Selâhaddin Çakırgil
Zulüm karşısında yargıya sığınan yargı zulmü için kime sığınacak?..
Zulüm karşısında yargıya sığınan yargı zulmü için kime sığınacak?..
'Tuz kokmaz' denilir.. Bu, 'kokmamalı..' mânâsındadır.. Tuzun kimyası bunu gerektirir.. Ama, aslî terkibi değişirse, 'tuz' da kokar.. Ve o zaman artık, adına yine tuz denilse bile, o, kimyevî açıdan gerçekte 'tuz' değildir!
Adâlet kurumları, yargı mekanizmaları da 'tuz' hükmündedir.. Onun kokması, bozulması, çok temel bir tefessüh ve çürümeyi gösterir.. Ve bu, yeni değildir.. Yargı / adâlet kurumu, o adı taşısa bile, gerçek bir adâlet kurumu olmaktan daha bir çıkmış, milletin karşısına dikilmiştir.
Hani, meşhur fıkradır: Yüksek sosyetenin, kalburüstü kesimlerin oturduğu semtteki bir ilkokulda, çocuklar, babalarının ülke için ne kadar önemli olduğu üzerinde yarıştırılırlar..
Kimi general oğludur, kimi parlamenter oğlu, kimi diğer yüksek bürokrat vs..
Bir çocuk da o mahallenin gece bekçisinin oğludur, gariban.. Çocuklar ona tepeden bakarlar, 'Yaa, işte böyle, n'aaaber? Ya, senin baban ne gibi önemli bir iş yapar?' derler..
O bekçi çocuğu kendi babasının, hepsinin babalarından daha önemli olduğunu söyler:
- Sizin babalarınız, evet önemlidir, kanunlar yaparlar, yönetim kararları alırlar.. Ama, benim babam, birkaç lira bahşiş vs. alarak, sizin babalarınızın yaptıklarını etkisiz kılar.. Hangisi daha ülke için daha etkili, söyleyin bakalım!'
Şimdi, bu fıkradaki çocuğun yerine, son gelişmelerin içinde kimin daha önemli olduğunu ve etkili olduğunu gösterme yarışına girenleri yerleştirebilirsiniz..
Siz ne gibi iyi kanunlar yaparsanız yapınız ve ne yüksek idealler ve hizmet aşkıyla çaba harcarsanız harcayınız; birileri gelir ve size, asıl kendilerinin önemli olduğunu, işte böyle hatırlatırlar.. Çünkü, onlar itiraz edilemez, son sözü adâlet adına söyleyen bir mekanizmayı ele geçirmişlerdir. Ecevit, 'Atatürk ve Devrimcilik' kitabında 'Yargı organları geniş ölçüde, devrimci, ilerici unsurların elindedir..' diye boşuna demiyordu..
Bu sütunda, 'yargıçlar diktatöryası' üzerine yazdığım yazıların sayısını hatırlamıyorum.. Evet, temel meselelerden birisi de bu!
Yeni 'yeniçeri'miz, bazı 'yargıç'ların bütün yargı kurumu adına oluşturdukları taifedir..
'Yargıtay Başkanlar Kurulu'nun bildirisini dinlerken, şaşırdım kaldım.. Çünkü, en azından, görüntüyü kurtarmak için böyle konuşamayacaklarını düşünüyordum, bazıları gibi..
Ama onlar, milletin bütün bir yargı kurumunu toptan 'reddetmesi'ni gerektirecek şekilde, bir 'ihsas-ı rey'de bulunuyordu.. Bu da, 'redd-i hâkim' (hâkimin reddedilmesi) sebebi oluşturur.. Çünkü, haksızlığa uğradığını düşünen insan, ya 'ihkak-ı hakk' (hakkını kendi gücüyle elde etmek) gibi ilkel bir yola başvurur, ya da yargıya.. Halbuki, yargı o konuda görüşünü daha baştan açıklamışsa, o zaman, haksızlığa uğradığını düşünen kişi, o yargıdan ne bekleyebilir ki?..
Halbuki, gerçek bir yargı, en canavar ruhlu kişiler için bile bir sığınak yeri olmalıdır.
Onun içindir ki; yargıçlar görüşlerini baştan açıklayamaz, açıklayamamalıdırlar.. Onların görüş açıklamaması, o suç konularında zımnî bir teyid, kabul mânâsında değildir..
Bu, kamuoyunda 'en canavar ruhlu, en aykırı ve en suçlu' olduğu düşünülen kişilerin bile sığınabileceği bir yerin olması gerektiği düşüncesindendir..
'Kemalist / laik taife'nin nasıl bir yargı düşündüğü zâten biliniyor, ama, kocaman kocaman yargıçların da, sonunda aynı konuya gelmesi ve 'ilke ve devrimlere, laikliğe karşı olanlar' karşısında, 'yargı tarafsız olamaz!' diyebilmesi, en basit hukuk ve adâlet anlayışından bile ne kadar uzağa düşüldüğünün göstergesidir.. Bu bir 'laik devrimcilik histerisi'dir..
Halbuki, bir yargı kurumundan, her türlü sanık veya mağdur, 'adâlet' bekleyebilmelidir.
Aksi halde,'adalet mülkün temelidir..' yazıları silinip atılmalıdır, mahkemelerinizden..
O cümlenin üstüne yerleştirilen kabartma resim zâten nasıl bir adâlet istendiğini anlatıyor; o kalsın sadece.. Ya da, benim gibi anlamak istemeyenler olursa, onlar için de, 'T.C.'de yargı, ancak kemalizm ve laiklik önünde baş eğenlerin sığınabileceği bir makamdır. Sistemimizin temeli budur!' gibi bir cümle yazdırınız.. Ama, o zaman 'İstiklal Marşı'ndaki, o 'Hakkıdır Hakk'a tapan milletimin istiklâl..' mısrasını nereye koyacağınızı da düşünerek..
Bu durum, aynı zamanda '28 Şubat zorbalığı'nın, Genelkurmay brifingleriyle geliştirilen yeni hukuk anlayışının da bir diğer acı meyvesidir..
'Yargıtay Bildirisi'ndeki şu satırlara bakınız: 'Tüm bu gelişmeler, ısrarlı bir biçimde ve sistemli olarak yargı erkinin bağımsızlığının hazmedilemediğini, tarafsızlığı sağlama adı ve aldatmasıyla yürütmeye yandaş, onu koruyup kollayan ve onun tarafından denetlenen bir yargının oluşturulmasının amaçlandığını belgelemeye yetmektedir. Hedeflenen budur.'
Ama, bu 'bildiri'nin en çarpıcı cümlesi şu olsa gerek:
'"Asla unutulmamalıdır ki; insanlık tarihi, böylesi güdümlü bir yargı ile varlığını sürdürebilen, bireyini güvenli ve mutlu edebilen ve uygarlık yarışında başarılı olabilen hiçbir millet ve devlete tanıklık etmemiştir.'
Ne güzel.. Bu çarpıcı sözlerle, gerçekte kendilerini vurduklarını bilmiyorlar. Bu sözler, en münasib şekilde ancak kendileri için ve ancak bu kadar güzel söylenebilirdi.. Çünkü, 'güdümlü yargı'nın o 'brifing'lerle nasıl oluşturulduğunu bilmeyen kaldı mı?
Artık, askerî darbe yolunun neticesiz kalması ve çok tehlikeli olabileceği görüldü. O halde, aynı darbeci mantığın, müdahalenin daha bir zor olduğu yargı yoluyla elde edilmeliydi.. Kendilerini 'seçkin' ve 'yönetme hakkını haiz' bilen zümrelerle, halk arasında 200 yılı bulan bir iktidar mücadelesinin sıradışı bir tezahürüdür, bu bildiri..
Ancak, milletin büyük kesiminden temsil yetkisi alan Hükümet'in, tıpkı 27 Nisan 2007'deki Genelkurmay Muhtırası'na karşı olduğu gibi, Yargıtay Başkanlar Kurulu'nun bildirisine de aynı üslûb ve sertlikle karşılık vermiş, bağ eğmemiş, başımızı eğdirmemiştir. Sistemin mantığı içinde de haklı olan ve yetkisini milletten alan siyasî irade, geri adım atmamıştır.
'Yargıtay Başkanlar Kurulu Bildirisi'ni, kanunî bir dayanağı bulunmadığı gerekçesiyle, bu politize olmuş heyetin yüzüne, 'Hukukî bir meşruiyeti de yoktur..' diyerek çarpan 'Hükümet bildirisi' bu dik duruşun, baş eğmeme ve millete baş eğdirmeme dikkatinin en net örneğidir. (Baykal ve eski Başsavcı Kanadoğlu'nun yaptığı korkutmalar imâ edilerek..) Hükümet açıklamasında '..Hattâ, Yüksek Mahkeme'nin, istenilen kararı vermemesi halinde, çatışma çıkacağı tehditlerine sessiz kalan Yargıtay Kurulu, davalı tarafın kamuoyuna mâl edilmiş bir iddianame ve hakkındaki suçlamalara kamuoyu önünde verdiği cevapları bildiriye konu yapmıştır..' şeklindeki tesbitlerin makûl cevabı var mıdır?
Sahi, bu, görülmekte olan bir dâvayı etkileme çabası ve sopa gösterme değil midir?
Ve ben, sıradan bir vatandaş olarak, böyle bir yargıya nasıl güveneceğim?..
vakit