgahlarını, "vatanın kurtarılması için.." diye mâzur göstermeye çalışmışlardı.. Bugün "darbe kundakçılığı"  peşinde olanlar da herhalde "vatana hıyanet edeceğiz.." diye sahneye çıkmayı düşünmüyorlardır..

*

Evet, Başbakan Yard. Bülend Arınç"a suikasd yapılacağı iddiası etrafında, Genelkurmay"ın Özel Harb Dairesi"ndeki "kozmik oda" denilen en hassas yerlere girilmesi ve gerekli inceleme ve araştırmaların yapılması için, gecikmeli de olsa, karar veren Ank. 11. Ağır Ceza Mahkemesi nöbetçi hâkimi Kadir Kayan"ı takib ettiklerinden şüphelenilen bazı araçlara yapılan baskında 6 sivil kişinin ele geçirilmesi ve bunların kendilerini "askerî personel" olarak bildirmeleri üzerine..  1997 yılında TSK ile Emniyet Genel Müdürlüğü arasında imzalanan EMASYA (Emniyet ve Asayiş Yardımlaşma) Protokolü gereğince, durumun derhal Merkez  Kom. lığı"na bildirilmesiyle gelişen hadiseler ilgi çekici bir noktaya gelip dayandı.. (Tabiî, 1997"deki 28 Şubat zorbalık günlerinin şartlarında imzalanmış ve ordu ile polis arasındaki yardımlaşmayı; gerçekte ise, birinin emredip, diğerinin de itaat etmesini öngören öyle bir protokolün, 7 yıllık bir AK Parti Hükûmeti"nde - pek problem olmuyor sanılarak- değiştirilmemiş olması, öğretici olmalıdır.. "Acele gitme, belâya yetişirsin; yavaş gitme, belâ sana yetişir.." diye boşa dememişler..)

Genelkurmay, bu yeni duruma, o aramalar üzerine yaşadığı şok dalgasını atlatmış ve şaşkınlığı geçmişçesine izah getiriyor ve şöyle diyordu, 1 Ocak  tarihli açıklamasında:

"1.Bugünkü bazı medya organlarında dün bir hakimi takip ettiğinden şüphe edilen iki aracın durdurularak arandığı, bu araçların askeri ve içindeki şahısların da askeri personel olduğu haberlerine yer verilmiştir. (")

Durdurulan bu araçların askeri araç olduğunun anlaşılması üzerine olay yerine Merkez Komutanlığı ekipleri çağrılmıştır. (")

 (1)   Araçlardan birisinin Deniz Kuvvetleri Komutanlığına ait olduğu ve içinde iki şoför er ile bir uzman çavuş aşçının bulunduğu,

(2)   Diğer aracın ise, Garnizon Komutanlığına ait olduğu ve içinde iki şoför (biri onbaşı biri er), bir elektrik teknisyeni er ve bir marangoz erin bulunduğu anlaşılmıştır.

3.    İlgili Cumhuriyet Savcısı tarafından yapılan inceleme sonucunda, söz konusu askeri personel dün gece saat 22:00 civarında serbest bırakılmıştır.

4.    Olayın, bir şüphe üzerine yapılan ihbar ve bu ihbara yönelik olarak icra edilen bir uygulama olduğu anlaşılmış ise de, son günlerde yaşananların, kişileri ve toplumu ne hale getirdiğini göstermesi bakımından önemli olduğu düşünülmektedir. (")"

Ne kadar mâsum bir açıklama değil mi?

Gözetim altına alınan kişilerden birisinin son 9 yıl boyunca, Dz. Kuv. Komutanlarına özel aşçı olarak hizmet verdiğini de bu arada hatırdan çıkarılmamalıdır..

*

Arınç, "kozmik oda"yı soruşturan hâkimi takip ettiği gerekçesiyle durdurulan araçtaki kişilerin sıradan  asker veya sivil kişiler olduğuna inanmamış.

İnansa mıydı , bir de..

Zâten, Genelkurmay Başk.lığı"nın yaptığı açıklamaya da "tevil yoluyla ikrar" demişti.. Yani, takib edilenin, kendisi değil de, TSK"dan dışarıya haber sızdırdığı iddia olunan bir askerî kişinin olduğu  iddia olunmuştu.. (Gerçi, Genelkurmay Başk.lığı, daha sonra öyle bir kişinin de olmadığını açıklamak zorunda kaldı ya..)

Kaldı ki, 1957"de 27 Mayıs"ı 2,5 yıl öncelerden 1957"de haber veren Binb. Samed Kuşçu"nun başına gelenler ve ve onun ihbar ettiği, ama, mahkemelerde beraet eden subayların sonra ihtilalciler arasından çıktığı görülmüşken, kim, nasıl inanır?

Ama, Genelkurmay'ın bu açıklaması, sanırım, çoğu kimseyi ikna etmedi.. Bunlardan birisi de, 30 yıl boyunca askerî doktor olarak, TSK"nın bünyesinde yer alan Prof. Nevzat Tarhan"dı.. Nitekim, o "haber7.com"daki yazısında şöyle diyordu özetle:

"(")  Genelkurmay"ın açıklaması çok gülünç.. Soğan patates almaya giden askeri personel gerekçesi!!!
Ben 30 yıl her kademede TSK"da görev yaptım levazım görevinin sivil araç, sivil kıyafetle ve plansız 4-5 kişi ile yapıldığını ne duydum ne gördüm. Olasılık hesaplarına göre imkansız rastlantılar, hem de denizciler ve iki aramadan da askerlerin çıkması çok anlamlıdır. (") Ayrıca sıkıyönetim komutanlığı yetkisini taşıyacak generalin bizzat olay yerine gelmesi anlaşılmaya muhtaçtır. Polis askere güveniyor yakalananları Merkez Komutanlığı"na teslim ediyor. Asker polise ve hakime güvenmiyor generalini gönderiyor. Korgeneralin olduğu yerde savcı nasıl görevini yapsın? Bilgi saklanıyor kuşkusu daha da pekişti.
Sayın Başbuğ "Ailenin namusunu kurtarmaya çalışan baba" gibi çırpınıyor ama nafile. Bu kılıf bu minareye uymadı.(")"
*

Toplumda bir paranoia varsa, bu sizin eserinizdir, generaller!

En önemlisi de, askerî kişi ve kurumların birazcık da olsa, bir kontrol altına alınmak istenmesi üzerine, Genelkurmay"ın derhal; toplumun bir "paranoia"ya sürüklenmekte olduğunu anlatmak ve bunu kamuoyuna bir feryad halinde duyurmak istemesidir.. 

Genelkurmay, "toplumun ne hale geldiği"nden yakınıyor ve de bunun sorumlusunu arıyorsa.. Tarihten bir anekdotla verelim, cevabını..

Pablo Picasso"nun "Guernica" isimli tablosu, İspanya İç savaşı"nı, o korkunç trajediyi  en güzel anlatan bir tablo olarak bilinir..

Hitler Almanyası"nın orduları Paris"e girdiği zaman, alman askerleri, bir san"at atölyesine girerler.. İçerde, bir ressam, bir yeni eseri üzerinde çalışmaktadır..

O ressam, Picasso"dur, ama, subaylar onu tanımamaktadır..

Sağda solda, çeşitli tablolar meyanında Guernica da vardır.. Alman subaylarının dikkatini çeker bu tablo..

-Bu tabloyu kim yaptı?" diye sorarlar..

Picasso, hemen  cevabı yapıştırır:

-Siz, baylar!!.

 

İmdiii.. Genelkurmay, toplumun bir paranoia"nın eşiğine geldiği gibi bir gözlem  veya kanaat sahibi ise, önce, bunun aslî fail veya etkeninin ne veya kimler olduğunu gözönüne getirmelidir.. Ancak, halkın ordusu, halktan o kadar kopuk ki, halkın bu zamana kadar hangi paranoia"ları ne büyük acılar içinde atlattığını hatırlamak bile istemiyorlar.. Ve

belki ilk olarak , biraz rahatsız edildiklerinde, sorguya çekilir gibi yapıldıklarında rahatsız oluyorlar, ve kendilerini toplumun tamamı yerine koyup, toplumun ne hale getirildiğinin görülmesi gerektiğini bir feryad halinde dile getiriyorlar..

Halbuki, bu millet, gövdesi kendi evladlarından oluşan bir ordu kurumunun komuta kademelerinde bulunanlar yüzünden bu zamana kadar ne acılar çekti..

Ama, yine de, "Şimdi, biraz da siz rahatsız olunuz.."  demek gelmiyor içimizden..

*

Son zamanlarda, hele de tâkibâta uğrayan bazı subayların arka arkaya intihar etmeleri de duyulan rahatsızlığın bir göstergesi..

Bu asker kişiler ya, intihar ediyorlar, ya intihar ettiriliyorlar veya hayatlarına başka türlü son verilerek, intihar ettiklerine dair rapor tutuluyor..

Bu, içinde bulundukları kanunsuz bir örgütlenme durumunun kendilerini fena halde  yakacağını bildiklerinden ve bir şeylerin ört-bas edilmesi için başka yol kalmadığından da olabilir..

Ya da, komutanlarını ve örgüt icinde birlikte oldukları arkadaşlarını kurtarmak için kendilerini fedâ etmek şeklindeki askerlik ve gizli teşkilat eğitiminin gereğidir..

("33 askerin öldürülmesi" hadisesinden sağ kurtulan "34. er" olan Erdal Özdemir, geçenlerde -18 Aralık 09 tarihli Taraf"ta- "Bir TV programında konuştuktan sonra bana tehdit telefonları geldi.. Gaziler konuşmaz, konuşamıyor, konuştuğunda başına dertler açılıyor. Mesela bazı gaziler konuştukları için hastaneye alınmamıştı." diyordu..)

*

"Asimetrik savaş"tan rahatsız olanlar, "simetrik savaş" mı istiyorlar sahi..

Genelkurmay Başkanı "TSK"ya karşı asimetrik psikolojik savaş açıldı" demekte, nice zamandır..

"Asimetrik savaş" mı? Yani, tarafların elinde denk silahların olmadığı, hiç hesabda olmayan silahların bulunduğu bir savaş şekli..

Yoksa, "simetrik, yani iki tarafın elinde de, benzer silahların bulunduğu bir savaş" mı istiyordunuz? Tanklara, toplara, savaş uçaklarına karşı, aynı şekilde silahlarla mı?

Öyle savaşlarda da, bütün gücünüzü resmî ideolojiyi korumak için girdiğiniz mücadelede yitirdiğiniz ve ruhî bakımdan içi bomboş bir güç kaynağı haline geldiğiniz için, ne kadar başarılı olduğunuz, bir devletle değil, bir örgütle girdiğiniz çeyrek yüzyıllık savaşta bile ortaya çıktı..

Ama, asıl "asimetrik savaş"ı siz vermiyor musunuz, elinizde -üstelik, milletin, kendisine çevrilmesi için vermediği- onca silahlar ve sonra  ve de emrinizde kalemşörleriniz de var, ama, toplumda uyanan giderek daha bir şuûrlanma ile, o kalemşörlerin yazdıklarına itibar edenlerin olmadığını siz de görüyorsunuz.. Ve sonra da dengenin bozulduğunu görüp, "asimetrik psikolojik savaş"dan yakınıyorsunuz.

"Resmî ideoloji ikonu"ndan gayri başka şeylere pek yer ayırmadığınız hâfızânızı biraz yoklarsanız.. TSK"nın, hele de 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylûl 1980, 28 Şubat 1997 Askerî Darbeleri ve 27 Nisan 2007 Askerî Muhtırası"ndan sonra -ki, başarısız kalan darbe teşebbüslerini saymıyorum- halkımıza karşı yaptığı, sürekli bir "asimetrik psikolojik savaş" değil de nedir?

Bir Genelkurmay Başkanı, Trabzon"a gidip, yakın geçmişte orada tezgahlanan ve ülkeyi sarsan cinayetleri dolaylı şekilde sıvazlarcasına, bir savaş gemisinden basın toplantısı yapıp, ve de bunun mânasının iyi anlaşılması gerektiğini hatırlattığı konuşmasında, kendilerine karşı "asimetrik psikolojik savaş" açıldığından yakınmasının bir örneğini sanırım, bir zamanlar, erken kalkan subayın askerî darbe yaptığı bazı Afrika ve de Güney Amerika ülkelerinde bile göremezsiniz herhalde..

*

Askerî ve de askerden daha çok askerci kesilen bazı sivil mahfillerden yükselen seslere dikkat ediyor musunuz?

Efendim, "devletin yatak odası sırları" imiş, Genelkurmay"ın "kozmik oda"sındaki sırlar, bilgiler, belgeler.. Ve şimdi o "kozmik oda"daki araştırmalar da edinilen bilgi ve belgelerin dışarıya sızması imkan dâhilindeymiş..

Bunun için de, HSYK (Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu) üyesi Ali Suad Ertosun"un (hani şu, Cemil Çiçek"in gayretleriyle, Abdullah Gül"ün elinden devlet liyakat madalyası alan ve Cezaevleri Gen. Md.lüğü yaptığı dönemdeki acımasız uygulamaların ve cinayetlerin planlayıcısı olarak bilinen hâkimin) "Özel Harb Dairesi"ndeki arama "yasal değil" diye çıkışının ardından, Genelkurmay, mahkemeye "Arama durdurulsun, tutulan notlar da yakılsın" başvurusu yaptı. Bu talebi reddeden mahkeme, "İddialar vahîm, arama devam etsin. Arama kısa sürede bitmeli.." dedikten hemen sonra, "devlet sırrı" kavramının arkasına saklanmanın, "deliller yok mu ediliyor" şüphesi doğuracağını vurgulamaktan da kendisini alamadı.. (Ama, Yargı, bu ölçüyü aynı mantıkla, kendisine de uygulayabilir mi? Çünkü, Aralık 09"un son günlerinde, Danıştay, "hâkim ve savcıların telefonlarının dinlenmesini kanûnî olmadığını" hükme bağlıyordu.. Bu da, hâkim ve savcıların bir çok karanlık işler çevirmekte oldukları gibi bir şübheyi beraberinde getirmiyor muydu, aynı mantıkla..)

Gerçi, yargının TSK"yı inceleme kararı verebilmesini, yargının da rüşdünü isbat etmek için, eline geçirdiği bir fırsatı tepe tepe kullanması olarak niteleyenler ve yargının da TSK ile üstü kapalı bir iktidar savaşına girdiği şeklinde yorumlayanlar olduysa da, yargı kurumunun buradaki mantığı, sağlıklı gözüküyor.. Eğer, sonuna kadar götürebilirse, tabiî.. Çünkü, daha 12 -13 yıl öncelerde, 28 Şubat 1977 günlerinde, Genelkurmay"ın yargı mensublarına verdiği brifinglerden edindikleri "yüksek hukuk formasyonu" (!) ile, bu yargının nasıl müthiş kararlar olduğu ortadadır.. Ama, şimdi olsun,  yargı belki barsaklarını temizlemek derdine düşmüş olabilir..

Pekiy, ama, daha önce askeriye"den sızdırılan ve önceleri, "basit bir kağıt parçası" diye yalanlanmak sûretiyle geçiştirilmek istenen nice belgeler ve bilgilerin gerçekliğinin ve "ıslak imza"lı denilen orijinal belgelerin ele geçmesinden sonra, utanması gereken bir Genelkurmay"ın hiç bir şey olmamış gibi, herşeyi normal görmesi de, bir ayrı faciamızdır..

Unutmayalım ki, Arınç'ın değil bir köstebeğin izlendiğinin açıklanmasından birkaç gün sonra, sözkonusu subayla ilgili bulguya rastlanmadığını bildiren de yine, Genelkurmay idi.. Genelkurmay"ın planlamasıyla  kara propaganda için kurulduğu anlaşılan internet siteleri, Başbakanlık emrine dayandırılmıştı..  Sonra, yazı Ecevit dönemine aid olduğu çıktı..

Pimi çekilen el bombasının askerin eline verilmesi ve 4 askerin parçalanması faciası üzerinde de kamuoyu suskunluğa gömüldü..

Ortaya çıkan bu yeni duruma ne demeli? Yani, bir devlet yapılanmasında bazı kurumlar, diğerlerine güvenmiyecek midir? Yoksa, bazı kurumlar devletin sahibi de, diğerleri onların hizmetçisi, yardımcısı mı konumunda? 

Keza, Diyarbakır 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde devam eden 11 sanıklı davada, JİTEM'in gerçek olup olmadığı Genelkurmay Başkanlığı'na soruldu. Genelkurmay, JİTEM'in geçici görev olarak kurulan bir birlik olduğunu ve Nisan 1990'da görevinin bittiğini açıkladı. Ancak tüm belgeler ve şahidler aksini söylüyor. JİTEM hesabına çalıştığını itiraf eden PKK itirafçısı Abdülkadir Aygan, 1990'lı yıllarda Güneydoğu'da görev yapan emekli Albay Arif Doğan ve Ergenekon sanığı emekli Tuğgeneral Veli Küçük'ün ifadeleri JİTEM'in varlığını ortaya koyuyor. Emniyet Müdürü Hanefi Avcı da, JİTEM tabelasını gördüğünü beyan etmişti.

Kara propaganda siteleri: 4 Kasım 2009'da gazetelere yansıyan ihbar mektubunun ekinde 'internet andıcı' olarak bilinen bir belge yer aldı. Andıça göre, TSK personeli tarafından oluşturulmuş 'kara' ve 'gri' propaganda amaçlı web siteleri yayındaydı. Genelkurmay Adlî Müşaviri Tuğgeneral Hıfzı Çubuklu, sitelerin kurulmasına ilişkin emrin Bülent Ecevit'in başbakanlığı sırasında verildiğini savundu. Ancak Başbakanlık arşivlerinde böyle bir yazılı emrin yer almadığı tespit edildi. Ardından 'emir şifahen (sözlü) verildi' savunması yapıldı.

Kağıt parçası'nın ıslak imzalı orijinali çıktı: 12 Haziran 2009'da Taraf"ın manşetinde yer alan "AKP ve Gülen'i Bitirme Planı" başlıklı haber, Ergenekon sanığı emekli Yüzbaşı Serdar Öztürk'ün ofisinde ele geçirilen planın altında Albay Dursun Çiçek'in imzası olduğunu bildiriyordu. 26 Haziran'da Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ bir basın toplantısı düzenledi. Başbuğ, fotokopisi bulunan belge için 'kağıt parçası' dedi. 24 Ekim 2009'da bir ihbar mektubu, belgenin kağıt parçası olmadığını ıslak imzalı, yani orijinal nüshayla ortaya çıkardı.

Silahlar TSK envanterinde: 14 Nisan 2009'da Poyrazköy'de yapılan kazı çalışmasıyla çok sayıda mühimmat çıkarıldı. Genelkurmay Başkanı Başbuğ 28 Nisan'da bir basın toplantısı düzenledi ve silahların TSK'ya ait olmadığını söyledi. Ancak 7 Haziran'da silahları üreten Makina Kimya Endüstrisi (MKE) kazıda çıkarılan mühimmatın TSK envanterine kayıtlı olduğuna dair raporu yayınladı.

Bütün bunlar Genelkurmay"da bur utanma duygusu uyandırmaya yetmemiş olabilir.. Dahası,  ancak bir kısmına değindiğimiz ve herbirisi büyük fiyasko oluşturan örnekler karşısında, halkın, en çok güvendiği kurum olarak yine TSK"yı göstererek, askerler kendilerini kandırmaya devam edebilir..

Ohh, ne âlâ..

Birileri entrikalar, karanlık işler tezgahlasın, devlet sırrı diye bir yerlere yerleştirilsin ve onların açıklanamıyacağına Genelkurmay karar versin..

Bu açıklamalarıyla TSK milleti ikna edeceğini sanıyorsa yanılıyor ve itibarını daha bir ayağa düşürüyor.. Başka zamanlardea, milleti derinden yaralayan, bir duvar gibi sessiz duran TSK"nın, bazen daha az önemli olduğu sanılan nice hadise ve  mes"elelerde bile, feryad"u figan edercesine bildiriler yayınlaması, çok düşündürücü  bulunmalıdır..

Evet, ordu kurumu, müslüman halkımıza da lâzım.. Ama, kendi inançlarının, değerlerinin, hayatının, haysiyetinin ve ülkesinin koruyucusu olan bir ordunun..  Millete zorla kabul ettirilmiş, bir resmî ideolojiyi ve onun kutsal sanılan ikonunu korumayı ve o ikon adına oluşturulmuş ilke ve -kendi deyimleriyle- "inkilap"larını (inqılablarını değil) korumak adına, milletimize bu zamana kadar neler çektirdiklerinden, ancak milletimizin maşerî vicdanı haberdardır, ve de bu milletin feraset ve basireti, zihni açık, hakk âşıkı evladları..

Yazık ki, Türkiye"deki devlet anlayışı, zihinlerde, hâlâ, "askerin vesayet ve hattâ velayet hakk ve yetkisinin bulunduğunu" temel eden bir çarpıklık sergilemeye devam ediyor.. Ama, memnuniyetle belirtebiliriz ki, korku veya tılsım gibi gösterilen o eski korkular artık safdışı oldu..

 

haksöz

Bu yazı toplam 2512 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar