Selâhaddin Çakırgil
Zekâsını en çok da entrikalara kullanan bir polititacı, -II-
(Dün, S. Demirel’in Adâlet Partisi Gn. Başkanlığı’na gelişi anlatılmıştı. Devam edelim..)
Evet, Ragıb Gümüşpala’nın Haziran-1964’de ânî ölümüyle boşalan Adalet Partisi Genel Başkanlığı için Süleyman Demirel ismi bir anda ortaya çıkarılmış ve kamuoyuna ‘Barajlar Kralı’ diye cilâlanıp yaldızlanarak ve Kennedy’nin katledilmesinden sonra Amerikan Başkanı olan Johnson’la çekilmiş kolkola fotoğraflarıyla en etkin aday olarak halinde sunularak Gn. Başkanlık yarışında…
Karşısına çıkan en büyük engel olan ‘mason olduğu’ iddiasını da Demirel, o iddiaya hiç değinmeden ve sadece ‘Ben evinde Kurân okunmadan sabah kahvaltısı yapılmayan bir ailenin çocuğuyum..’ şeklindeki bir kıvrak cümle ile aşmıştı.. Onun bu sözlerinin yanlış veya yalan olmadığı daha ilk planda kabul edilebilirdi. Çünkü, onun baba ve annesinin, İslamköylü Hacı Yahya Efendi ile Ümmühan Teyze’nin yaşayışlarını yansıtan bir tanıtma idi o cümle..
O cümledeki çarpıcı ifade Demirel hakkındaki diğer iddiaları bir anda silip süpürmüştü.. Çünkü, o zamana kadar siyasi hayatta hele de liderlik seviyesindeki isimler dilinde bu gibi İslamî terimler kullanılmıyor/ kullanılamıyordu..
*
Adalet Partisi’nin başında genç, dinamik bir lider vardı artık.. Karşısında ise, İsmet Paşa gibi etkili, ama yönetim yıllarında halkın hep büyük baskılar altında ya da ekonomik sıkıntılar içinde yaşa dığı, 80 yaşını aşmış oldukça yaşlı bir lider..
Demirel liderliğindeki Adalet Partisi’nin ise, ülkenin yarınları için umut olduğu havası pompalanıyordu, etkin şekilde..
İsmet Paşa’ya gelince.. O, 1964 yılındaki Kıbrıs bombardımanından sonra Amerikan Başkanı Johnson’dan aldığı ve gizli, ama muhtevası kamuoyuna fısıltı halinde sızdırılan, ağır tehdidlerle dolu ‘Johnson Mektubu’ndan sonra söylediği, ’Dünya gerekirse yeniden kurulur ve Türkiye de bu yeni dünya içindeki yerini alır..’ sözünün bedelinin kendisine ödettirileceği beklentisi içinde idi.
Nitekim, Mart-1965 başında İsmet İnönü Hükûmeti’nin Meclis’e sunduğu yeni bütçe Meclis’te kabul edilmiyor, Hükümet güvenoyu alamadığı için düşüyordu.
Ancaaak, yeni Hükûmet’i kim kuracaktı?
Adalet Partisi ikinci büyük parti idi, ama, onun Gen. Başkanı Demirel henüz m.vekili değildi O durumda, bir ara formül bulundu. Osmanlı’nın son döneminin şeyhulislamlarından birinin oğlu olan Suad Hayri Ürgüplü Başbakanlığa getiriliyor ve Demirel de yanına Başbakan Yardımcısı olarak konuluyordu.. Ekim -1965’de Genel Seçimler yapılacaktı.. Demirel’e yol böylece açılmaya başlanmıştı..
*
Bu satırların sahibi, Demirel’i ilk kez 1965 seçim propagandaları sırasında Diyarbekir’de görmüştü..
Genç Demirel, Ulu Camii önündeki Belediye Meydanı’nı dolduran kitlelere hitab etmek üzere kürsüye çıkıp, ‘Size Dadaşlar diyarı Erzurum’dan selamlar getirdim..’ gibi birkaç klişe selamlama cümlesinden sonra, tam da fakir halkın ihtiyaçlarına karşılık olabilecek teknik konulara, Dicle ve Fırat üzerinde büyük barajlar yapılması ve böylece bölgenin çehresinin değişeceğine dair sözler söylemeye başladığı zaman (ki, henüz Keban ve diğer barajlar yoktu..) halk kitleleri, ‘Demirel dedikleri bu muymuş yavv..’ deyip dağılmaya başlamıştı.. ( Aynı kitleler henüz iki saat kadar önce de Dağkapı semtinde, At. Heykeli önünde konuşma yapan İsmet Paşa’yı dinlemek üzere gelmişler, ama, Paşa, daha ilk cümlesine, ‘Sevgili Diyarbakırlılar ‘ diye başlayıp, arkasından da sözüne ‘Said-i Kurdiiii…’ der-demez, en hızlı CHP’lilerden niceleri bile ‘Bu paşa adam olmaz, burada niye eski defterleri karıştırıyor. Bu halk Şeyh Said’e saygı gösterir..’ diye meydanı terk etmişlerdi.. Diyarbekir -o zamana göre- 40 sene öncelerdeki Şeyh Said Hareketi’ni ve acı neticelerini ve o acılarda, İsmet Paşa’nın M. Kemal’le birlikte olan sorumluluğunu da unutmamıştı.)
*
Demirel’in anlattıkları aslında halkın işine yarayacak haber ve hattâ müjdeleri de içinde taşıyordu.. Ama, kitle psikolojisi başka türlü şekilleniyordu.. Genç Demirel ise henüz bunları bilmiyordu.. Nitekim, hemen o sırada, kürsünün ardında duran ve M. Eğitim Bakanı olan kişi, kısa bir not yazmış ve Demirel’e vermişti.. Not ilginçti.. Bizzat görmüştüm o notu.. ‘Beyefendi, ördekler dağılıyor.. Kısa kesseniz..’
Mesaj alınmıştı..
Demirel, ’Sevgili vatandaşlarım, akşam oluyor, benden sonraki hatiplere d e fırsat vermek üzere konuşmamı kesiyorum.. Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum…’ diyorum.
Ve hemen ardından, mikrofonu kapan bir mahallî politikacı (Urfa’da valilik yapmış, sonra m.vekili olmuş Kadri Eroğan) gür bir sesle haykırmaya başladı: ‘Müslüman Türkiye’niiiin… Müslüman Ispartasınıııın.. İslamköyününnnn.. Müslüman oğlu Müslüman çocuğuuuu… Süleyman Demireeeeeelllll…’
Gür sesle verilen o reklamla, sokak aralarında dağılmaya başlayan kitleler yeniden koşuşmaya başlamışlar ve meydan dolmuştu. Yani, Demirel’in kendisi değil, reklamı çekiyordu kitleleri.. Artık Demirel de öğreniyordu, işi.. Nitekim daha sonra, ‘Benim vatandaşım göğsünü gere gere müslümanım diyecektir..’ derken, halkın baskı altında tutulmuş duygularının kendisine muhabbet halesi olarak döndüğünü keşfetmişti. Önce politika Demirel’i yoğurup şekillendirirken daha sonra ise, o, politikayı şekillendirecekti.
*
Adalet Partisi, Demirel liderliğinde girdiği 1965 seçimlerinde büyük bir zafer kazanmış ve tek başına iktidara gelmişti.. Onun iktidardaki ilk yılları, ihtilalle ve idâmlarla daha bir felç olmuş devlet mekanizmasını yeniden çalıştırmasıyla geçmiş ve biraz rahatlıyan halk kitleleri gelecek seçimlerde yine ona yönelmişti..
Ama, 1968’de Avrupa’da başlayan gençlik hareketleri Türkiye’ye de sıçramış, üniversite işgal ve boykotları, grevler ve sağ-sol çatışmaları, sokak çatışmalarında yükselen ölüm rakamları, 1969 seçimlerinde yine kazanmasına rağmen; Demirel’i, partisini ve hükûmetini zorlamaya başlamış ve 16 Haziran 1970’de İstanbul ve çevresinde meydana gelen kanlı işçi hareketleri Sıkıyönetim ilânıyla noktalanmıştı. Ama, sıkıyönetim, sosyo-politik durumu daha da karmaşık hâle getirmiş ve Demirel nihayet 12 Mart 1971’de bir askerî darbe ile iktidardan uzaklaştırılmıştı.
Demirel, 10 yıl başbakanlık yapan Adnan Menderes’in askerler tarafından idâm edilerek öldürülüşünü, üzerinden 10 yıl geçmesine rağmen unutamamış ve asker muhtırası radyodan yayınlanır -yayınlanmaz evine gitmiş ve ‘Onların elinde tank-top, silah var.. Benim de var mı? Ya, bana da versinler o silahları; ya da, onlar silahlarını bırakıp gelsinler, siyaset meydanında görelim hesabımızı..’ diyecekti..
Ne var ki, 12 Mart 71 darbecileri, Meclis’i kapatmamışlar, siyasi partiler de çalışmalarını sürdürmüşlerdi. Demirel ilk şoku atlattıktan sonra, sormaya başlamıştı: ‘Suçlu isem, niçin yargılamıyorsunuz? Suçsuz isem, niçin darbe yaptınız?’ diyerek güçlü mantığını halk kitlelerinin anlıyacağı şekilde kullanmaya başlamıştı..
Ve askerlere kırgınlığını dile getiriyor; ‘Ben niçin uzaklaştırıldım? Çünkü, ben köylü çocuğuyum.. Hangi köylü? İslam köylüyüm de onun için..’ diyordu.
İki sene sonra ise… Askerler kendi istedikleri kişiyi cumhurbaşkanı seçtirmek için, Genelkurmay Başkanı Org. Faruk Gürler’i cumhurbaşkanı kontenjanından senatör yaptırdılar, ama, Meclis’in üzerinden ses duvarını aşan savaş uçaklarını uçurmalarına rağmen, Meclis’deki oylamalarda Gürler seçilemedi. Halk deyimiyle, gürledi ve gümledi gitti..
Meclis Demirel ve Ecevit’in anlaşmasıyla, askerlerin hiç hesabında olmayan eski Deniz Kuv. Kom.’larından Fahrî Korutürk’ü tam da 13 Mart 1973 günü cumhurbaşkanı seçti..
Demirel, 2 yıl önce kendisini 12 Mart Muhtırası ile iktidardan uzaklaştıran darbeci askerlerden intikamı aldığını şu cümle ile dile getirmişti:
-12 Mart varsa, 13 Mart da vardır!
*
Demirel artık, yeniden başbakanlığa gelmenin satranç oyununu kuruyordu.. ‘Böyük Türkiye’den söz ediyordu, sık sık.. Ve açıklamasını da yapıyordu: ‘Benim böyük Türkiye deyince anladığım, Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar uzanan ve de temelinde Süleymaniye’nin mânâsını taşıyan coğrafyadır.’
Bu da, muhafazakâr kesimleri kendisine cezbetmeye yetiyordu..
*
12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’yle tekrar iktidardan uzaklaştırılınca.. 7 yıl da siyasi haklarından mahrum edildi.. O sırada Risale-i Nûr okumaya başladığı yayılmıştı etrafa..
7 yıl sonra tekrar Meclis’e girdi ve Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanı olmasından sonra, 1991 seçimlerinde birinci parti oldu ve Erdal İnönü’yle koalisyona gitti.
Nurcu Hareket’ten bir grup kendisini ziyarete gitmişti, tebrik için..
Ancak o grup bir üzüntülerini de dile getirmiş ve ‘Efendim, Hükûmet’te Bakan olarak hiçbir kardeşimiz yok..’ deyince.. Demirel, ‘Teessüf ederim, (… )Bey, ben neciyim burada?..’ karşılığını vererek muhatablarını mest etmişti.
1992’de Londra’da ingiliz lordlarına ve seçkinlerine hitaben yaptığı konuşmada, ‘Arkadaş! Bana iyi bakın, ben sizin Ortadoğu’daki jandarmanız değilim.. Ben Batı’nın yüksek değerlerini taa Orta Asya’ya kadar taşıyan bir misyonun adamıyım..’ diyen de oydu..
PKK ile savaş kanlı şekilde sürerken.. Binlerce köy yakılıp yıkılırken.. ‘Bana, asker köy yaktı, Cinayet işledi..’ dedirttiremezsiniz..’ diyen de oydu..
Daha sonra.. ‘Ben askerle birkaç kez mücadeleye girdim ve hepsinden de yenik çıktım ve anladım ki askerle savaş olmaz..’diyen de yine o..
Bu teslimiyetle önündeki bütün yollar tekrar açıldı..
Turgut Özal’ın ânî vefatı üzerine cumhurbaşkanı seçildi; karşısında yenildiğini itiraf ettiği gücün, ordunun başkomutanı oldu..
Ama, Cumhurbaşkanı olduktan sonra.. Yeni bir Demirel çehresi daha çıktı ortaya..
On yıllar boyu sıvazladığı muhafazakâr -Müslüman kitlelere karşı en kemalist-laik yorumlarla amansız mücadeleye girdi… 28 Şubat 1997 Zorbalığı’nın başmimarı oldu.. Askerlere, ‘Siz o işleri bana bırakın..’ dedi ve yıllarca, ‘Bulun 226’yı, beni devirin..’ diyen kendisi değilmiş gibi, Erbakan- Çiller Hükümeti’nin devamına yol vermedi ve Muhsin Yazıcıoğlu da 7 m.vekiliyle destek verdiği ve 284 sandalye bulunduğu halde, ‘sayısal ağırlık değil, siyasal ağırlık isterim’ diyerek, kutsadığı demokrasi anlayışına da yeni bir tarif getirdi.
Kur’ân’ın bazı hükümlerinin zamanının geçtiğini açıkça beyan etti.
Tesettür konusunda ısrar edenlere ‘Gitsinler Suudî Arabistan’a..’ dedi..
‘Ben cumhurbaşkanı olduğum müddetçe, Şeriat korkunuz olmasın.. Ancak, benim cesedimi çiğneyip geçebilirler.. Üstelik öyle bir başsavcı tayin ettim ki; ateş gibi.. ‘ diyordu.. Sözünü ettiği başsavcı V. Savaş idi.
Merve Kavakçı Hadisesi’nde takındığı zâlimlik için ise, söylenecek söz bulmak zor..
Ecevit 2003 yılında, ‘Sultan Vahdeddin’in hatası vardır, ama vatan haini değildir’ deyince, ‘Türkiye Cumhuriyeti bu tartışmayı kaldırmaz’diye konuyu kapatan da Demirel’di.
Velhasıl ülkemiz ve halkımızın son 50 yılında hep etkili oldu..
*
Allah’u Tealâ’nın kulları hakkındaki her türlü tasarrufunun rahmet olduğu gerçeğini hatırlatarak..
*
dirilişpostası