İbrahim Karagül
20. yüzyıl uyanışı, 21. yüzyıl korkusu
Bir önceki yazıda; "Türk-İsrail ekseni çöktü. Şimdi Camp David ekseni çöküyor. Türkiye-İsrail ilişkileri koptu. Şimdi Mısır-İsrail ilişkileri kopuyor" tespitini yaparken aslında geçmişimizde olanlar ve bugün yaşananlar üzerinden bir gelecek öngörüsü yapmaya çalıştım. Çözülme ve yeni eğilimler üzerinden yeni bölgesel güç haritası oluşuyor ve bizler bu gelişmelere pek önem vermiyoruz.
Bir süredir, bu sebeple, gündelik gelişmeleri esas alarak bölgemizdeki yeni eğilimlere, gelecek yıllarda önümüze çıkacak sorunlara, muhtemel senaryolara, Türkiye'nin pozisyon arayışlarına dikkat çekmeye çalışıyorum. Güncel olana öylesine saplanıp kalıyoruz ki, aslında hararetle tartıştığımız şeylerin "esaslı" planlamaların gün yüzüne çıkmış görüntüleri olduğunu düşünecek halimiz kalmıyor. Gelişmeleri her şeyden soyutlayarak, bize sunulan hatta dayatılan gerekçelerle algılıyoruz.
Bu durum gözlerimizi kör ediyor farkında değiliz. Oysa bizler, Birinci Dünya Savaşı'ndan bu yana ülkemize ve bölgemize bu "körlük"le baktık ve hep kaybettik. Körlük, akıl tutulması, zihinsel operasyonlar, kitlesel algılarımıza dönük yönlendirmeler bu coğrafyaya o kadar acı çektirmesine rağmen, maalesef eski tür algı yönetimlerinin esaretinden kurtulup özgür, bağımsız ve kendimize dönük bir bakışaçısı geliştiremedik. Bu yüzden, aslında tavır belirlemekten önce geleceğe dönük eğilimleri tespit etmemiz gerekiyor.
Öteden beri iki esaslı gelişmeyi öne çıkarmaya çalışıyorum. Aslında tartıştığımız hemen her konu bu iki gelişmenin su yüzüne çıkan kısmı veya patlama noktası. Suriye meselesi, Türk dış politikasındaki arayışlar, Türkiye-Irak arasındaki gerilim ve daha bir çok konu böyledir.
Bu yüzyıla dönük iki eğilimden biri; Türk-İsrail ekseni ile Camp David Ekseni'nin çöküşü. İkincisi ise, Şii ve Sünni dünya arasındaki ayrışma..
İkisi de sarsıcı, hayati, geleceğimizi yönlendirecek sonuçlar doğuracak. Bu yüzden; 28 Şubat'ın asıl sebebi olan Türk-İsrail Ekseni'ni Türkiye'nin Camp David'i olarak niteliyoruz. 1978'de günler süren gizli görüşmelerden sonra imzalanan sözleşme, İsrail önceliklerine göre bölgesel statüko oluşturdu. Arap dünyasının büyük ismi Mısır ile İsrail arasında kurulan ortaklık, yıllarca Ortadoğu'nun her alanında hissedildi. Bu ilişkinin zirvesi Filistin iç savaşıydı. O savaş, İsrail ve Mısır istihbaratının ortak operasyonuydu.
Türkiye'nin Camp David'i ise, yine İsrail merkezli olarak bölgenin en güçlü ülkesini dizayn etmeyi, ardından da bütün İslam kuşağında İsrail'e yönelik tehditlere kalkan yapmayı amaçlıyordu. Türkiye'nin gücünden faydalanılarak İsrail'e yönelen tehditler ortadan kaldırılacak, belli ülkeler hizaya sokulacaktı. Bu ittifakı, Özbekistan'dan bölgenin her köşesine kadar örtülü operasyonların hepsinde gördük.
İşte şimdi, bu iki "eksen" de çözüldü. Türkiye ve Mısır ile İsrail arasındaki "ittifak" ilişkisi çöktü. İki ülke de artık kendine ve bölgesine hatta dünyaya İsrail'in gözüyle bakmıyor. Öyle ki, Türkiye'nin ilk kez yüzyıllara dayanan zenginliğini farkettiğini, gücü algıladığını söylemeliyiz. Aynı uyanışı Mısır'da da görüyoruz.
Elbette bu gelişme bir uyanış işareti. Uyanış; bütün kuşakta hissedildiğinde, ortak siyasal dile dönüşmesi dönüştüğünde, küresel bir sarsıntıya da sebep olacaktır. Bunun olup olmayacağını gelecek gösterecek, bizler de izleyeceğiz. Ben, