Selâhaddin Çakırgil
Yalanlama mı gerçek, yalanlanacak şekilde söylenen söz mü?
140 yıl öncelerde zamanın kalem erbabından Şinasî, gazeteciliği tarif ederken,’asgarî elfaz (en az söz) ile, âzamî (en çok) yalan söyleme san’atıdır..’ demişti. 1,5 asra yakın bir süre sonra, bu tarifte bir değişiklik yapmayı gerektiren bir iyileşme oldu diyebilir miyiz?
Financial Times (FT) isimli ingiliz gazetesinin Ankara muhabiri Alev Scott’a verdiği röportajda, HDP eşbaşkanlarından S. Demirtaş’ın, ’PKK’nın misilleme taktiklerinin kirli olduğunu ve bundan vazgeçmesi gerektiği’ni söylediği iddia edilmişti.
Bu haber, ilk okuyanlara, herhalde, ’Hayırdır, başına bir şey mi düştü..’ dedirtmiştir
Ama, bu röportajın Financial Times‘ta 5 Ağustos günü yayınlandığı haberinin medyaya düşmesinden henüz 1 saat geçmemişti ki hem Kandil’deki PKK dağ karargâhından, ’Demirtaş’ın PKK’nin taktiğinin kirli olduğuna yönelik sözlerinin yalan olduğu’na ve sözlerinin çarpıtıldığı’na dair bir yalanlama geldi, hem de HDP’den.. Ama, ilk yalanlama, PKK dağ karargahından tabiatiyle.. Ne de olsa, Demirtaş, ’Biz bağımsızbir partiyiz’ diyor ya; onu doğrulatırcasına (!?) her iki odaktan da yapılan açıklamaya göre, Demirtaş böyle bir söz söylememişti.. Yani, PKK’nin ’misillemeleri kirli değil’ idi. HDP, Demirtaş’ın ’kirli misilleme’ ifadesinin PKK’nın saldırıları için değil, yalnızca Ceylanpınar’daki iki polisin evlerinde öldürülmeleriyle ilgili olarak kullanıldığını söylüyordu.
FT’de yayınlanan metinde ise, şu görüşler dile getirilmişti:
’PKK’NIN MİSİLLEME TAKTİKLERİ “KİRLİ”
HDP milletvekilleri 2012’den bu yana hapisteki PKK lideri Abdullah Öcalan’a mesaj götürüp getirdiler ve bu da partinin PKK’nın siyasi sözcüsü olduğu suçlamalarını beraberinde getirdi. Ama, Demirtaş bunu reddediyor ve Doğubayezıt’teki intihar saldırısı da dahil olmak üzere PKK’nın misilleme taktiklerini ‘kirli’ diye tanımlıyor. Demirtaş ‘”PKK’ya Türkiye’ye karşı savaşı durdurmasını çağrısı yaptık. Bu çağrıyı her gün tekrarlıyorum. İki taraf da ellerini tetikten çekmeli ve silahlar susmalı” diyor.
“Ancak Demirtaş’ın barış sürecinin çökmesi nedeniyle kimi suçladığı açık. Demirtaş ‘Erdoğan büyük bir korku ve paranoyayla yaşıyor ve ülke bunun bedelini savaşla ödüyor. Biz barışa bağlıyız’ diyor.’
*
Şimdi, FT’de yayınlanan bu röportaj mı yalandır; yoksa, yalanlama mı, yalan.. Ya da, bu yalanlama gerçektir de, tepki gelince, önce öyle söylenip, sonra yalanlanacak şekilde bir mizansen mi hazırlanmıştır, artık onu herkes kendisi değerlendirir.
Ama, bu haberler üzerine int. sitelerinde yazılan ağır ve hattâ ahlâksızca sözler konusunda, onları yazanların bir sorumluluğunun olması gerekmez mi?
Mesela, ’Bu ülke bizim de diyorsunuz.. Evet, ama, üzeri bizim, altı sizin..’ yazısı..
Bu, int. sitelerinde yazıldığında hangi duygu onların kenarından dudak büküp geçirtebilir.
*
SON DERECE TEHLİKELİ BİR DİĞER MEDYA HABERİ VE..
İlginçtir, PKK ve HDP ile ilgili bu haberin yayınlandığı gün, İran medyasında da, Rusya lideri Putin’in, ’Suriye’yi ’Erdoğan Stalingradı’na döndürürüz..’ dediği ileri sürülüyordu. Fakat, haberlere baktım, başka hiçbir yerde böyle bir haber yoktu.. Değil ki, yalanlama olsun..
İran’ın stratejik yorumlar yapan etkili int. sitelerinden (tabnak.ir)’de 5 Ağustos günü yayımlanan bu haber aynen şöyle:
’Bugünlerde Amerikan işbirliğiyle Türkiye’nin Suriye’de, DAİŞ’le mücadelede yeni bir dönemi başlattığı bir durumda, çoğu kimse, bunun nihaî hedefinin, Esed rejimini devirmek olduğu konusunda görüş birliğinde halindedir. Bu durumda, Rusya cumhurbaşkanı Putin, bu zamana kadar örneğine rastlanmıyan bir şekilde, Türk mevkıdaşına, ’Suriyeyi’yi senin için Stalingrad’a çeviririz..’ şeklindek ihtarda bulundu.Tabnak’ın Moskow Times’dan bildirdiğine göre Rusya Cmuhurbaşkanı Vladimir Putin, diplomasinin bilinen kurallarını yok sayarak, Türkiye Elçisi Ümid Yardın’ı şahsen çağırarak, ona, ’Ankara’nın Suriye’deki teşebbüsleri konusunda ihtarda bulundu. Putin, Türkiye Cumhurbaşkanı Receb Tayyib Erdoğan’ın Suriye’de DAİŞ’i himaye etmekten elini çekmemesi halinde, bu ülke ile diplomatik ilişkilerini sür’atle keseceğini’ söyledi.
Moskow Times’a iletilen istihbarat bilgilerine göre, bu görüşmede görülmemiş bir bir uslûb takınan ve Türkiye Elçisi’nin verdiği ve ’Suriye’deki durumu daha da vahimleştirme sorumluluğunun Rusya’nun omzunda olduğu’na dair cevabı takiben, Putin, ’Öyleyse diktatör cumhurbaşkanına söyle ki, DAİŞ teröristleriyle birlikte cehenneme gidebilir.. Ben Erdoğan ve Suudî müttefiki için, Adolf Hitler’in şirretliklerine karşı olduğu gibi, Suriye’yi büyük bir Stalingrad’a dönüştüreceğim..’dedi.
Hatırlanacağı üzere, 1942-43’lerde cereyan ve 2. Dünya Savaşı’nın en tehlikeli ve hassas noktalarından birini teşkil eden ve alman güçlerinin stratejik Stalingrad(şimdiki Volgagrad) Savaşı’nda alman güçleri bu şehri ele geçirmek için yoğun bir saldırı başlatmışlar, ama sonunda, Sovyet güçleri zafer kazanmışlardı ve bu durum, Hitler’in Doğu Cebhesi’nde kesin bir yenilgisinin ve Sovyet ordularının da Batı’ya doğru ilerlemelerinin başlangıcı olmuştu.
İki saatten fazla süren bu bu görüşmeden sonra, Putin, Erdoğan’ın diğer bazı dışsiyasetlerini de eleştirerek, O (Erdoğan) demokraksiyi savunmak adına, Mısır’daki askerî darbeye karşı çıkarken; diğer yandan, nasıl oluyor da, Suriye Hükûmeti’ni devirmek için mücadele eden terörist faaliyetleri himaye ediyor.’ dedi. Rusya Cumhurbaşkanı, ’hükûmetinin, Suriye’nin legal hükûmetini himaye etmekten asla elçekmiyeceğini ve muttefikleriyle yani Çin ve İran’la birlikte, bu ülkedeki iç savaşa bir çözüm yolu bulmak için çaba harcayacağını da’ söyledi.’
*
Evet, haber böyle..
Şimdi.. Bu, bir haberdir ya da haber midir?
Bu gerçek ise.. Nasıl saklanır.. Yalan ise.. Niçin hemen gereken açıklama ve yalanlama yapılmaz.. Tahran’daki TC. elçisi, ya da (Moskova’da dayandırılan kaynakta öyle bir yazı var ise) Moskova’daki TC. elçisi ve o kadar diplomatik personel konuya dair ne gibi bir araştırma, yalanlama- doğrulama veya açıklama yapmışlardır, yaptırmışlardır? Bu söz yalan ise, yalanlatılmalıdır, doğru ise, ona göre bir siyaset izlenmelidir. Yoksa, o söz, yalanlanacak şekilde delilsiz söylenmiş ve ama, dünyaya da bu yolla mı duyurulmuştur?
