Hasan Karakaya
Yarışmalar, diziler, "piç"ler... Toplumu dönüştürme projeleri!
Bu milleti "değiştirmek" ve "dönüştürmek" için çok "proje"ler hazırlandı, çok "adım"lar atıldı... O kadar ki; "Türkiye'yi İslâmın geri bıraktığı" iddia edilip, "Türklerin Hıristiyanlığa geçmesi" bile teklif edildi... Hem de Atatürk'ün başkanlık ettiği "Meclis oturumları"nda!..
O dönemde, hangi CHP'liden hangi tekliflerin geldiğini merak edenler, "Meclis zabıtları"na bakabilir... Ya da, merhum Ahmet Kabaklı'nın "Temellerin Duruşması" adlı kitabını bulup, okuyabilir!..
İşin doğrusu;
Atatürk de bu konunun tartışılmasını istiyordu...
Ne var ki, Kâzım Karabekir'den gelen "sert eleştiriler" üzerine, böyle bir "devrim" yapılmasından vazgeçildi.
Ancak, daha sonraki yıllarda, yine "CHP'liler"den, değişik teklifler geldi... Kimi; "cami"lere, tıpkı "kilise"ler gibi "sıra"lar konulmasını, kimi de "Türk bayrağı"ndaki "Hilâl"in yerine veya yanına "Haç" konulmasını istedi!..
Uzun lâfın kısası;
"Allah" dememekle eleştirilen ama bu eleştirilere "'Allahaısmarladık' dedik ya" diyerek cevap veren "İsmet İnönü'lü yıllar"da, "Türk halkını dönüştürmek" için epey çaba harcandı.
"Ezan"ın aslî diliyle okunmasının yasaklanıp, "Türkçeleştirilmesi" ve "Türkçe ibadet" girişimleri, tamamen "dönüştürme projesi"nin adımlarıydı...
Hasılı kelâm;
O günler, "Müslüman mahallesinde salyangoz satıldığı" günlerdi!..
Bereket ki başaramadılar!..
Tamam; yonttular, zımparaladılar, törpülediler ve sonunda Müslümanları da "yumoş"laştırdılar ama, hiç olmazsa "dinde sapma" olmadı!..
3-5 ZİBİDİNİN HAYATI!
Evet, olmadı ama; bu, "vazgeçtikleri" anlamına gelmiyor...
Zira; "Müslüman mahallesinde salyangoz satma" ve "halkı dönüştürme" çabaları aynı hızla devam ediyor.
"Bireysel" olarak da devam ediyor,
"Kurumsal" olarak da!..
Hele bir bakın "televizyon"lara...
Hani, kısaca "Televole" olarak adlandırdığımız programlar var ya, işte onlara bir bakın.
Eskiden, sadece "Maraba Televole" dedikleri tek program vardı... Şimdi ise, "aynı format"taki programlar, yerden mantar biter gibi çoğaldı... Her akşam, hangi kanalda kaç program olduğunu, inanın sayamaz oldum... "Canlı Canlı"dan tutun da, "Harika Pazar"a, "Pazar Keyfi"ne ve "Özel Hat"a, "Kırmızı Halı"ya, "Gizli-Saklı"ya, "Doludizgin"e ve "Süper Kulüp"e varıncaya kadar, hepsinden "pespayelik", hepsinden "müptezellik" ve hepsinden "lâğım" akıyor!.. "Tiksinti" veren görüntüler, ekran ekran dolaştırılıyor!..
Sadece "100-150 kişinin yediği haltlar"ın döndüre döndüre gösterildiği, "aynı görüntüler"in, farklı isimlerle ekran ekran dolaştırıldığı programlara bakıp, sık sık sorarım: "Bu programlar, kime ne veriyor?.. Ve de, Türkiye'ye ne kazandırıyor?"
Öyle ya; Hangi "manken" nerede ve nasıl "frikik" vermiş?.. Hangi "şarkıcı", hangi "bar"a kiminle gelmiş, ertesi gece niye "sevgili"(!) değiştirmiş?.. Kim, nerede ve nasıl "külot" değiştirmiş?.. Kim, geceyi, kiminle beraber geçirmiş?.. Hangi "artist"in bacaklarında "selülit" varmış!..
Programlar, bu haberlerle dolu!..
TELEVOLE CUMHURİYETİ!
"Televizyon"lar böyle de, "gazete"ler pek mi farklı?. Onların gündemi de aynı... Eskiden "iç sayfalar"da verilen "Seks!.. Fuhuş!.. Cinsellik" haberleri, şimdi "sürmanşet"lerde!..
Bu "haber" ve "görüntü"lere bakıp, diyorum ki; "T.C."nin açılımı "Türkiye Cumhuriyeti" değil, artık "Televole Cumhuriyeti"dir!..
Tamam; "Televole" programının yayından kaldırıldığını ben de biliyorum...
Kaldırıldı da, yerine "namuslu" bir program mı konuldu?!?..
Elbette hayır!..
"Televole'den doğma piçler" işgal etti ekranları!..
Bu programlarda, öyle bir "ışıklı sahne" ve öyle bir "parıltılı hayat" sunuluyor ki, arka plandaki "karanlık" dünya ve "iğrençlik" gösterilmiyor!..
O "karanlık yüz"de yaşananları bilen yok!..
Bilenler de anlatmıyor zaten!..
Ya da, anlatamıyorlar!..
Anlatanlar "götürülüyor!.."
Ya önceden çekilmiş video kayıtlarla "fiş"lenerek ya da izbe köşelerde "şiş"lenerek!.. Kimi de; Burçin Bircan gibi, "altın vuruş"un kurbanları oluyor!..
BİLİNÇLİ BİR KOKUŞTURMA!
Açık ve net olarak söyleyeyim:
Bu "iğrenç işleri" tezgâhlayanlar, kesinlikle bu ülkenin "kan"ını, bu milletin "vicdan"ını taşıyor olamaz!..
Onlar; "Bilinçli bir yozlaştırma, kokuşturma ve çürütme" operasyonunu, büyük bir ustalık ve "sinsilik" içinde yürütüyorlar bu ülkede... "Çağdaş bir yaşam" diye, "çirkef bir hayat" empoze ediyorlar insanlara. Diyeceksiniz ki; "Alt tarafı bir program!.. Her şeyler gözler önünde!.. Bunda, büyütülecek ne var?"
Var!.. Hem de; sütunlar dolusu değil, sayfalar dolusu büyütülecek bir olay bu!..
Çünkü;
Bu pespaye hayat, ister istemez "etkiliyor" gençleri!..
Cezbediyor!..
Ya sonra;
Önce, "kimlik bunalımı" başlıyor!.. Yaşadıkları çevre, "tatmin etmez" oluyor gençleri!..
Yaşadıkları hayatın gerçeklerine karşı, "körleşiyor"lar!..
"Sorumluluk duygusu"nu kaybediyorlar!..
"Ahlâkî değer"ler, önemsizleşiyor!..
"İdeal"lerin yerini, "idol"ler alıyor!..
"3 haftalık reklâm aşkları" gerçek aşk zannediliyor!..
Sonuçta; "toplumsal fay"lar kırılıyor!..
Aslında, "büyük bir deprem" yaşıyoruz milletçe, ama kimse farkında değil!..
"EVLİLİK ÇAĞDIŞI!!!"
Sadece "Canlı Canlı"lar, "Özel Hat"lar, "Harika Pazar"lar, "Kırmızı Halı"lar ve "Uçan Kuş"lar değil, aynı rezalet, aynı pespayelik, aynı iğrençlik "yarışma" ve "evlilik" programlarında da görülüyor!..
Biliyorsunuz, bir zamanlar; "Size Anne Diyebilir miyim?" veya "Gelinim Olur musun?" türü yarışma programları vardı...
Hoş, şimdilerde "yarışma"ya da gerek kalmadan, "kadın"lar ve "erkek"ler, "ekranlardan pazarlanmaya" başladı ya, o da ayrı bir mesele!..
Biraz önce dediğim gibi; "Kime, ne veriyor bu programlar?"
"Türkiye'ye ne kazandırıyor?"
Verdikleri, getirdikleri tek şey; "Kokuşma ve çürüme!"
Evet, getirdikleri tek şey; "kokuşma ve çürüme"den ibaret!..
Nitekim, bunu kendileri de "itiraf" etmişti bir zamanlar.
Vakit'in 14 Aralık 2004 tarihli manşetinde "İbretlik itiraf" başlığı vardı...
Haberin özü ve özeti şuydu:
"Gelinim Olur musun?" isimli programın fikir babası Murat Üçkardeşler, haftalık bir dergiye yaptığı açıklamalarda, bu programı yapmakla nasıl bir mesaj vermek istediğini şöyle itiraf ediyordu: "Evlilik kurumuna karşıyım!.. Evlilik, bana göre çağdışı bir olay!.."
Devam ediyordu Üçkardeşler:
¥ "Ben bu program vasıtasıyla evliliğin ne kadar yanlış ve sahte olduğunu insanlara gösterebiliyorum!.. Amacım yarışmacıları evlendirmek filan değil; bu program vasıtasıyla insanlara bir takım mesajlar vermek istiyorum!.. Çünkü toplumumuz hâlâ flörte karşı. Mesela kaynanalar genelde bakire gelin istiyorlar."
¥ "Bir kız hâlâ bizim toplumumuzda rahat rahat flört edemiyor. Varoş ve Anadolu kültüründe hâlâ çocuklarının nasıl evleneceği konusunda aileler belirleyici. Kadınların kendilerini kanıtlama sorunları var. Mesela kaynanalar genelde bakire gelin istiyorlar. Bu çok ayıp. Bir kadın bunu nasıl söyler?"
İşte bu sözler; Türkiye'de birilerinin "aile ve namus kavramını yıkmak" için; "bilinçli" bir şekilde nasıl çalıştığının "çarpıcı bir belge"siydi!..
BABASI BELİRSİZ "PİÇ"LER!
Tabiî, tek "belge" değildi.
Birileri "aile" kavramını dinamitlemek, "evlilik kurumu"nu yıkmak için "sözde yarışmalar" düzenlerken, "toplumu dönüştürmek" gibi sinsî bir görev üstlenen "bazı diziler"de rol alan Leyla Kömürcü adlı artist de; ABD'deki bir "sperm bankası"ndan aldığı "tohum"la döllenmişti... "Amerikalı damızlık boğa"nın rengi "beyaz"mış!..
Boğa "beyaz" ama, kendisi "meçhul"müş!.. Bu da demektir ki; doğuracağı çocuk, "nesebi gayri sahih" olacak!..
Malûm; buna, bizim toplumumuz "Veled-i zina" diyor!.. Yani, "babası belli olmayan" çocuk!.. Bu ifadeyi daha da kısaltıp, "Piç" diyenler de çoğunlukta!..
Evet, Leyla Kömürcü adlı kadın; "babasını, kendisinin dahi bilmediği" bir "piç" doğurdu!.. Kömürcü, şu anda, "İyi yaptım" diyor!..
Ama, "peydahladığı" çocuk büyüyüp de, "Leyla'nın piçi" aşağılamalarına maruz kaldığında, bakalım ne yapacak?..
Biliyorsunuz; Leyla Hanım, "Kömürcü" olan soyadını daha sonra "Bilginel" olarak değiştirdi... "Nesebi gayri sahih" olan çocuğunun adını da Kayra koymuş!..
Toplumun "Piç" dediği "babası belirsiz" çocuk, sadece Kayra değil... Münir Özkul'un kızı olan Güner Özkul da, Kıbrıs'taki bir sperm bankasından çocuk sahibi olmuştu!..
Ortalığı "piç"lerin işgal edeceğini zamanında farkeden Sağlık Bakanlığı, 6 Mart 2010'da duruma el koydu, Resmî Gazete'de yayınladığı yönetmelikte dedi ki; "Sperm bankasından aldıkları spermle hamile kalanlar, 3 yıl hapis cezasıyla yargılanacaklardır!"
ŞİMDİ DE NESEB SORUNU!
Son iki yıldır, bu işlerin "Televole"ler ve "dizi filmler" ile yürütüldüğünü düşünüyorduk ki, son günlerde Derya Taşdiken adlı bir kadın peyda oldu ekranlarda.
Uzun süre Doğan Grubu'nun çıkardığı "Anneyiz Biz" dergisinde çalışan Derya Taşdiken'in projesi şuymuş: "Anne sütü olanlar, olmayanları bulsunlar!"
Peki, nasıl olacak o iş?..
"Sütü olmayan" bir anne; "Yahudi, Hıristiyan veya Mecusi" olduğuna bakmadan "sütü olan" bir anne bulacak ve çocuğunu götürüp ona emzirtecek!..
Eğer o kadının da bir çocuğu varsa, çocuklar "süt kardeşi" olacaklar ki, normal kardeşe "haram" olan, süt kardeşe de "haram" olacaktır... Peki, o çocuklar büyüyüp de "aynı memeden süt emdiklerini" bilmeden, meselâ "evlenmeye" kalkarlarsa ne olacak?.. Ortaya; "kardeşin kardeşle evlenmesi" gibi bir "sapıklık" çıkacak ki, bu işlere Derya Taşdiken'in aklı erer mi acaba?..
Bu işe "bilerek" mi kalkıştı, yoksa "dinî kaideler"den haberi mi yok?..
Bankadan "sperm" almakla, meçhul bir anneden "süt" emzirtmenin hiçbir farkı yoktur!.. Çünkü, bu işin "kontrolü" ve "takibi" mümkün değildir!.. Hele hele, "İslâmi şuuru" olmayan biri, bu kontrolü hiç yapamaz!..
Dolayısıyla "nesep"ler karışır!..
Demem o ki;
Bu "proje"nin arkasında kim veya kimler varsa, "toplumu dönüştürme" çabasından vazgeçsin!.. Kim ki "toplumun genleri" ile oynamaya kalkarsa onları "deşifre" etmekten çekinmeyiz!..
Yeter!.. Çekin elinizi milletten!..
Memur sokağa taştı!
Merhum Nasreddin Hoca, herkese "Haklısın" deyince, hanımı; "Hoca bu ne iş?" diye sormuş da; "Hanım, sen de haklısın" diye cevap vermiş ya; "Hükümet ile memurların zam pazarlığı" da buna benziyor...
"Yüzde 3.5+4 zam" teklif eden Hükümet diyor ki;
"Ne yapalım, petrol ülkesi değiliz!.. Eğer bol keseden maaş dağıtırsak, Yunanistan'a döneriz!"
Memurlar da diyor ki; "Türkiye büyüyor, eyvallah... İhracat rekor kırdı, eyvallah... Ekonomik göstergeler çok iyi, eyvallah... Peki, bu iyileşme bizim cebimize niye yansımıyor?"
Dedim ya; "Hükümet" de haklı, "memur" da...
Her iki taraf da zorda... Ama en çok zorda olan Memur-Sen Konfederasyonu ve Eğitim Bir-Sen sendikası olmalı...
Zira; gerek Memur-Sen, gerek Eğitim Bir-Sen, "Hükümet yandaşı" olarak biliniyor... Hükümet, onların tekliflerini de geri çevirince, KESK ve Kamu-Sen'cilerin diline düştüler...
KESK ve Kamu-Sen'ciler şimdi diyorlar ki;
"Masaya yandaş olarak oturanlar elbette sonuç alamaz!"
Memur-Sen'ciler, n'aapsınlar şimdi?..
Kendileri ikna olmamış ki, diğer sendikaları ikna etsinler!..
Sonuç: Memurlar, dün meydanlardaydı...
"Bıçak kemiğe dayandı" değil, "Bıçak kemiği kesti" diyerek!..
Dilerim bir "orta yol" bulunur ve memur "sokak"tan çekilir!..
yeniakit