Selâhaddin Çakırgil
Yeni bir ‘devlet’ kurulmadı; sadece, yönetim biçimi, ‘rejim’ değişti..
(Yeni bir Devlet’in değil) Cumhûriyet rejiminin kuruluşunun 96. Yıldönümü geride kaldı, ama, tartışmaları devam ediyor.
Önce, bir yanlışa, yeni bir devlet kurulmadığına, sadece rejimin değiştirildiğine dikkat çekelim. Bu, o kadar öyledir ki, İstanbul’daki ‘Meclis-i Meb’ûsân’ (meb’ûslar /m.vekilleri meclisi) kapandığında, Ankara’ya gelebilen meb’ûslar 23 Nisan 1920’de toplanan Meclis’te hizmetlerine kaldıkları yerden devam etmişler ve bu Meclis’in ele aldığı konu da, Meclis-i Meb’ûsân’da müzakereleri yarım kalan ve ziraatçilerle ilgili bir kanun lâyihası idi.
Sadece o değil, bütün resmî ve sosyal kurumlar Ankara’daki Meclis Hükûmeti’nce devralınıyor, devlet faaliyetleri aynı şekilde sürdürülüyor ve resmî dairelerin bütüm âmir ve memurlarıyla askeriyenin bütün komutanları İstanbul Hükümeti’nden aldıkları rütbe ve sıfatlarla vazifelerine devam ediyorlar, silah ve para ihtiyaçlarını İstanbul’daki Hükûmet’in Anadolu’daki kurumlarından karşılıyorlardı.
Dahası, 3 Mart 1922’ye kadar, bütün m.vekilleri, komutanlar ve yönetici sınıflar Halife- Sultan’a bağlı kalacaklarına dair yemin ediyorlar ve saltanat kaldırıldıktan sonra, 1 Mart 1924’de kadar Halife’ye bağlı kalacaklarına yemin ediyorlardı; M. Kemal de dâhil.. Yeni bir devlet denilen bu mu?
Değişen, sadece saltanat rejimi idi, devletin, Cumhuriyet sistemi adına devam edeceği iddiası üzerine oturtulan yeni rejimle yönetilmeye başlanmıştı. Hepsi bu..
***
Bazı câhiller de, bu son tören günlerinde ekranlarda, ‘Osmanlı’nın borcunu niye biz ödedik..’ diyorlardı.
Osmanlı parçalandıktan sonra ortaya yığınla devletçik çıkarıldı. Bunların hiçbirisi uluslararası hukuk kuralları açısından Osmanlı’nın (artısı- eksisiyle) bütün mirâsını devralacak bir itibara da, sosyal altyapıya da sahib değildi. Osmanlı’nın devamı olduğunu sadece Ankara’daki Meclis Hükûmeti kabulleniyor ve o mirâsı reddetmiyordu. Bu husus Lozan Andlaşmasında da kayıt altına alınmıştı. Yoksa, ortada hiçbir şey kalmazdı. (Aynı şekilde, Sovyetler Birliği de 1991’de dağılınca, o geçmiş komünist rejimin bütün mirâsını Rusya Federasyonu üstlenmişti.).
***
Bu son kutlamaların ortaya çıkardığı ve tedbir alınmazsa, giderek tırmanması muhtemel bir vandalizme, 1930’larda kaldığı sanılan tepeden inmeci zorbalık ve hoyratlığa da değinelim kısaca..
Siyasî terminolojide ‘kemalizm’ diye anılan anlayış, M. Kemal’in şahsına bağlılıktan ziyade, ondan geçinmeyi düstur edinmiş bir siyasî taifenin, ‘taifei laicus’un, o cereyanı kendilerine bir tahakküm silâhı olarak kullanmak istemek kurnazlığını temsil ediyor.
AK Parti iktidarları döneminde mevzilerini kaybettikleri düşüncelerine kapılan bu ‘taife’, bürokrasi ve sair bazı hassas odaklardaki etkinliklerini yeniden güçlendirebileceklerinin zehâbına kapıldılar, hele de son mahallî seçimlerde, kendilerinin de beklemedikleri bazı üstünlükler sağlayınca..
***
Nitekim, son Cumhûriyet Bayramı törenlerinde İstanbul’da metroda ve diğer bazı yerlerde, kendi tahakkümcü anlayışlarına uygun bulmadıkları bazı kılık-kıyafetlere, 1930’ları hatırlatan histerik saldırı ve müdahaleler görüldü. Bunlar duyulabilen birkaç örnek..
Nitekim, daha 40 gün önce de, İzmir-Foça’da ‘Gaziler Günü’ adına yapılan bir törende, kendilerini ‘mâlul gaziler heyeti’ olarak tanıtan bir ‘ata-ist’ grup, o törenin sunucusu olan öğretmen hanımın tesettürlü olmasına itiraz ederek, tören mahallini terketmişlerdi.
Demek oluyor ki, milletin aslî çekirdeğini ve gövdesini oluşturan büyük Müslüman kitlenin, sosyal hayatta karşılaştıkları nice olumsuzluklara karşı; sadece, ‘Biz seçeriz, her şeyi seçtiklerimiz düzeltsinler..’ anlayışı yetmiyor. O gibilerin zorbalık ve ahlâksızlıklarına karşı sosyal bünyemiz derhal direnme refleksini gösterebilmelidir. Yoksa, bir memlekette ahlâklı insanlar, en azından ahlâksızlar kadar cesur olmadıkça, hayırlı bir gelecek beklentisi içinde olmak abestir.