Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Ya Rab, beni bu ikrar ile haşret!

Allah’ım bana güç ve cesaret ver de teslim olmayayım, korkmayayım, kötü örnek olmayayım, zalimlerden olmayayım,  kınayanların kınamalarına kulak asmayayım. Bana hakkı hak, batılı batıl göster. Beni ve ehlimi, dostlarımı nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanlardan değil. Beni rızanın tecellisinin vesilesi kıl. Benim ellerimle zalimleri cezalandır ve mazlumlara yardım et.

Biliyorum ki, bana hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde hayır murat etmiş olabilirsiniz. Ben hayırlısını istiyorum.

Rabbim buyurdu ki, “Ey iman edenler! Kendinizi ana babanız ve yakınlarınızın aleyhine de olsa Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kişiler olun (menfaatiniz ve yakınlarınızın hatırı için) doğruluktan ayrılıp yalancı şahitliği yapmayınız. Zira Allah’ın belası ve laneti yalancılar üzerinedir.” [Nisa 135“Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan ve adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kin ve nefretiniz sizi asla onlara karşı adaletsizliğe sevk etmesin.” [Maide 8“Allah size mutlaka emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.” [Nisa 58] Amenna ve Saddakna!

Mahsunoğulları kabilesinden bir kadın hırsızlık yapmıştı. Cezanın tatbik edilmemesi için Üsame bin Zeyd torpil için gönderilmişti. Üsame b Zeyd durumu Peygamberimize söyledi. Peygamberimizin kızmıştı. Şöyle buyurdu:“Ey Üsame, sizden evvelkilerin helak olmalarının sebebi; zengin ve soylu birisi hırsızlık yaptığında, bir suç işlediğinde onu bırakırlar, zayıf ve gariban birisi suç işlediğinde ise ona ceza verirlerdi. Allah’a yemin ederim ki eğer Muhammed’in kızı Fatıma da suç işlese aynı cezayı verirdim.” [Buhari Hudud 11]

Rabbim beni sıratı müstakim üzere kıl!

“İnsanlar Adem’den, Adem de topraktan yaratılmıştır”. “Ne Arab’ın Arap olmayana, ne de Arap olmayanın Arab’a bir üstünlüğü vardır. Üstünlük takvadadır”. Akif Ffikri kavmiyyeti tel’in ediyor peygamber” der. “Ey İnsanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Birbirinizi tanımanız için sizi şubelere ve kabilelere ayırdık. Şüphe yok ki Allah yanında en değerliniz, günahtan en çok korunanızdır.” İlk haram, ilk günah, ilk lanet Irkçılığadır. İlk ırkçı şeytandır. Haramlar kronolojisinde 2. haram Fahşa, 3.’sü Katl’dir.

Ben “Müslümanım elhamdülillah”. Ben Müslümanlardanım. Ama ben “Müslümancı” değilim. Mesela, “insancı”, “Hümanist” de değilim. İnsan kılıklı bir varlık bir hayvana zulmeder, “hayvanları öldürür, ekinleri talan eder ve yeryüzünü ifsad” ederse, “belhum adal”a karşı hayvanlardan yana olurum. “Eğitilmiş” ve onların kavramları ile zihni kelepçeli  ehlileştirilmiş” bir “Aydınlanma felsefesi”nin çocuğu “kültür”lü bir “aydın” da değilim. Rabbimin o geniş “mübahat dünyası”nda hür, onun dışında aykırı norm dışı biri işte! Müstekbirlere ve onların yanaşmalarına inat, hataları da olsa, Allah’ın ve O’nun kullarının affına muhtaç abd-i aciz bir kul! Kimsenin rengine boyanmak da istemem, “Allah’ın boyası” dışında. İmam-Hatipliyim, ama “İmam-Hatipçi” değilim. Akıllı olmak “benim” için büyük bir nimettir, ama “akılcı” olmak benim için bir değer ifade etmez. Birilerine göre “Akılsız” olabilirim, ne gam! Yani, “Vay o namaz kılanların haline ki” denilen, “bir bostan karşılığı bir bağı satan”, “rüşvet pazarlığı arasında namaz kılanlaro para ile hacca gidenlerden” değilim elhamdülillah.! Onların şerrinden Allah’a sığınırım. 

Sonunda haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalime karşı olacağım. Zalim babam da olsa, mazlum düşmanım da. İşi ehline vereceğim. Bir kişinin istihdamında ehliyet ve liyakat benim için imandan önce gelir. Peygamberimiz de böyle yaptı. Mekke’den Medine’ye hicret ederken, İslam tarihinin başlangıcı kabul edilen olayda kendine kılavuzluk yapan kişi bir müşrikti. Sesi güzel ve hafızası kuvvetli diye kimseyi imam edinecek de değiliz. Ehliyet’ten ve Liyakat’tan böyle bir mana çıkartmak, çıkartanın zekası ile ilgili olsa gerekir!?

