Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

15 Temmuz'a kaç gün kaldı?

Derin Gerçekler

Bugün günlerden Cuma, 15 Temmuz’un yıldönümüne 10 gün kaldı. Bugün siyaset de, ekonomi de, ahlak da, aile de, adalet de, akademi de, dış politika da, her şey tartışılıyor. Göçmen sorunu toplumsal krize dönüştü. Erdoğan Şangay’da Putin’le Suriye’yi konuştu, başka temaslar da oldu, Gazze, Lübnan. Ve BRİCS gibi . Ardından Türk dünyası ile bir günlük gerçekleştirildi. Şimdi sırada Washington’da yapılacak NATO zirvesi var. 28 Şubatı anlamadan 15 Temmuz’u anlamak mümkün değil. Sovyetlerin dağılması ile başlayan yeni süreci anlamadan 28 Şubat’ı anlayamayız.

Dün İngiltere seçim vardı. Seçim sonuçları bugün belli olur. Erdoğan’ın katıldığı Şanghay zirvesi bugün tamamlanıyor. Erdoğan bu arada Putin’le bir araya geldi. Görüşme basına kapalı idi. Açıklanan gündemle ilgili görüş teatisinde bulunulduğu bildirildi, başka bir açıklama yapılmadı. Erdoğan yarın, 6 Temmuz'da, bir gün sürecek olan Azerbaycan'ın Şuşa kentinde düzenlenecek Türk Devletleri Teşkilatı Devlet Başkanları Gayri resmi Zirvesi'ne katılacak. Erdoğan daha sonra ABD’ye gidecek.

15 Temmuz’un 9. Yılındayız. Hala gerçek tam olarak ne anlaşılmadı. Cevabını arayan soruların hiç biri, gerçeği efradına cami, ağyarına mani bir şekilde anlamak için sorulan hiçbir soru tam olarak cevabını bulamadı. Yasama da bu anlamda olayın tam üzerine gitmedi, yargı da ve tabi yürütme de. Yabancı kaynaklar da olayın üzerine gitmedi. Basın zaten sahibinin sesi. Korkarım gerçeği bu gidişle tam olarak bu dünyada öğrenemeyeceğiz, ama bunun bir de öbür dünyası var..

Sahi, mesela darbe olsaydı, ilk önce kimler tutuklanacaktı. Bu liste çok önemli. Mutlaka işin içinde siyasiler, bürokratlar, diplomatlar, gazeteciler, STK yöneticileri, sermaye grupları olacaktı. Bunlar nereye götürülecekti.. Ya da kimler vali, emniyet müdür, Jandarma genel komutanı olarak atanacaktı. Kimler bakan olarak atanacaktı. Kimler, MİT, EGM, Jandarma Genel Komutanı olacaktı. Bu işin Basın ayağı, STK ayağı, Sermaye ayağı kimlerden oluşacaktı.

Hiçbir darbe, dış destek almadan bu güne kadar bu işi başaramadı. Arkasında hangi ülke var diye sormaya gerek yok. Çünkü ABD+NATO yani, diğer tüm batılı ülkeler ve İsrail vardı. CIA, MOSSAD, MI6 hepsi vardı.

Bakın ABD hepsini biliyordu. Müdahale etmediler. Adeta bir plan tatbikatı yapıyormuş gibi izlediler. “Ölen ölür, kalan sağlar. Bizimdir” dediler. Sahi eğer darbe başarılı olsaydı, acaba bu “büyük biraderler” kimleri nereye götüreceklerdi, hiç düşündünüz mü? “Beyaz adam” bütün ihtimalleri düşünmüş, her ihtimale karşı tedbirlerini almıştı. Peki, darbe başarılı olsaydı Fethullah Gülen ne zaman gelecekti ve ilk icraatı ne olacaktı. Onu burada kimler karşılayacaktı. Hangi milletvekilleri, hangi iş adamları, hangi akademisyenler. Gülen’in haftalık, aylık, mevsim ve yıllık eylem planları hazırdı aslında. Hatta geldikten hemen sonra caddelere asılacak afişlere kadar her şey hazırdı.

4 ay önceden darbeyle ilgili bilgi ve belgelere ulaşıldıktan sonra, hemen harekete geçmek yerine, içeriden birileri alınıp, diğerlerinin yollarına devam etmesi beklendi. Aslında, FETÖ kanadı bu işin bilindiğini biliyordu. Zaten iş, MİT operasyonu, 17/25, MİT tırları hadisesiyle ortaya çıkmıştı ama, kehanet, keramet bir de ABD istihbaratı işin içinde olunca, cemaatçilerin bir endişesi yoktu. ABD ise Cemaate muhtaç değildi aslında. Cemaati iktidara karşı bir koç başı olarak kullanıp, mevcut iktidarı kucağına çekmek onlar için de 2. Bir alternatifti. BOP, HABAT, AGARTHA projeleri ile mevcut iktidarı yola getirmek onlar için hiç zor olmayacaktı. Hatta bu iş AK Partinin Cemaati yola getirmesinden daha kolay bir işti.

Hem zaten AK Parti, bir darbe girişiminin bastırılmasından hemen sonra, psiko-sosyal ve sosyo-politik açıdan daha kolay hizaya getirilebilirdi. Öyle de oldu. Zaten darbe sürecinde beklenmeyen bir şey oldu. The Cemaatin bir planı vardı, bir de buna karşı iktidarın planı vardı. ABD ve NATO zaten işin içinde iki ve her iki tarafta da mutemet adamları vardı. Tabi, onların bir planı vardı, ama Allah’ın da bir hükmü vardı. Her iki taraf kendilerince iyi bir plan yapmışlardı. Batılılar da bu planlardan haberdar, onlar da kendi planlarını yapmıştı. Ama kontrol dışı bir şeyler oldu. Mesele her iki kanatta da, arabuluculuk yapmak, darbeyi durdurup masaya oturmak fikrini savunan birileri çıktı ortaya. Daha da ilginci, Çengelköy sahilde, Saat 17.30-18.00 gibi, askeri lise öğrenci servis otobüslerinin trafiği tıkaması ile yaşanan bir olayda trafik tıkanınca beklenmedik bir olay yaşanmış, askerler havaya ateş açarak kalabalığı dağıtmak istemişti. İşte orada olan oldu. Sosyal media üzerinden asker ile halk arasındaki gerginlik haberi yayılınca, insanlar tepki göstermeye başladılar. Sahil şeridinde trafik köprüye kadar tıkandı. 03.00’de başlaması gereken darbe sanki erkenden deşifre olmuş oldu. Zaten MİT’de öğle vakti yaşananlar ve ardından Fidan’ın Genel Kurmaya gitmesi.. Aslında hepsi planlı. Erdoğan CNN Türk muhabiri Hande Fırat'ın telefonundan görüntülü olarak yaptığı açıklama da öyle.

Planlanmayan gelişmeler, her iki tarafta da paniğe sebep oldu. Ben o gün 19.00 gibi Köyceğiz’de, Erdoğan’ın tatil yaptığı otele 20 Km mesafede bir portakal bahçesinde “Fethullah Gülen ve Darbeler” konulu bir toplantıda konuşuyordum. Konuşmaya yeni başlamıştım ki, Çengelköy’deki gerilim haberi geldi. Halk o saatlerde sokaktaydı, Erdoğan’ın çağrısı çok sonra idi. İlk dalgada sokağa çıkanlar her kesimden insanlardı. En çok kayıp, o karmaşada yaşandı.

Aslında Fidanın Genel Kumaya gitmesi ile darbe sürecinden Darbecilerin haberi olmuştu ve 3 ayrı görüş ortaya çıkmıştı. Bir kısmı harekat planını erkene almaktan söz ediyordu, bir kısmı darbeden vazgeçmekten söz ediyordu. O gün sabahtan itibaren bir başka grubta tarafları masaya oturtmaya çalışıyordu. Darbeyi durdurmaktan söz edenler tasfiye edildi.

Aslında The Cemaat. Daha önce ordudaki BÇG kanadına darbe yapmayı kafasın a koymuştu. BÇG ve FG aynı mihrak tarafından yönetiliyordu. Ilımlı İslam’a havuç, Radikal İslam’a karşı sopa gösterilecekti. Cemaat yanlılarına Havuç, Radikal İslamcılara BÇG eliyle sopa gösterilecekti. BÇG daha sonra tarikatsa biz de tarikat kurarız dedi. Kalkancı tarikatı böyle oluşturuldu. TSK’daki BÇG kanadı yönetimi ılımlı İslamcılara vermek istemiyordu. Refahyol aslında ordudaki BÇG kanadını tasfiye için örgütlenmişti. Ama olmadı. Onun üzerine Gülen Türkiye’den ayrıldı. Ama durmadılar, Ergenekon, Balyoz. Kafes Eylem Planı, Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz ve Eldiven darbe teşebbüsü iddiaları, Çarşaf, Sakal, Suga ve Oraj kod adlı eylem planlarını hatırlayacaksınız. Bu defa BÇG kanadı “The Cemat”a karşı “İrtica ile Mücadele Eylem Planını” harekete geçirmişti. Daha sonra Erdoğan Büyükanıt’la Dolmabahçe’de buluştuktan sonra, bu defa Cemaat AK Partiyi hedef aldı. ABD Cemaatin sadakatinden şüphe etmiyordu ama, ABD’nin önceliği olan konularda toplumu ve devletin içindeki derin unsurları tatmin etmesinden şüphe duymaya başlamışlardı. Oysa Erdoğan bu konuda daha cesur adımlar atabilirdi. Mesela Kürt sorununun çözümünde barış sürecinin içinde TESEV de vardı. 2013’de performans önemli idi. PYD’nin Suriye’ye Türkiye üzerinden taşınmasını da not etmek gerek. Irak operasyonu başlarken, tezkere konusunda ilk etapta tezkere reddedilirken, Erdoğan gelmiş ve Tezkereyi geçirmişti. Baykal’ın Erdoğan’ın dönüşüne destek vermesi boşuna değildi. BOP konusu da önemliydi. HABAT konusu da. Erdoğan HABAT ve DAHLAN, KUSHNER senaryolarına da destek vermişti.

ABD Kemalistler, Ulusalcı sol Fethullah Gülen’i istemiyordu. Erdoğan konusunda ordunun “zinde güçleri”nin her zaman daha kolay harekete geçirileceğini düşünüyorlardı. Zaten The Cemaat çantada keklikti ve AK Parti içinde her yere sızmışlardı. Erdoğan’ın kişiliği ve yakın çevresini çok yakından izliyorlardı. AK Parti projesi İslam dünyasına rol model olarak daha uygundu. Hatta Erdoğan’ın zaman zaman radikal çıkışları da, bir heyecan dalgası oluşturması açısından önemli idi. Zaten Erdoğan işin başında, Gülenin de desteklediği AB ile uyum konusunda kararlı bir politika izliyordu. İstanbul Sözleşmesi ve Lanzarote bu konuda önemli bir adımdı. İsrail’le ilişkiler konusunda ise Dahlan projesi ve Kushner’le kurulan yakın temas ve HABAT kuşkuları gidermeye yetecekti.

Evet darbenin yıldönümüne şurada kaç gün kaldı. Dikkat ediyor musunuz, taraflardan hiç biri, biz şurada şu yanlışı yaptık demiyor. Herkes kendi pozisyonunu savunuyor. Halbuki, her iki kanatta da bir sürü yanlış söz konusu. Herkes karşı tarafın yanlışları ile kendini savunuyor, kendi yanlışlarını perdeliyor.

İşin bir başka vahim yanı da, KHK rezaleti. FETÖ Borsası gibi rezaletler de bu işin kreması oldu. Bu KHK konusu o hale geldi ki, kim kime karşı ise, eğer muhatabı Türk ise FETÖ’cü diye ihbarda bulunuyor, Kürt ise PKK’lı diye. FETÖ’cülerin iş yerlerine atanan kayyumlar ayrı bir problem. Haklı olmak kimseye haksızlık etme hakkı vermez. Bir topluluğa olan düşmanlığımızın bile bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmemesi gerek. Bu gün bu KHK konusu, AYM ve AİHM kararlarından sonra tam bir skandala dönüştü. Düşünsenize Bankanın yöneticisi serbest, bankaya okul aidatını yatıran suçlu. Dün FETÖ ile kol kola girenler, partide Pensilvanya yolcularından randevu ayarlayanlar, onlar adına tahsilat yapanlar, bu gün itibar görüyorlar, ama sıradan kişiler hakkında yapılanlar vicdanları yaralıyor.

Darbe girişiminden 4 ay önce elde ettiği belgeyi, devlete ileten bir iş adamı ise, herhalde konuşmasın diye, birileri tarafından oğluna kumpas kurulup mahkum edilmeye çalışılıyor.

Hala cevabını arayan bir çok soru var ama durum ortada. Hadi adil şahitler olacaktık. Hani yalan söylemeyecektik, Hani iftira etmeyecektik. Bu kirli oyunun her iki kanadında da birileri öyle anlaşılıyor ki, gayeye giden her yolu meşru görüyorlar. Bunların aslında birbirlerinden farkı yok. Her Şeytanı işin içinde yer alanlar, birbirleri ile savaşan tarafta da yer alsalar, aslında aynı Şeytanım amaline hizmet ediyorlardır.

Hakikat ehli ise sözü dinler, işe bakar doğrusuna destek olur, yanlışına karşı çıkar. Bir topluluğa olan düşmanlıkları bile, onları ötekiler hakkında adaletsizliğe sevk etmez. Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalime karşı olurlar, zalim babaları da olsa, mazlum düşmanları da olsa.

Selam ve dua ile.

ÖNEMLİ NOT: Yarın Erdoğan’ın Azerbaycan’ın Şuşa kentinde düzenlenecek olan Türk Devletleri Teşkilatı Zirvesi’ne katılacağı program iptal edilmiş. İptal sebebi ise cumartesi günü oynanacak olan Türkiye-Hollanda maçını izlemek için Almanya'ya gidiyormuş. Ali Şeriatı ne diyordu: “Tribünlerden gelen sesler, savaşlardaki mazlumların sesinden fazla geliyor ise futbol afyondur!”

Bu yazı toplam 232 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar