Ahmet Taşgetiren
Yoğurdu üfleyerek…
"Sütten ağzı yananlar yoğurdu üfleyerek yerler” sözünün en geçerli olduğu alan dış politika alanı olmalıdır.
Kim derdi ki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Bakü’de zafer şarkıları arasında okuduğu üç beş mısralık bir şiir İran ile diplomatik gerginliğe sebep olacak.
“Aras’ı ayırdılar – Kum ile doldurdular – Ben senden ayrılmazdım – Zor ile ayırdılar”
Var mı sizin için anlamı bu şiirin? Azerbaycan için var, İran için var, Rusya için var. Bir tarih var çünkü. İran’ın Ruslar’a yenilgisi var, Gülistan Anlaşması (1813), Türkmençay Anlaşması (1828) var, Azerbaycan’ın ikiye bölünmesi var, Aras’ın bölünme sınırı olması var… Oralardan beri gelen Azerbaycan’ın kimliği var, İran Azerbaycan’ına yönelik taaa Amerikalarda geliştirilen projeler var ve tabii bütün bunlardan doğan bir “İran hassasiyeti” var.
Dokunduğunuzda İran’dan bir tepki gelmesi bundan. Belki başka yerlerde de mesela Moskova’da bir şeyler not edilmiştir.
Belki başka yerlerde de “Türkiye’nin hedefleri”ne ilişkin paragraflar açılmıştır.
Arap ülkeleri (son olarak Fas) neden Türkiye’ye karşı mesafe koyma, hatta düşmanlık boyutuna varan tavır alma yarışına girdiler?
Şu sıralar birçok diplomatik mahfilde “Türkiye tarihi bir hesaplaşma içinde, güç kullanarak Osmanlı hinterlandını yeniden kazanma arayışına girdi”değerlendirmesi paylaşılıyor. Suriye’yi, Irak’ı, Doğu Akdeniz’i, Libya’yı (daha geniş boyutta Afrika’yı), Balkanlar’la ilgiyi, en son Azerbaycan’ı, belki Türk dünyasını böyle okuyorlar.
Bunların bizde, içerde, heyecan uyandıran siyasi temalara dönüştüğü, siyasi kadroların başka alanlardaki grafik düşüklüğünü bu tarz heyecanlarla kapatmaya çalıştığı, iktidara yakın medyanın ise bu konuda frensiz gittiği bir gerçek.
Köye dönüşmüş bir dünyada yaptığınız – söylediğiniz her şeyin bir başka ülkede başka yankılar bulmasını görmek gerekiyor.
Ak Parti kadrolarının ilk yola çıkarken bir hassasiyetleri vardı: Dışarda konuşamayacağımız hiçbir şeyi içerde konuşmayacağız.
Bunun niyetler, hedefler, yani “saklı gündem” anlamında söylendiğini biliyoruz. Yani sonradan “Biz onu kastetmedik” diyeceğiniz şeyi, özel alanlarda da söylemeyeceksiniz.
Dış politika bir “Niyet okuma” alanı.
Her ne ise, “Mutlak düşmanlıklar, mutlak dostluklar olmaz” denen alan.
Cumhurbaşkanı Erdoğan Azerbaycan dönüşünde yeni ABD lideri Biden ile ilişkinin nasıl olacağına dair bir soruyu şöyle cevaplandırıyor:
“Yaptığımız, yapacağımız açıklamaları da erken buluyoruz. Sayın Biden şöyle bir görevi üstlensin, sonra Sayın Biden’la oturup bazı şeyleri konuşacağız. Geçmişte gerek Türkiye’de, gerek Amerika’da bir araya gelip konuştuğumuz gibi. Uluslar arasında siyasette çatışma olmaz. Diplomaside özellikle bu konular görüşülerek, anlaşarak yol bulunur. Ülkenizden birileri negatif bazı şeyler sufle edebilir. O önemli değil, onlar siyasetin acemileridir. Biz Amerika’yla bu süreci çok farklı şekilde ilerleteceğimize inanıyorum.”
Ne kadar ihtiyatlı, ne kadar iletişim zemini oluşturmaya yönelik bir dil değil mi?
Mesela Tayyip Erdoğan’dan o bekleniyorsa, “Ona o yakışır” deniyorsa, “meydan okuma” yok burada. Seçilmiş, özenli bir dil oluşturulmuş.
Belli ki yeni Amerikan yönetimi ile olumlu bir zemin aranıyor.
Aslında aynı arayış AB ile ilişkilerde de isteniyor. AB’ye prensipte olumlu yaklaşım, sonra “Doğru AB’liler – Yanlış AB’liler ayrımı” söylemi içinden kuşatmayı yarma arayışı.
ABD ile de (en son Senatoda onaylanan yaptırım kararı ile somutlaşan) sorunlar var, AB ile de. Gelinen noktada son AB zirvesinden çıkan yaptırım eksenli, üç ay sonraya Mart’a ertelenen ve yeni ABD yönetimi ile paslaşarak oluşturulacağı belirtilen ve bütünde “Türkiye konusunda Batı tavrı” olarak okunacak olan politika ile yüzleşmemiz gerekecek.
Belli ki onlar Türkiye’yi çalışacaklar.
Bizim de hem kendimizi, hem onları, hem mesafe koyma yarışına giren Arap tavrını, hem şiir mısraına tepkiye varan İran kuşkuculuğunu, attığımız her adımın nerede kimin ayağına basmak anlamına geldiğini, oluşacak dostlukları – düşmanlıkları, vazgeçilmezlerimizi, olabilirleri, olamazları, sakalımızın teli duysa koparacağımız sırları çalışmamız gerekiyor.
Tabii ki “İçeri”yi çalışmamız gerekiyor. Dilimizi, üslubumuzu çalışmamız gerekiyor. Ortaklarımızın dilini ve o dilin önde görünenlere yüklediği imajı – bagajı çalışmamız gerekiyor. Bu da Amerika’dan Avrupa’dan çok bize lazım. Hani AB kriterlerini aşkla - şevkle alırken “Bunlar en çok bize lazım”demiştik ya…