Selâhaddin Çakırgil
Yüzümüzü karartanlar; düşmandan ziyade, içimizdeki beyinsizlerdir!
İki nokta..
1- Rusya’nın Türkiye’deki b.elçisi Andrei Karlov’un geçen hafta Ankara’da, hem de polis kimliği olan bir kişi tarafından vurularak öldürülmesi üzerine yazdığım yazıya tepkiler aldım. ‘Haleb’te katliâm uygulayan bir Rusya’nın temsilcisine gösterilecek tepki tam da böyle olmalıdır. Siz ise, o rus’un ardından neredeyse ‘fatiha’ okuyacaktınız!’ gibi cümlelerle..
Bu hususta tekraren belirteyim ki, o cinayet eyleminin hattâ bir dünya savaşına bile dönüşebilecek korkunç tehlikeli gelişmeleri ateşleyebileceği gibi ihtimallere asla iltifat etmemek gerekir, herhalde.. Çünkü, o korkunç ihtimaller olmasa, o cinayete ‘caizdir’ demek gibi bir yanlış noktaya varılır. Asıl gözönünde bulundurulması gereken nokta, o kişinin bir ‘elçi/ sefir’ olduğu gerçeği idi..
***
‘Elçi’, vazifeye başlayabilmek için, her şeyden önce, geldiği ülkenin Devlet Başkanı’na ‘güven mektubu/ itimadnâ- me’ verir. Bununla, ‘Ülkenizde elçi sıfatıyla bulunurken can güvenliğim size emanettir, size güveniyorum..’ demiş olur. O ‘güven mektubu’nu alan Devlet Başkanı da, mukabilen, ona o yönde sözverir. Yani, artık o ‘elçi’ye eman/ can güvenliği garantisi verilmiştir demektir.
Bu açıdan diyoruz ki, ‘elçi’ye yönelik her fiilî saldırı, gerçekte ona ‘eman’ veren, onun ‘güven mektubu’nu kabul etmiş olan Devlet Başkanı’na sıkılmıştır; bu son örnekte de, Tayyib Erdoğan’a.. Çünkü, bir ‘elçi’nin ‘Güven Mektubu’nu kabul etmekle, ona o sözü vermiş olur.
Bir ‘elçi’, bulunduğu ülkede legal-hukukî koruma altında olan bir ‘casus’ durumundadır. Ama, ‘elçi’nin bilinen usûllerin dışında gizli faaliyetleri olursa, ev sahibi devlet, kendisine can güvenliği için ‘eman’ verilmiş olan kişiyi ‘Persona non grata’ /İstenmeyen kişi’ ilan edebilir ve ülkeyi terketmesi için bir mühlet verir.. Genelde, 48 saatliktir bu mühlet.. O mühlet sonunda artık, can güvenliği teminatı yoktur.
***
Bu vesileyle tarihten bir örnek..
İslam öncesi İran’ın güçlü devleti Sasanîlerle müslümanlar arasındaki savaşta, esir düşen bir Sasanî askeri, kendisini esir alan müslüman askerden ‘eman’ diledi. Müslüman asker de ona ‘eman’ verdi, canını bağışladı.
Ama, daha sonra bu kişinin, Kisrâ’nın, Sasanî Hükümdarı’nın başkomutanı Câbun olduğu anlaşıldı. O, kendisini gizleyerek ‘eman’ istemişti. Ve, ‘eman’ veren de sıradan bir askerdi..
Bu durumda ne yapılacaktı?
Müslüman ordusunun kumandanına bu durum bildirilip, hileyle elde edilen ‘eman’ın geçersiz olduğunu söylediklerinde, o kumandan, ‘Velev ki yetkisiz olarak eman verilmiş olsa bile geçerlidir. Yetkisiz veren müslümandan hesab sorulabilir, ama, Müslüman birisi tarafından verilen eman herkesi bağlar.’ dedi.
***
2- DEAŞ güçlerine esir düşen iki askerin canlı canlı yakılarak öldürüldüğü iddiası gündemde.. İddia yalan da olabilir, doğru da.. Ama, beklenmiyen bir şey değil.. DEAŞ’çılar bu örneği daha önce, esir aldıkları Ürdün’lü bir pilota da uygulamışlardı. Bu grubun, velev ki ‘tekbîr’ getirerek de veya diğer İslamî söylemlerle de olsa sergiledikleri bu barbarlık, müslümanlar olarak hepimizi düşündürmeli ve utandırmalıdır.
İsmi DEAŞ, Haşd-i Şa’bî veya her ne olursa olsun, böylesine barbarca bir yöntemin İslam savaş hukuku ve slam savaş ahlâkı açısından kesinlikle haram olduğu apaçık iken, bu gibi korkunç cinayetleri, velev ki, düşman bildiklerini yıldırmak ve panik meydana getirmek için yapılmış bile olsa; İslam açısından kabulü mümkün değildir.
Kâfirler yapabilir, ama, inancının şuurunda, basiret ve feraset sahibi hiçbir müslüman bu gibi alçakça cinayetleri İslam adına diye mâzur gösteremez..
Bu gibi korkunç vahşiliklerden dolayı, (Â’raf S. 155’deki yakarışla), ‘İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helâk eder misin?’ diye Allah’u Tealâ’ya sığınıyor ve her türlü barbarlık, gaddarlık ve câniliklerden berî olduğumuzu haykırıyoruz.
stargazete