Şunu da söyleyeyim, eşitler arasında birinci olan maslahata da uygunsa o bir şekilde daha yakından tanıdığım, daha fazla ortak değere sahip olduğum olacaktır elbette! Adalet konusunda ya da istihdam konusunda bu böyle. Bunun aksini iddia eden biri varsa, onun iddiası ona, benim fikrim banadır. Ben Allah’ın huzuruna bu ikrarımla çıkmak isterim!

Hz. Ömer’den bir misal: Mısır fâtihi Amr bin As’ın oğlu, babasının mevkiine dayanarak haksız yere bir Kıpti’yi hiçe sayıp tokatlamıştı. Durumdan haberdar edilen Hazret-i Ömer’in bu olay karşısında rengi değişmiş, kısas için Amr’e talimat vermiş ve şöyle demişti: “Ey Amr! Analarından hür olarak doğan insanları ne vakit köle ettiniz?” Mısır fatihinin oğlu divanda Kıpti tarafından tokatlanır. Tokatlanabilmeliydi ve tokatlandı. Kimse babasının saltanatına güvenmemeli. Suçlu cezalandırılmalı. Adalet bunu gerektirir.

Hz. Ali’den bir örnek: Hz. Ali (r.a.) Hz. Ömer’le sohbet ederlerken, bir adam geldi ve Hz. Peygamberin damadı Hz Ali’den şikâyetçi oldu. “Ebû Talib’in oğlu Ali’den şikâyetçiyim” dedi. Hz. Ömer (r.a.), Hz. Ali’ye “Ey Abelhasen! Kalk ve kendini savun” dedi. Hz. Ali sanık olarak müştekinin yanında yerini aldı. Adil Ömer iki tarafı da sonuna kadar dinlendi, deliller karşılaştırıldı ve hükmünü verdi. Davacı ayrılıp gitti. Hz. Ali müteessirdi. Hz. Ömer “Ey Ali! Adalet ve hükmümden memnun olmadın mı?” dedi. Hz. Ali davadan haklı çıktığı halde niçin üzgündü ki! Bir bedevinin suçlaması ile sanık sandalyesine oturtulmuş olması, onuruna mı dokunmuştu. “Evet, memnun olmadım” dedi. Hz. Ömer “Niçin?” dedi. Hz. Ali cevap verdi: Çünkü siz davacının yanında bana künyemle hitap ettiniz, “Ey Ebulhasan” dediniz. (Peygamberin torununun babası). Bilirsiniz ki künye ile çağırmak Araplarda bir saygı ifadesidir. Müştekinin yanında beni künyemle çağırmanızı adaletinize yakıştıramadım!..”. Hz. Ömer, Hz. Ali’yi sanık sandalyesine oturturken, Hz. Ali, Adil Ömer’e yargılama sırasında, Peygamber damadı olduğu için kendine saygı ifadesi kullanması sebebi ile adaletli davranmadığı için onu eleştiriyordu. Bu cevaba son derece sevinen ve duygulanan Hz. Ömer: “Allah senden razı olsun ey Ali! Beni irşad ettin, diyerek yerinden kalktı ve Hz. Ali’yi kucaklayarak onu gözlerinden öptü”. O “Ömer yanıldığında onu uyararak, gerektiğinde kılıcı ile onu düzeltecek, sıratı müstakime/doğru yola yönlendirecek bir ümmeti halkeden Allaha şükürler olsun” diye dua eden Ömer’di. Bizim şimdikiler de işte manzarada görüldüğü gibi!

Ah adil Ömer ah! Şimdi anne-babalar çocuklarına, Ömer, Bekir, Ali, Osman, Ayşe, Fatıma, Hatice, Sümeyye, Hacer, Meryem isimlerini koyuyorlar da, peki ya onlar kimin ahlakı ile ahlaklanıyor, nasıl düşünüyor, nasıl yaşıyorlar. Bizler âlemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin ümmetiyiz biz. İnsanların, mal, can, namus, akıl, inanç, nesil emaneti bizde değil mi? Hani “El emin” olacaktık. Hılful fudul anlayışına ne oldu. “Müellefetül gulub” diye bir müessesemiz vardı değil mi! Sahi Kars İslam Cumhuriyetinde Radinski nasıl Güvenlik Bakanı oldu ya da Vasiliyedes nasıl Sağlık ve Yardım Bakanı oldu!

Sonunda, herkes kendi yoluna. Bizlerin akıllarından geçeni kalplerimizden geçeni, söyleyip yazdıklarımızı gören, duyan, bilen, kadere, rızka ve ecele hükmeden, din gününün sahibi bir Allah var! Ve bu dünyada tartışıp durduğumuz şeylerin gerçeğinin bir gösterileceği bir gün var! Selam ve dua ile.

Bu yazı toplam 1153 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar