Selâhaddin Çakırgil
Yetti artık ‘…. Bey!'
Yazının başlığındaki hitab şekli, tek bir kişiyi muhatab almıyor. Bazıları böyle denilmesini zorlar bazan.. Üstelik, benim hâfızamda ayrı bir yeri var.
42-43 sene öncelerde, bir yayın organının sorumlusu olarak çalışıyordum.
Şimdi hayatta olmayan bir ‘büyüğümüz’ün, bir dergi çıkarmakta olan bir arkadaşımız için sağda-solda, ağır suçlamalar ettiğini duyuyordum.
Birgün, 75’lerinde, aksakallı bir kişi geldi..
‘Büyüğümüz’le aralarında, özellikle de son 100 yılın siyasî ve içtimaî mes’eleleri üzerinde epeyce sohbet oldu... Ben daktilo başında, bir yazıyla meşgulüm, ama sohbeti de dinliyorum.
O kişi kalkıp giderken, durakladı ve ‘Haa, … Bey, bir de (….filanca) için, ‘Yabancı odakların oyuncağı..’ gibi laflar ediliyor, ne dersin?’ deyiverdi.
Sorunun muhatabı olan ‘büyüğümüz’, hiç beklemeden, ‘Evet, öyledir.’ dedi
Adamcağız dehşete kapılmışçasına gözlerini açarak, ‘Pekiy, delili var mı bunun?’ diye sordu...
O da, ‘Tabiî..’ dedi ve (hattâ, şimdi yok olmuş) bir Avrupa devletiyle irtibatının olduğu’ gibi iddialarda bulundu. Ben de şaşırmıştım..
Yaşlı adam, bir an durdu.. Ve sonra cebinden bir kimlik çıkardı.. Ve ‘… Bey, ben onun babasıyım, üç çocuğum var, onlara haram lokma yedirmemek için bütün dikkatimi harcadım.. Şimdi, bunun delilini göster, onun cezasını bizzat ben vereceğim..’ dedi.
Şimdi n’olacaktı?
‘Büyüğümüz’, beklemediği bir durumla karşılaşmıştı. Biraz durakladıktan sonra dedi ki: ‘Bey amca siz bir babasınız.. Bunun delilini size gösteremem.. Çünkü, İslâm, özellikle de aile efradı arasında düşmanlıkları önlemeye daha bir itina gösterir. Nitekim, sahabeden Ebu Cendel, müşrikler cephesinde olan babası Suheyb’e karşı savaşmak istediğinde, Hz. Peygamber, ona, izin vermedi.. Ben de bu belgeleri sana gösteremem..’
Adamcağız, İslâm’ın ilk yıllarından getirilen ve düşündüren bu örneği de dinleyince.. ‘Pekiy, ağabey..’ dedi ve yıkılmışçasına bir havada gitti.
8-10 dakikalık bir sessizlikten o ‘büyüğümüz’e dedim ki: ‘Ağabey, ben o arkadaşın ne babasıyım, ne kardeşi.. O zaman bu delilleri ben görmek istiyorum.. Çünkü, sevdiğimiz bir arkadaş ve her yerde görüşüyoruz..‘
‘Büyüğümüz’, ne mi yaptı o zaman?
‘Yaptığımız işin rekabete gelir tarafı yok, Allah kahretsin bu işi.. (!!??)’ dedi.
Evet, ticarî veya meslekî bir rekabetti, o ağır iftiranın sebebi!!. Üstelik de, aynı dâvanın içinde gözüküyorlardı.
2-3 gün sonra o arkadaşımız geliverdi, o mekâna.. Ve, ‘Yetti artık, …. Bey!.’ deyip, çok sert ve hakarete varan ağır ifadeler içeren bir nutuk irad edip gitti.
İki hafta kadar sonra da o çalışma mekânından ayrıldım.
Hata, insanlar içindir.. Her insan, hata yapabilir, ama, aynı dâva ve hareketin içinde oldukları düşünülen insanların bazan öyle falsolu davranışları olur ki, bunlar hele bir de tekrarlanıp duruyorsa, en sabırlı olanlara bile, ‘Yetti artık, … Bey!’ dedirtir.
Dün Tayyib Bey’i dinlerken, aynı hareketin içindeki büyük ekseriyetin tepkisini hissedip, o büyük kitleler adına da, onun da, ‘Yetti artık, … Bey!’ noktasına geldiği kanaatine vardım.
Söz konusu ‘… Bey’i 1978’lerden tanıyorum..
Samimî, kibar, hassasiyetlerimiz konusunda dikkatli olduğu gibi özelliklerinden söz edilen bir avukat ve siyasetçi idi. Taa başından beri de Erbakan’ın yanında idi.
2001’de, Anayasa Mahkemesi tarafından ‘irticaî faaliyetlerin odağı olmak’ gibi mâlum ve alışılmış gerekçelerle Fazilet Partisi de kapatılınca, yeni parti olarak önce SP kurulmuştu. önce..
O sırada, Frankfurt yakınlarına Hanau’da Millî Görüş’ün tertip ettiği ve binlerce kişinin katıldığı bir toplantıya, bu ‘…. Bey’ de dâvet edilmişti. Orada yaptığı konuşmada, ‘Bir hedefe gitmek için bir vasıta varsa, ikincisine gerek yoktur..’ diyerek Erbakan’ın bağlılarını rahatlatmış, Tayyib Bey’in kuracağı söylenen partiye gitmeyeceğinin işareti sayılan bu konuşmasıyla çok alkışlanmıştı. Ama, Erbakan’a, SP’nin Genel Başkanlığı kendisine verilirse, bölünme olmayacağını söylemişti. Erbakan ise, bu isteğe kulak asmamıştı.
O da Tayyib Bey’in yanına gelmişti, son anda..
3 Kasım 2002 Seçimleri’nden AK Parti tek başına iktidara gelince, Meclis Başkanı seçilmişti.
Genel olarak beğenilen bir isimdi..
Ama, yıllar ilerledikçe, Tayyib Bey’le ters noktalarda olduğunu hissettiren açıklamalar yaptı. Tayyib Bey net bir tavırla karşılık verince, birkaç kez, ‘Sayın Başbakan haklı..’ diyerek kendi yanlışını kabullenmek gibi bir tevâzu da sergiledi.
‘Çözüm Süreci’ günlerinde ‘Dolmabahçe Mutabakatı’ denilen bir metnin açıklanışında takib olunan usûl ve uslûbun Tayyib Bey tarafından reddedilmesi üzerinde, ‘…. Bey’, Tayyib Bey’e bühtan etmek mânâsına gelen sözler söyleyince, Tayyib Bey’le arasında belki de ilk ciddî serinlik meydana gelmişti..
Daha sonraki yıllarda, F. G. tarafdarlarına yönelik tutuklamalar üzerine, haksızlıklar yapıldığı gerekçesiyle, ‘Cübbemi giyip savunmalarına girmeye mecbur edecekler beni..’ gibi laflar etti. F.G. hareketi ile yakın irtibatı olduğu iddiaları da devamlı gündemde kaldı; o hareketi, kendisi de bazan suçladıysa bile, üzerindeki o ibham perdesini atamadı.
Bu arada, ‘Ben’ demeye ağırlık vermeye başlamıştı. ‘Ben, AK Parti’nin vicdanıyım, benim bir özgül ağırlığım var..’ gibi kendi kendine makamlar verdiği gözlendi. Aslında, bu sözlerin kendisine yakışmadığını kendisi de bilecek irfana sahib birisi idi.
Tayyib Bey onu yine de, ‘Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu’ üyeliğine getirmişti.
Bu beyefendi, son olarak da, ‘Gezi Hadiseleri’nin finansörü olmakla suçlanan ‘O. Kavala’ isimli kişinin ve 7-8 Ekim 2014’deki ve 40 kadar insanın öldüğü büyük gailenin, Kobani Hadiseleri’nin azmettiricisi olmakla suçlanan S. Demirtaş’ın niçin serbest bırakılmadığı’ndan yakınıyor ve Demirtaş’ın yazdığı ve ‘kürd insanının çektiği acıları’ anlatan bir kitabının adını da vererek reklamını yapıyor ve onun etkisinde kaldığını söylüyordu.
Bu satırların sahibi ki, sağlık elemanı olarak yaklaşık 7 yıl yaşadığı o bölgeleri yakından tanıyan birisi olarak, iddia edebilirim ki, Demirtaş’ın yazdıklarından daha derin acılarıyla yaşamış, derinden hissetmiş birisiyim ve biliyorum ki, Tayyib Bey de, devlet arşivlerinin elinde olması hasebiyle benim bildiklerimden daha fazlasını biliyor.
Ve nihayet, dün, Tayyib Bey, ‘…Son günlerde bizimle asla ilgisi olmayan kimi bireysel açıklamalar ile yeni bir fitne ateşi yakılmaya çalışıldığını görüyoruz. Geçmişte birlikte çalışmış olsak bile hiç kimsenin şahsî açıklamaları hükümetimizle, partimizle ilişkili hale getirilemez. (…) Teröre bulaşmış, terörle el ele kol kola yürüyenler bizim temasta olduğumuz kişiler olamaz. Şu anda yargının tasarrufu altında olanlar, Yasin Börü'lerimizin ölümüne neden olanlar, Kobani katliâmının failleri, Tayyib Erdoğan ve dâva arkadaşları tarafından asla savunulamaz.’ diyordu.
Tayyib Bey’in dünkü konuşması, kendisiyle dâva arkadaşlığı iddiasında bulunanların o konularda öyle yaklaşamıyacağı açısından kesin bir ihtar ve sanıyorum ki, büyük kitlelerin de hislerine tercüman olarak, ‘Yetti artık, …. Bey!’ mahiyetindeydi.
Umarım ki, bu ‘….Bey’, geçmişte yaptığı gibi ve amma son bir kez, ‘Tayyib Bey haklı..’ deyip mes’eleyi kapatır.
Yoksa, sebep olacağı fitnelerden kendisi de pişman olacak bir hassasiyettedir ve kendisine de yazık etmiş olur. Hiç kimse vazgeçilmez değildir ve mezarlıklar, ‘Ben olmazsam.. ‘ diyenlerle doludur.