Ümitsizlik mi?
Bu sütunda bazı hadiselerle ilgili değerlendirmeler ümitsiz olma, ümit kırma gibi görülebiliyor. Oysa Kur'an'ın diliyle, Allah'ın rahmetinden ancak inkârcılar ümit keser; ümitsizlik, mü'minlerin semtine uğramaz.
Fakat önemli olan, ümidin kaynağını bulmak ve onu yanlış yerlerde aramamaktır. Meselâ, "ucu ecnebi elinde" ve mevcut verili şartlarda yolu, kaynağı ve hedefi itibarıyla İslâmî olması mümkün bulunmayan siyasete İslâm adına bel bağlamanın ve İslâm'ı her dönem o dönemde yaygınlık kazanmış akımlara göre yorumlamanın ümitlerin sürekli kırılmasına ve dolayısıyla "Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin!" âyetinin tokadına sebep olacağı izahtan vârestedir.
İslâm'ı hayat olarak tercih edenler gözlerini başka kaynaklara çeviremeyecekleri gibi, Türkiye'nin bugünü de, geleceği de İslâm'a bağlıdır. Türkiye'de sağlıklı bir yapı isteyenler, bunu İslâm'dan başka bir yerde de bulamayacaklardır. Bu, fertlerimiz temelinde psikolojik, toplumumuz temelinde sosyolojik bir vakıadır. Çünkü, bir defa Batı'da modern sistem, asırlar süren Kilise-burjuvazi, Kilise-bilim, krallıklar-burjuvazi, ayrıca din, mezhep ve sınıf çatışmalarıyla, sömürgecilik ve köle ticareti üzerine kurulmuştur. Ve tamamen kurucularının ve sahiplerinin çıkarlarına hizmet etmek üzere dizayn edilmiştir ve dünyada ana üretim ve hakimiyet kaynaklarını elinde tutmaktadır. Ayrıca, dünyayı kutuplara ayırarak, anarşi, terör ve çatışma sebepleri üreterek, dahilî, mahallî ve dünya çapında savaşlar çıkararak ve dünya nüfusunun % 80'inin rağmına ayakta durmaya çalışmaktadır. 1899-1902 ABD-Filipinler savaşından bu yana dünya üzerinde 50'den fazla büyük savaş çıkmış ve bu savaşlarda yüz milyonlarca insan ölmüş, ölenlerin birkaç katı insan sakat, dul, yetim kalmış, şehirler, ülkeler yıkılmış, asırların birikimi eserler harap olmuştur. Modern sistemin asla insanî olmayan bu unsur, payanda ve beslenme kaynaklarının kabul edilemeyeceği bir yana, Türkiye, aynı süreçten geçemez. Ülkemizin içinde yoğrulduğu tarih gibi, karakteriyle, iç yapısıyla da Türkiye insanını İslâm'dan başka bir faktör doğru istikamette harekete geçiremez. Dolayısıyla, milletimizin hayat bulması, ancak İslâm'ın hayat bulmasıyla mümkündür. Aksi halde ne Türk insanı iç anarşiden, yozlaşmadan, tefessühten kurtulabilir ne de toplumumuz siyasî-içtimaî-iktisadî anarşiden, yozlaşmadan, tefessühten başını kaldırabilir. Aksine gitmeye çalışmak, şiddetli tokatlarla neticelenir ve son bir asırlık, özellikle çok partili siyasî tarihimiz, bunun en açık şahididir.
Son birkaç asırdır ülke, bölgemiz ve dünya olarak içinde bulunduğumuz şartları özellikle yönetim katında yeterince tesbit edemediğimiz gibi, bu şartlara, tarihimize, jeo-politik konumumuza, içinde yoğrulduğumuz medeniyete ve karakterimize göre kendimize gerçekçi ve sağlam bir hedef de tayin edemedik. "Kendileri olarak kendi mecralarında hareket edemeyenler, başkalarının hamle ve aksiyon dalgalarının, düşünce ve plan girdaplarının tesirine girerek, onların hareket fasıllarını temsil etmek mecburiyetinde kalırlar. Kendimiz olmak, umum varlık içinde kendimize bir hareket mecrası açmak ve bu kendi mecramızda kendimiz olarak akmak; yani kendi öz çizgimizi koruyarak bütün varlıkla bütünleşmeye çalışmak." Var olma ve geleceğe akma yolumuz budur. Bu yolun temel dinamiği İslâmî düşünce, inanç ve hayatımızdır. Müslümanlık iddiamıza rağmen kaç asırdır ve bugün gerektiği ölçüde "müsbet davranış içinde bulunamıyor" ve sürekli tökezlemeler yaşıyorsak, bu, düşünce, inanç ve davranışta "gerçek mü'minler olamayışımızda aranmalıdır. Hakikî mü'min, hangi zeminde, hangi kalıp içinde bulunursa bulunsun, neyle karşılaşırsa karşılaşsın düşünce, tasavvur, inanç ve davranışları hep iman televvünlü olan insandır. Bu itibarla, önce nasıl bir dünya inşa etmek istediğimizin ve bu dünyanın imarında ne türlü cevherlerin kullanılması lâzım geldiğinin şuurunda olmak ve ancak o cevherleri kullanmak mevkiindeyiz. Yoksa dışarıdan toslamalarla sürekli yıkımlar yaşamak bir yana, kendi ellerimizle yaptıklarımızı kendimiz yıkmak durumunda kalırız."