Zenginlerin farkında olmadığı gerçek
Kriz söylentisiyle paralarını yabancı fonlarla değerlendimeye kalktılar. Hepsini batırdılar. Sonra medyadaki tetikçilerini devreye soktular. Yine olmadı...
Taha Kıvanç - Yeni Şafak
Zengine acınır mı, acıyorum işte...
Artık bu hale geldiğimiz için hiç şaşırmadım; oysa insan tanıştırıldıktan sonra muhatap kalacağı ilk sorunun "Sizin bilmeniz lâzım: Ne dersiniz, doların değeri yükselmeyecek mi?" olmasını beklemiyor. Eskiden hiç değilse önce havadan sudan konuşulur, sonra siyasete, ardından da ekonomiye sıra gelirdi.
Yeni tanışımın ABD'de benzin istasyonları varmış; orada kazandıklarını yazın burada yediğinden doların değeri onun için olağanüstü önemliymiş... Çok bilmiş bir tavırla, sorusuna, "Sanmıyorum, '1 dolar = 1,5 TL' denklemi daha uzun bir süre bozulmaz" cevabını verdim...
Nasrettin Hoca'nın çömlekçi ve çiftçi iki damadından biri yağmur yağmasın diye dua ederken diğeri yağmur duasına gidiyormuş ya, o hesap, bizde de birileri kendi cebini ülke ekonomisinden daha önemli sayıyor. Oysa ikisi birbirine sımsıkı bağlıdır ve ülkede işler iyi gitmiyorsa tek tek kişiler de bunun zararını çeker...
Zenginlerimiz olmasa bile halkımız bu gerçeğin farkında bereket...
"Kriz çıktı" haberi manşetlerden duyurulduktan sonra neler yaşandığını hep birlikte gördük. Bazı tipler ısrarla bu krizi de kendilerini zenginleştirme amacıyla kullanmaya kalktı. Daha ilk günden duyurduğum için haberdarsınız: Birileri kendi ülkesine yatırım yapmak yerine, parasını hiçbir güvencesi olmayan yabancı fonlarda değerlendirmeye kalktı; o fonlar batınca bizimkilerin parası da buharlaşıverdi...
Forbes dergisinin her yıl açıkladığı dünya zenginleri listesinde yer alan bizden bazılarının durumunun bir yıldan ötekine müthiş gerilemesinin en belirgin sebebi budur.
Parasını krizde batan yabancı fonlarda kaybedenler, yabancı fonların batmasından kaynaklanan global kriz sırasında, "Hükümet IMF ile anlaşmalı; ne veriyorlarsa, hangi faizle ve şartlarla veriyorlarsa bakmadan IMF'den kredi kullanmalı" yaygarasını seslendirdiler...
İstedikleri, elini-kolunu bağlayacak şartlarla aldığı yüksek faizli kredileri, hükümetin, 'krizden zarar gördükleri' için kendilerine aktarmasıydı. 2001 krizi sonrasında 'İstanbul Girişimi' türü yollar denenmişti ya, işte o tür yollarla...
"IMF'den para gelmezse Türkiye batar" diye yazdı kalemlerini 'kriz lobisi' adına kullanan tetikçiler...
"Tuzağa düşmeyelim" diye haykırırken yalnız değildim elbette; yaygaracıların tuzağına düşmeyen pek az ekonomistten biri olan Süleyman Yaşar da, Taraf'ta, 'kriz lobisi' çalışmalarını gün-be-gün izledi... "Dış borçlarımızı ödeyemeyiz, mutlaka IMF'yle anlaşmalıyız" diyen bazılarının, vadesi geldiğinde borçlarını paşa paşa ödediğini de ondan öğrendik.
"Zaten bunlar 'back-to-back' kredilerdi, sağ ceplerindeki parayı sol ceplerine borç vermişlerdi; şimdi sol cepten çıkarıp sağ ceplerine ödüyorlar" diyor Süleyman Yaşar...
İşin ilginç tarafı şu: Müzakereler sonuç verseydi, Türkiye'ye 11 milyar dolarlık kredi açacaktı IMF; oysa IMF kredisi için müzakerelerin devam ettiği süre içerisinde Türkiye'ye 18,5 milyar dolar yerli-yabancı kaynaklı para girdi. Türkiye'ye ve ekonomisine güvenenler, IMF bağının olmayışını dert etmeden, parasını getirip ekonomiye soktu.
'Kriz lobisi', işi, "Biri parayı TIR'a yükleyip İran'dan getirdi" safsatasını haberleştirmeye kadar vardırdı.
Bir bölümü TÜSİAD üyesi 'kriz lobisi' içinde yer alanların; üyesi oldukları derneğin kendi menfaatları yönünde gayret göstermesini teşvik ettiler doğal olarak, TÜSİAD da -eksik olmasın- olağanüstü bir çaba gösterdi. Ancak IMF ile anlaşma da dahil taleplerinin hiçbirini kabul ettiremedi.
TÜSİAD olacaksın ve taleplerini hükümete kabul ettiremeyeceksin... Bu Türkiye tarihinde ilk kez oluyor. 1980 öncesinde gazetelere verdikleri birkaç ilânla Ecevit hükümetini devirmişti TÜSİAD'çılar... 2002 yılında üçlü-hükümet âcilen erken seçime gitme kararı aldıysa, bunda TÜSİAD çevrelerinin dolaylı parmağı vardı.
Şimdi TÜSİAD'ın başında ülkemizin en büyük medya grubunun bir yöneticisi bulunuyor ve TÜSİAD sonuç alamıyor...
İşittiğim doğruysa, Arzuhan Doğan Yalçındağ TÜSİAD başkanlığını zamanından önce bırakacakmış... Bir 'ilk' de bu.
Ülkemizin en zenginlerini çatısı altında toplayan kulübün başında, böylesine kritik bir dönemde, ülkemizin en büyük medya grubundan biri bulunmasaydı acaba TÜSİAD açısından daha mı iyi olurdu? Arzuhan Hanım'ın işbaşından gitmesini getirebilecek süreçte bu soru soruluyormuş: "Medya grubu bu denli büyük olduğu halde sorunlar yaşıyor ve bunları çözemiyorsa, TÜSİAD'ta toplananların yaşadıkları sıkıntıların bir sebebi de bu olmasın?"
ABD'de her tarafından ter akıtarak kazandığı dolarlarıyla Türkiye'de daha rahat yaşamayı düşleyen kişiyle TÜSİAD üyelerinin beklentileri aynı değil elbette... Ben yine de hem yeni tanışığıma, hem de işleri eskisi gibi gitmeyen ülkemizin en zenginlerine acıyorum.
Ne yapayım, acıyorum işte.
Zengine acınır mı, acıyorum işte...
Artık bu hale geldiğimiz için hiç şaşırmadım; oysa insan tanıştırıldıktan sonra muhatap kalacağı ilk sorunun "Sizin bilmeniz lâzım: Ne dersiniz, doların değeri yükselmeyecek mi?" olmasını beklemiyor. Eskiden hiç değilse önce havadan sudan konuşulur, sonra siyasete, ardından da ekonomiye sıra gelirdi.
Yeni tanışımın ABD'de benzin istasyonları varmış; orada kazandıklarını yazın burada yediğinden doların değeri onun için olağanüstü önemliymiş... Çok bilmiş bir tavırla, sorusuna, "Sanmıyorum, '1 dolar = 1,5 TL' denklemi daha uzun bir süre bozulmaz" cevabını verdim...
Nasrettin Hoca'nın çömlekçi ve çiftçi iki damadından biri yağmur yağmasın diye dua ederken diğeri yağmur duasına gidiyormuş ya, o hesap, bizde de birileri kendi cebini ülke ekonomisinden daha önemli sayıyor. Oysa ikisi birbirine sımsıkı bağlıdır ve ülkede işler iyi gitmiyorsa tek tek kişiler de bunun zararını çeker...
Zenginlerimiz olmasa bile halkımız bu gerçeğin farkında bereket...
"Kriz çıktı" haberi manşetlerden duyurulduktan sonra neler yaşandığını hep birlikte gördük. Bazı tipler ısrarla bu krizi de kendilerini zenginleştirme amacıyla kullanmaya kalktı. Daha ilk günden duyurduğum için haberdarsınız: Birileri kendi ülkesine yatırım yapmak yerine, parasını hiçbir güvencesi olmayan yabancı fonlarda değerlendirmeye kalktı; o fonlar batınca bizimkilerin parası da buharlaşıverdi...
Forbes dergisinin her yıl açıkladığı dünya zenginleri listesinde yer alan bizden bazılarının durumunun bir yıldan ötekine müthiş gerilemesinin en belirgin sebebi budur.
Parasını krizde batan yabancı fonlarda kaybedenler, yabancı fonların batmasından kaynaklanan global kriz sırasında, "Hükümet IMF ile anlaşmalı; ne veriyorlarsa, hangi faizle ve şartlarla veriyorlarsa bakmadan IMF'den kredi kullanmalı" yaygarasını seslendirdiler...
İstedikleri, elini-kolunu bağlayacak şartlarla aldığı yüksek faizli kredileri, hükümetin, 'krizden zarar gördükleri' için kendilerine aktarmasıydı. 2001 krizi sonrasında 'İstanbul Girişimi' türü yollar denenmişti ya, işte o tür yollarla...
"IMF'den para gelmezse Türkiye batar" diye yazdı kalemlerini 'kriz lobisi' adına kullanan tetikçiler...
"Tuzağa düşmeyelim" diye haykırırken yalnız değildim elbette; yaygaracıların tuzağına düşmeyen pek az ekonomistten biri olan Süleyman Yaşar da, Taraf'ta, 'kriz lobisi' çalışmalarını gün-be-gün izledi... "Dış borçlarımızı ödeyemeyiz, mutlaka IMF'yle anlaşmalıyız" diyen bazılarının, vadesi geldiğinde borçlarını paşa paşa ödediğini de ondan öğrendik.
"Zaten bunlar 'back-to-back' kredilerdi, sağ ceplerindeki parayı sol ceplerine borç vermişlerdi; şimdi sol cepten çıkarıp sağ ceplerine ödüyorlar" diyor Süleyman Yaşar...
İşin ilginç tarafı şu: Müzakereler sonuç verseydi, Türkiye'ye 11 milyar dolarlık kredi açacaktı IMF; oysa IMF kredisi için müzakerelerin devam ettiği süre içerisinde Türkiye'ye 18,5 milyar dolar yerli-yabancı kaynaklı para girdi. Türkiye'ye ve ekonomisine güvenenler, IMF bağının olmayışını dert etmeden, parasını getirip ekonomiye soktu.
'Kriz lobisi', işi, "Biri parayı TIR'a yükleyip İran'dan getirdi" safsatasını haberleştirmeye kadar vardırdı.
Bir bölümü TÜSİAD üyesi 'kriz lobisi' içinde yer alanların; üyesi oldukları derneğin kendi menfaatları yönünde gayret göstermesini teşvik ettiler doğal olarak, TÜSİAD da -eksik olmasın- olağanüstü bir çaba gösterdi. Ancak IMF ile anlaşma da dahil taleplerinin hiçbirini kabul ettiremedi.
TÜSİAD olacaksın ve taleplerini hükümete kabul ettiremeyeceksin... Bu Türkiye tarihinde ilk kez oluyor. 1980 öncesinde gazetelere verdikleri birkaç ilânla Ecevit hükümetini devirmişti TÜSİAD'çılar... 2002 yılında üçlü-hükümet âcilen erken seçime gitme kararı aldıysa, bunda TÜSİAD çevrelerinin dolaylı parmağı vardı.
Şimdi TÜSİAD'ın başında ülkemizin en büyük medya grubunun bir yöneticisi bulunuyor ve TÜSİAD sonuç alamıyor...
İşittiğim doğruysa, Arzuhan Doğan Yalçındağ TÜSİAD başkanlığını zamanından önce bırakacakmış... Bir 'ilk' de bu.
Ülkemizin en zenginlerini çatısı altında toplayan kulübün başında, böylesine kritik bir dönemde, ülkemizin en büyük medya grubundan biri bulunmasaydı acaba TÜSİAD açısından daha mı iyi olurdu? Arzuhan Hanım'ın işbaşından gitmesini getirebilecek süreçte bu soru soruluyormuş: "Medya grubu bu denli büyük olduğu halde sorunlar yaşıyor ve bunları çözemiyorsa, TÜSİAD'ta toplananların yaşadıkları sıkıntıların bir sebebi de bu olmasın?"
ABD'de her tarafından ter akıtarak kazandığı dolarlarıyla Türkiye'de daha rahat yaşamayı düşleyen kişiyle TÜSİAD üyelerinin beklentileri aynı değil elbette... Ben yine de hem yeni tanışığıma, hem de işleri eskisi gibi gitmeyen ülkemizin en zenginlerine acıyorum.
Ne yapayım, acıyorum işte.