*
KIRIM TATAR MÜSLÜMANLARININ KONGRESİ, Ve..
Bu vesileyle Başbakan Yardm. Numan Kurtulmuş bey’in Ankara’da 1- 2 Ağustos günleri tertiblenen Dünya Kırım Tatar Kongresi’nde yaptığı konuşmanın üzerinde de durulmalıdır.. Çünkü, Kurtulmuş, Rusya’nın Kırım’ı ilhak edişinin uluslararakı hukuka vs. aykırı olduğunu belirterek, ’Türkiye’nin bu durumu aslakabullenmiyeceğini’ söylüyor ve Kırım’ın müslüman tatar halkının fiilî temsilcileri durumunda olanlardan alkışlar alıyordu. Ama, Türkiye, bu sözü gerçekten de yerine getirebilir mi? Yoksa, o sözün altında ezilir mi?
Çünkü Sovyet Rusya çökerken, birliğin önceki sınırlarını gösteren sınırlara göre, Ukrayna’ya aid olduğu kabul edilen Kırım’da, geçen sene Ukrayna’da meydana gelen karışıklıklar sırasında, Kırım Mahallî Meclisi bağımsızlık ilan etmiş, bu kararın, referandumla da kabul edildiğinin açıklanmasından hemen sonra da Rusya’ya iltihak kararı alınmış ve Rusya da bu iltihakı kabullenince, Kırım yutulmuştu.. Amerika ve –maddî bakımdan güçlü kabul edilen- diğer AB ve NATO devletlerinin karşı çıkmalarına rağmen, Rusya geri adım atmamış; Putin, savaşı göze aldıklarını ve ’Sovyetler dağılırken, elden çıkışını yutkunarak seyrettiklerini, ama çaresizlik yüzünden kabul etmiş göründüklerini, şimdi ise, Kırım’ın artık Rusya’nın ayrılmaz bir parçası olduğunu’ söylemişti.
Böyleyken, Kırım tatarlarının yıllık kongresindekilerin hissiyatına tercüman olmak istenirken, resmî ağızların öylesine kesin sözlerinin realiteyle bir ilgisi var mıdır, düşünülmelidir.
Nitekim, Putin’in geçen aylarda Kırım Başsavcısı yaptığı Natalia Poklonskaya’nın,’Kırım Tatarları’nın sorunları varsa, bunları bizim çözmemiz gerekir. Bu sorun diğer ülkelerin işi değil.. Dolayısıyla Ankara’daki Kongre’nin, Kırım’da en ciddi yasa ihlallerinin yapıldığına dair kılıf hazırlamak için planlı ve özel olarak düzenlendiğini düşünüyorum. Türkiye’nin bu konuya karışmaya kalkışmaması gerekir’ şeklindeki sözlerini ciddîye almak gerekir.
*
Unutulmaması gerekir ki, İsmet İnönü, 50 yıl öncelerde başbakan iken, Kıbrıs Buhranı günlerinde, Amerika’yla olan başağrıtıcı münasebetlerdeki ağır havaya değinip, ’büyük devletlerle münasebet, bir canavarla aynı yatağa yatmaya benziyor..’ demişti.
Elbette tatar müslümanlarının asırlarca anavatanı olan Kırım’da bugün küçük bir azlık haline getirilerek yaşamaları, yürekler parçalayıcıdır ve onlara manevî destek verilmelidir, ama, bu, onlara, hayalî kurtuluş müjdeleri vermek noktasına kadar götürülmemelidir.
*
Bu vesileyle, Japonya’nın üstelik de askerî bir birliği olmayan, sadece sivil halkın yaşadığı Hiroşima şehrine 6 Ağustus 1945 günü, beşer tarihinin ilk Atom Bombası’nın atılmasının 70. yılında, o büyük canavarlığın 100 bini aşan kurbanlarının hâtıralarını acıyla anıyor ve zâten teslim olmanın eşiğinde olan Japonya’yı tamamiyle uyduruk bahanelerle ve savaşa son vermek adına; gerçekte ise bütün insanlığı teslim almak için, o silahı ilk kez kullanan çağdaş emperyalist Amerikan canavarlığını bir daha lânetliyorum.
*
Selahaddin E. Çakırgil ([email protected])
dirilişpostası