Türkmendağı ve ötesi

Kızıldağ düştüğünde ‘Gerisi çorap söküğü gibi gelir ve bölgedeki son direniş kalıntıları da ezilip geçilerek Türkmendağı birkaç gün içinde tamamen rejim kuvvetlerinin eline geçer’ denilmişti. Canlarını dişlerine takarak savaşan devrimciler, “birkaç gün”ü Allah’ın inayetiyle sekiz aya çıkardılar. Evvelki gün ‘Türkmendağı düştü’ feryatları yükseldi, fakat direniş sürüyor. O “birkaç gün”, uzamaya devam ediyor elhamdülillah. Uzuyor uzamasına da… Devrimcilerin, Türkmendağı’nın, Bayırbucak’ın iflahını keserek uzuyor.

Bölgedeki direnişçilerin sayısı birkaç yüzle sınırlı ve silahları yetersiz. Karşılarında ise Rusya ve İran’ın bütün askerî imkânlarından istifade edebilen binler var. Esed ve Putin’in savaş uçakları olmasaydı veya devrimcilere o uçakları düşürecek roketler verilseydi, her şeye rağmen Kızıldağ’ı geri alıp bölgeye hakim olabilirlerdi. Ne yazık ki Kızıldağ’ın düşmesinden sonra bile devrimcilerden esirgendi bu hayatî destek. Üstelik -devrimcilerin iddiasına göre- Rusya ve İran destekli rejim ordusunun şu son günlerdeki saldırıları esnasında Türkiye topraklarına düşen bombalara misliyle mukabele bile edilmiyor (Türkiye’nin topçu ateşi, devrimcilere nefes aldırıp manevra imkânı sunması bakımından da önemli).

Türkmendağı tamamen düşer ve Bayırbucak bölgesi rejimin eline geçerse, Türkiye sınırında Babulhavva’dan başka dost kapısı kalmaz; ki o kapı da pek sağlam durmuyor. Şer güçlerin, Suriye Devrimi’ni boğarken aynı zamanda Türkiye’yi kuşatmayı hedefledikleri aşikar. Türkiye bunu ya umursamıyor, ya da umursadığını belli etmekte müşkülatı var.

***

“2012’de fırsatı kaçırdık” sözünü bir yerden hatırlarsınız…

2012’de, bir savaş uçağımızın Esed rejimi tarafından vurulması üzerine, hükümet, ne yaptıysa yaptı, nasıl ettiyse etti, Suriye-Türkiye sınırındaki stratejik noktaların önemli bir kısmının birkaç hafta içinde devrimcilerin kontrolüne geçmesini sağladı.

O zamanlar İran daha bütün haşmetiyle inmemişti sahaya, Rus ordusu daha yoktu ortada, “DAİŞ” daha doğmamıştı, PYD beklemedeydi daha…

Kara kuvvetleri dağılmaya başlayan Esed, panik halinde varil bombalarına sarıldı.

Hava bombardımanından başka numarası kalmamıştı Esed’in ve uçakları da öyle aman aman uçaklar değildi.

Devrimciler “Ne olur bize şu uçakları düşürecek füzeler verin de Esed’in işini bitirelim” diye yalvardılar; fakat nafile.

Devrimcilerle artık komşuyduk, aramızda düşman orduları yoktu, hiç değilse sair silah ihtiyaçlarını rahatlıkla ve layıkıyla karşılayabilirdik (Paralel Devlet Yapılanması’nın buna müdahale edecek noktaya gelmesine neredeyse bir buçuk sene vardı daha), ama o da olmadı.

Sınırda dengeleri bir anda değiştiren Türkiye bu gücünün hakkını vermeye devam etmeyi, doğan fırsatı sonuna kadar değerlendirmeyi tercih etmedi nedense.

Ya devrimcilerden devrimci beğenemedi, ya Esed rejimine karşı uluslararası bir askeri müdahaleye bel bağladı, ya NATO envanterine dokunmanın riskinden çekindi, ya İran ve Rusya’yı kışkırtmaktan endişe etti, veya hepsi birden.

Neticede fırsatı kaçırdı.

Üstelik, korktuğu ne varsa başına geldi.

İhtiyat siyasetiyle engellemeye çalıştığı ne varsa ziyadesiyle gerçekleşti.

Uzun bir süreçte gerçekleşti; derlenip toparlanmaya yetecek kadar uzun bir süreçte…

Ne var ki Türkiye, o sürecin hiçbir yerinde ‘Zararın neresinden dönersek kârdır’ demedi, Suriye savaşına başı sonu belli bir zafer perspektifiyle yoğunlaşma iradesini gösteremedi.

Şu veya bu hususta geri durarak engellemeye çalıştığı belaların tam da o geri duruşları yüzünden başına geldiğini bir türlü kavrayamadı.

Basiretsiz, ferasetsiz davrandı..

Savaşın iyice giriftleşip içinden çıkılmaz hale gelme temayülü gösterdiği yerde, devrimin önde gelen bütün ordularını dışlayan Amerikalıların beş para etmez “Eğit-Donat” projesine aylarca bel bağlayabildi mesela.

Durmadan zaman kaybetti, şer güçlere durmadan zaman kazandırdı.

Devrimcilerin etrafını iyice sardırdı.

Kendini de iyice köşeye sıkıştırttı.

***

Evet, 2012’de fırsatı kaçırdık.

Ya sonra?

Ya şimdi?

Hükümetin o tespitinin üzerinden iki buçuk sene geçti.

Geçen bu zaman zarfında da Suriye Devrimi’ni zafere taşımaya matuf adam akıllı bir strateji geliştirmedik.

İran’ın, Bağdadi Grubu’nun, Rusya’nın, PYD’nin, ABD’nin estirdiği rüzgârlarda savrulup durduk.

Bugün, Türkmendağı ezilip geçilirken ve Halep’in canına okunurken de ne yapacağımızı biliyormuş gibi görünmüyoruz maalesef.

Kuru eleştiri olsun diye yazmıyorum bunları.

Kimseyi karalamak, kınamak ve incitmek değil niyetim.

Anlamadığım bir şey var, onu çözmeye çalışıyorum sadece:

Planımız ne?

karargazete

Bu yazı toplam 1097 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar