Mehmet GÖKTAŞ
Yanlış yola sapmanın bedeli
Doksanlı yıllarda Almanya’da bir şehirden başka bir şehre giderken dönüş yapacağımız noktayı geçtiğimiz için bir saate yakın yolumuzu uzattığımızı hiç unutmamıştım.
Derken, belki bir saat olmasa da aynı durumlar artık Türkiye trafiğinde de başımıza gelmeye başladı. Başta İstanbul olmak üzere trafiğin yoğun olduğu şehirlerde yanlış bir yola girmişsek bunun bedelini ödüyoruz.
Geçenlerde okumuştum; otobüs kaptanı İstanbul’da bir türlü otobana çıkamıyor, birilerinin tarif etmesine rağmen dönüp dolaşıp aynı noktaya geldiğini söylüyor, sonunda ücret karşılığında bir taksiye “önüme düş ve beni yoluma çıkar” diyor ve böylece dönüp dolaşmaktan kurtuluyor.
Hayatın bütün alanlarında eğer ilk başta yanlış yola girmişsek oradan çıkmak öyle kolay olmuyor. Girdiği yoldan tam emin olmadığı halde “neyse canım, önemli değil, müsait bir nokta bulur ve çıkarız” düşüncesi insana pahalıya mal oluyor.
Toplumsal ve düşünce ağırlıklı hayatımızda girdiğimiz sapakların yanlışlığını anladığımızda oradan çıkmak insanın güvenilirliğini zedelemektedir. Hâlbuki güvenilir bir şahsiyete sahip olmak bir insan için her şeydir.
Bu hatayı niçin yaparız, niçin daha sonra çıkmak zorunda kaldığımız yollara gireriz?
Bunun başında sabırsızlık gelir. İnsanın mayasında acelecilik vardır. Araştırmak, düşünmek, ölçüp tartmak ve bütün bunlardan sonra bir yola girmek nedense insana biraz ağır ve zahmetli görünür.
Özellikle araştırmadan, düşünmeden kendimizi içerisinde bulduğumuz yer hakkında konuşmaya başlamışsak, daha da önemlisi o yerin sözcülüğünü yapıyorsak bir gün o yolun isabetsizliği aşikâr olduğunda toplumsal hayatta gerçekten kendimize yazık etmiş oluruz.
Buna bir de ölçüsüzlüğümüzü ilave edecek olursak işimiz daha da sarpa sarar. Yani girdiğimiz yolda sevdiklerimizi ölçüsüz bir şekilde över, karşımızdakileri ölçüsüz bir şekilde yerden yere vuracak olursak artık toplumun istenmeyen insanları listesine girmeye adayız. Söylediğimiz gibi maalesef bu abartı bizim fıtratımızda mevcuttur, başını kaldırmak için hep fırsat kollar. Sevdiklerimizi de abartırız, yerdiklerimizi de abartırız.
Ve böylece yanlış yoldan dönmemizi kendimize iyice zorlaştırırız.
Tirmizi’de rivayet edilen şu Nebevi ölçü ne muhteşemdir;
“Sevdiklerinizi öyle bir kıvamda seviniz ki bir gün onunla düşman olabileceğinizi düşünün. Yine düşmanlık ettiklerinize öyle ölçülü düşmanlık edin ki, bir gün dost olabileceğinizi düşünün!”
Bu düşüncelerle herkesin cumasını tebrik ediyorum.