Ahmet Taşgetiren

Ahmet Taşgetiren

Vatikan adam öldürtseydi...

Vatikan zaman zaman skandallarla sarsılır. Tabii ki haber olur. Tabii ki tepki çeker. İslam dünyasında olay, Katolik Hristiyanlığın beyninde gerçekleşen skandal dolayısıyla daha geniş bir ilgi görür. Neden? Çünkü din demek değerler dünyası demektir, değerlerin sözcülüğünü yapan bir yerde değer sarsıntısı örnekleniyorsa ilgi ve tepki görmesi kaçınılmazdır. İslam ülkelerinde ise bu tepkilere, iki büyük dünya dini arasındaki kıyasıya karşıtlık da eklenir. Vatikan dünyadaki herhangi bir büyükelçiliğinde – konsolosluğunda cinayetle, hele tanınmış bir gazeteci cinayetiyle gündeme geldi mi, hatırlamıyorum. Kaşıkçı cinayetini değerlendirirken bir başka boyuta işaret etmek istiyorum buradan yola çıkarak. Cinayet Suud Konsolosluğunda işlendi. Cinayetin şu ana kadar bilinen safhaları, en duyarsız insanın bile tüylerini ürperten bir nitelik taşıyor. Görüntülenip seyredilebilseydi, herhalde 16 yaş ve üzeri uyarılarla, şiddet – korku anonslarıyla ekrana gelebilirdi. Anne – babalar çocukları ekrandan uzak tutmak için uyarılırdı. Sonra yaşananları değme insanın yüreği de kaldırmazdı. Konsolosluğa girer girmez ağzı kapanan, “astımlıyım” dendiği halde bir de başına poşet geçirilen, öylece çırpına çırpına boğulan bir insan... Sonra parça parça edilen, sonra da asitle eritilerek mi, başka şekilde mi cesedi bile ortadan yok edilen bir insan... Nasıl? Nerde oldu bu? Suud Konsolosluğunda. Suud kim? İşte orada başlıyor Vatikan kıyaslaması... Kim ne derse desin Suud’un sembolik bir mahiyeti var. Hele siz, Suud Kralının isminin yanına “Hadimü’l -Haremeyni’ş-Şerifeyn- İki şerefli haremin hizmetkârı” sıfatını seçerek ekliyorsanız, bu sembolik aidiyet gelir yapışır Kaşıkçı dosyasına. O iş öyle, Suud devletinin kilit görevlerinde bulunan 18 tane adamın gelip, konsoloslukta cinayet işleyip, sonra da elini kolunu sallayarak uçağa binip ülkelerine dönmesi, sonra Konsolosun gitmesi, sonra Suud yönetiminin inkar – ikrar – oyalama arasında meseleyi uyutmaya çalışması ile kapanacak bir iş değil. *** Kralın süreçten istisna edilerek işin içinden çıkmak da mümkün olmaz. Devletler arası ilişkilerdeki hesap ayrı. Bizim sade Müslümanlar olarak olaya yaklaşımımız ayrı. Suud devlet yapılanmasının geldiği nokta gerçekten dramatik bir boyut sergiliyor. Muhammed bin Selman veliahd prens olarak bir tür Kral naibi rollerinde tayin edici güce kavuştuktan bu yana zaten içine girilen açılımlar, sırf dinle ilişkiler noktasında “Suud nereye gidiyor?” sorusunu sordurmaktaydı. “Amerikan formatlı bir din”den söz edilmekteydi. Ama, üstelik Türkiye gibi İslam dünyasının en hassas ülkesinde diplomatik mekanda hunharca gazeteci öldürtmek, cinnet dışında izah edilebilir bir durum değildir. Cinayeti Suud devletinin işlettiğinde şüphe yok da, bunu nasıl Türkiye’de, Suud devletine ait konsoloslukta yaptılar, nasıl bir akıl tutulması devreye girdi, anlamak mümkün değil. İşin nereye varacağını düşündüler, Türkiye – Suud ilişkilerine nasıl bir yansımasının olacağını öngördüler? Cinnet o boyutta ki, ister istemez “Yoksa Suud devleti içinde, Suud’a ihanet eden bir çete mi var?” sorusunu soruyorsunuz. Mukaddes beldelerimiz bu kadronun elinde. Üstelik “Şeriat uyguluyor” gibi bir vasfı var. Ve bu kadronun elinde cinayet kanı var. Her şeyin alarm vermesi lâzım. Verir mi? Vermez. Cür’et, böyle bir cinayet halinde bile İslam dünyası olarak alarm haline geçemiyor oluşumuzun cür’eti. Haremeyn-i şerifeyn emin ellerde mi? Asıl soru bu. “Şeriat”ı ne hale getiriyoruz? Asıl soru bu. Ve bu görüntü dünyada nasıl algılanıyor? Asıl soru bu. Karargazete

Bu yazı toplam 979 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar