Abdurrahman Dilipak
Ve bayrama veda
Başlayan her şey biter, doğan ölür. Her karanlık gecenin nurlu bir sabahı vardır, her yokuşun bir inişi, her inişin bir çıkışı vardır.
Ve 4 günlük bayram bugün son buluyor. Hacca gidenler dönüş yolunda olacaklar.
İlginç değil mi, yarın 24 Temmuz. İstanbul Sözleşmesi’nin öncüsü olan CEDAW, 1985 yılında Bakanlar Kurulu tarafından imzalanarak yürürlüğe girmişti.
Başımıza gelen felaketlerin birçoğu göz göre göre geldi. CEDAW, İstanbul Sözleşmesi, Lanzarotte gizlice gelmedi.
“Bana güven gerisini merak etme sen” diyenlere güvenmeyin. Peygamberler insanları kendine değil, vahye çağırdı. Onlar hem “abd” hem de resuldürler. Onun için biz bu iki sıfatı birden telaffuz ederiz ve bizim için din olan “risalet” sıfatıdır. Yoksa din büyüklerini “İlah ve Rab” edinmeme konusunda vahiy bizi uyarır. “Onlar bize bir şey söyler de ve biz o şey üzerinde düşünmeden o şeyi, bizden istenen şekilde kabul ya da ret edersek, bu onları “İlah ve Rab” edinmek anlamına gelir.
Hayata Kur’an penceresinden bakmamız gerek. Şu ayetin penceresinden bakalım kendi nefsimize, çevremize ve topluma, ne görüyorsunuz: “Onlara şöyle bir baktığında dış görünüşleri sana iyi bir izlenim verir; konuşurlarsa sözlerine kulak verirsin. Ama onlar sanki bir yere dayanmış kütükler gibidir (böyle güvendeymiş gibi görünürler). Her gürültüyü kendilerine yönelik sanırlar. Asıl düşman onlardır, onlardan korun! Allah kahretsin onları! Nasıl da haktan yüz çeviriyorlar!” (Münâfikûn - 4)
Medyamızın haline bakın, değişen ne? Yine acemi kasap haberleri, yine kaçan dana, kurbanlık fiyatları, çevre sorunları vesaire vesaire. Ve tabi, kurban eti nasıl saklanır, nasıl pişirilmeli filan.
Kurbanlıkların kulağına gösterdiğimiz hassasiyeti acaba, onun geni ile oynanıp oynanmadığına, hormonlu olup olmadığına, antibiyotik yüklenip yüklenmediğine, yediği yeme, hayvan barınağının sağlık açısından şartlarına bakıyor muyuz?
Aslında hepsi önemli, ekonomisi de tabii ki. Bunlar maddi şartlar da, işin ibadet boyutu aslında bunlarla birlikte bundan sonrasını da kapsar.
İşin bir de içtimai boyutu var tabi. Bu işin hem ibadet boyutu ile ilgili, hem ekonomisi ile ilgili. Bayram havası aslında içtimai barış için farklı bir iklim oluşmasını sağlar. Daha iyimser bir hava, daha vicdanlı olma yönünde bir kazanımdır bu.
Bayramlar aynı zamanda bir yardımlaşma vesilesidir. Akrabalık ilişkilerini güçlendirir.
Artık sosyal medya üzerinden, geceler, günler boyu buradaki diğer ülke yurttaşları, kendi ülkeleri ile canlı bağlantılarla salonlarda, meydanlarda buluşabilirler.
Aslında bunu Rabia Meydanı ile Kudüs ile sınırlı da olsa gerçekleştirdik. Daha kapsamlı şekillerde yine gerçekleştirebiliriz.
Bu konuda iki günümüz birbirine eş olmayacak bir şekilde dar çevremizden başlayarak global etkinliklere kadar birçok yeni faaliyetler planlayabiliriz.
Sadece şikâyet etmek değil, çözüm üretmek zorundayız. Talep etmek değil, vadetmemiz de gerek. Biz “alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin ümmeti”yiz. Hiçbir Müslüman, dünyada olup biten şeyleri, görmezden, duymazdan, bilmezden gelme hakkına sahip değildir.
Rad 22’de ne deniyordu: “Ve onlar rablerinin rızasını elde etmek için sabreden, namazı dosdoğru kılan, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda gizli açık harcayan, kötülüğü iyilikle savan kimselerdir. İşte dünya hayatının güzel sonu (cennet) sadece onlarındır.” Görevimiz sadece yanlış yapanları cezalandırmak değil, önce onları geri kazanmanın yollarını aramaktır. Bizler cehennem zebanileri değiliz. “Bizi öldürmeye gelenler bizde dirilsinler” hayatımız da, dilimiz de sadece bir slogan olarak kalmamalı.
Bu konuda “Taif’e giden peygamber” gibi olmalıyız. Bu anlamda Halit b. Velid’leri unutmamalıyız! Kim Halid b. Velid’i öldürmek ister! Kuşkusuz bize saldıran herkese gül atacak değiliz, ama ona hak ettiği cevabı vermeden, davet ve uyarımızı tekrarlamamız gerekir.
Onun için “ilk saldıran kişi ve taraf biz olmayacağız”. O batının “önleyici vuruş” dediği, niyet okuyarak, saldırmak için, düşmanı kendi üzerine çekmek için kışkırtıcı komplolar bizim fıkhımızda olmaz. Olmamalı. Bunun ne iktisatta, ne siyasette, ne de savaş hukukunda yeri yoktur. Firavuna karşı bile ilk yapmamız gereken güzel söz ve hikmetle hakkı tebliğ etmektir.
İnşallah bir sonraki bayramlarda CoVID komplosunun gölgesinden çıkarız.
Yoksa CoVID’i üretenler yeni komplolar da üreterek daha fazla üstümüze gelirler.
Bu anlamda gelecek bayram geçen bayramları da aratabilir. Ama inşallah o zamana kadar bu fitnenin arkasındaki şeytani tuzak anlaşılır da, bu kuşatmadan kurtuluruz.
Birileri yine de uyanmayacak ise sonucunun ne olacağını görürüz. Sonunda bu da bir imtihandır. Her şey, hayır da olsa şer de olsa, O’nun iradesi içindedir. Biz O’nun rızasını talep edelim. İçimizdeki beyinsizlerin işlediklerinden ve nefsimizin heva ve heveslerinin sebeb olduğu fitnelerden Allah’a sığınalım.
Sadece ötekileri eleştirerek İlahi rızaya ulaşamayacağımızı bilelim.
Unutmayalım ki, karanlık aydınlığın yokluğudur. Şeytanın varlığı günah işlememizin bahanesi olamaz ve biz kendi hakkımızdaki hükmü değiştirmeden, Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecektir.
Selam ve dua ile.