İbrahim Karagül

İbrahim Karagül

Türkiye'nin yeni 'Yol Haritası' bu!

Önceki akşam; TV-24'te Mustafa Karaalioğlu'nun "Açık Görüş" programında Başbakan Tayyip Erdoğan'ın ABD ziyaretini, G-20 zirvesini, bölgemizde ve dünyadaki "yeni eğilimler"i tartıştık. Program; Türkiye'nin içerideki değişim çabası, dış politikadaki açılım mücadelesi ve yeni küresel eğilimler arasındaki paralellik üzerinde yoğunlaştı. Türkiye'nin yapıp ettikleri nereye oturuyordu?

Erdoğan'ın ziyaretinin Türk-Amerikan ilişkilerinden ziyade Türkiye'nin içeride ve bölgesinde yaptıklarıyla dünyadaki gelişmeler arasındaki ilişkiyi test etme imkanı sunduğunu söylemiştik. Dün, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndeki konuşmasını okurken, akşam yaptığımız tespitlerin, okumanın aynı şekilde konuşma metninde olduğunu fark ettim.

"Açılım" ifadesiyle popüler dile giren yeni süreç, Türkiye'nin belki de en büyük değişim ve kendini yeniden tanımlama, geleceğe yönelik yeni pozisyon değerlendirmesi yapma girişimidir. İçerideki Kürt açılımı, dışarıda Ermeni açılımı ve beklenen diğer "açılım" örnekleri, aslında bir büyük programın alt unsurları niteliğindedir. Detaylarda, örneklerde elbette yoğunlaşıp, ciddi tartışmalar yapacağız. Ancak sürecin, eğilimin örneklerin ötesinde algılanabilmesi ve sağlıklı değerlendirilmesi çok önemli.

Türkiye'nin zaaflarına kendi çözüm yollarını üretebilmesi, başkalarının inisiyatif alanından çıkarabilmesi, bu zaafların kendisine karşı etkili bir kart olarak kullanılmasının önüne geçmesi, sorunları erteleme kolaycılığını terk etmesi takdir edilebilmeli. Karşı çıkanların "hayır" reaksiyonunun ötesinde hiçbir söz üretmemesinin bu ülkeye gelecekte nasıl bir fatura çıkaracağını biraz geçmişe bakarak görmemiz mümkün.

Cumhurbaşkanı'nın konuşmasında da aynı yaklaşım hatta aynı cümleler var. Türkiye kamuoyu bu konuşmayı muhtemelen Kürt açılımı ve karşı reaksiyona hapsederek ele alacak. Ancak metne dikkatle bakıldığında, Türkiye'nin önüne bir "Yol Haritası" konulduğunu görüyoruz. Ayrıca, hep birlikte tartıştığımız konuların bir özet değerlendirmesini buluyoruz. Bu değerlendirmenin, Türkiye'nin yeni küresel düzende durduğu ya da durması gerektiği yer konusunda parça parça paylaştığımız tespitlerle örtüştüğünü söylemeliyim.

Ezberlerini bozamayanların, dar siyasi söylemlere hapsolanların, dünyanın nereye doğru gittiğini değerlendirmekten çok gündelik yaklaşımı tercih edenlerin karşı çıkacağı çok şey var bu konuşmada. Ancak bu bakış açısının bir adım ileri götürmeyeceğini, ezberlerimizdeki Türkiye'nin geleceğin dünyasında bu haliyle bile yer bulmasının çok zor olduğunu söylemeliyiz. Zaaflarıyla yüzleşen, çözüm üreten, ayağına dolanan sorunlardan kurtulup kendi uzun yürüyüşünü başlatmak isteyen bir Türkiye alkışlanmalı. Hangi gerekçelerle karşı durduğumuza dikkat etmek, neye karşı olduğumuzu sorgulamak her şeyden önce bu ülkeye duyduğumuz sevgiyle ölçülmeli.

Ne diyor Cumhurbaşkanı?

"Farklılıklarıyla büyüyen bir Türkiye yerine, enerjisini heba eden bir Türkiye tablosu"nun zararlarını anlatıyor.

"Kendi içinde güçlü bir mutabakatı sağlayamamış bir devletin dünya sahnesinde güçlü olması düşünülemez. O nedenle Türkiye kendi sorunlarını kendisi çözmek zorundadır. Bir ülkenin içini kemiren sorunlar varsa, bunlar kaçınılmaz olarak başka devletlerin müdahalesine açık alanların ortaya çıkmasına yol açar. Çünkü bugünün dünyasında sorunları başkalarından gizlemenin yolu yoktur; her şey açık bir şekilde dünyanın ve herkesin gözü önünde yaşanıyor" diyor.

"Kendi sorunlarını kendi iradeleriyle çözemeyen devletler başkalarının istismarına açıktır. Siyasi aklı güçlü bir devlet buna izin vermez; sorunlarını başkalarına fırsat vermeden kendi iradesiyle çözer. O nedenle iç sorunlarımızın demokratik usullerle çözülmesi, demokrasi yoluyla vatandaşlık mensubiyetinin güçlendirilmesi; toplumsal mutabakatımızın ve demokrasimizin sağlığı açısından olduğu kadar, milli güvenliğimizin ve milli menfaatlerimizin teminat altına alınması bakımından da zorunludur" diyor.

"Sorunları kabul edilebilir demokratik yöntemlerle çözmek yerine, sorunları görmezden gelmek ve milli birliği korumak adına siyaset ve demokrasi dışı alanlara kayarak aşırılıklara yol açmak aslında çıkmaz sokağa sapmaktır. Öte yandan, farklılıkları ifade etme iddiasıyla birlik fikrini zedeleyen aşırılıklara sarılmak da toplumlar için birer çıkmaz sokaktır" diyor.

Cümleler; bırakın sorun bulmayı, bu ülkenin geleceğini önümüze koyuyor. Zaaflarımızı ertelemenin, başkalarına havale etmenin, inisiyatifi kaybetmenin bedelini, bu zaafların Türkiye'ye karşı birer kart olarak kullanılmasının Türkiye'nin enerjisini bir kara delik gibi nasıl emdiğini görmedik mi? Zaaf olarak tanımladığımız sorunları kimin çözmesini bekliyoruz? Veya nasıl çözmeyi arzuluyoruz? Alışageldiğimiz "çözüm" yöntemlerinin sadece "erteleme" olduğunu ve bu ertelemenin sorunları daha da çözülemez hale getirdiğini hala anlayamadık mı?

"Ayrıca uluslararası ve bölgesel gelişmeler de büyük çapta Türkiye'nin milli menfaatleri ile paralel hale gelmiştir" cümlesi üzerinde biraz durmak gerekiyor. Evet, bir paralellik söz konusu. Konjonktürel bir örtüşme söz konusu. Türkiye bu konjonktürü en elverişli biçimde yararlanma yolunda azami gayret sarfediyor. Belki de, son yirmi yıldır ilk kez böyle bir ortam oluştu. Bu paralelliğin hep böyle olmayacağının, ayrışmaların da yaşanacağının bilincinde olmalıyız.

"Başkalarının bizi raydan çıkartmak için zaman zaman sabrımızı zorlayan yaklaşımlarını kaydetmeli ama bu nedenle çabalarımızı azaltmamalıyız. (") Türkiye güçlü bir iradeye sahip olursa, basiretsiz bazı Avrupalı politikacıların can sıkıcı yaklaşımlarının hiç dikkate alınması gerekmeyen teferruat olduğu herkes tarafından görülecektir" diyor. Türkiye, ABD ya da AB'nin bugüne kadar son derece zarar verici tavırlarına karşı durmasını bilmeli. Bu ülkelerin "Türkiye'yi tanımlama biçimi"ne teslim olmadan, kendi gelecek tasavvuruna sahip olmalı. Şu an yapılmak istenen şey de bu zaten.

ABD ve Avrupa, son G-20 zirvesinde İran'ı bütün sorunların üstünde bir sorun olarak dünya sundu. Türkiye aynı görüşte değil ve bunu yüksek sesle dile getiriyor,. Başbakan Erdoğan'ın G-20 sonrası açıklamaları, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun; askeri müdahaleye de, sıkı ambargoya da karşı olduğumuz açıklaması bunun göstergesi. Rol tayini verilen gündemi takip etmek demektir. Türkiye bu görevi yıllarca yaptı. Ancak ne dünya o zamanki dünya, ne de öyle bir Türkiye var artık.

Yıllardır Türk dış politikasını izleyen, küresel eğilimleri büyük bir dikkatle takibeden ve tartışan bir kişi olarak, Cumhurbaşkanı'nın konuşmasının hem Türkiye'nin önüne konulan bir çeşit "Yol Haritası", hem de bizlere verilen bir ders niteliğinde olduğunu teslim etmek zorundayım. Ve bu beni heyecanlandırıyor!

Bu yazı toplam 3138 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar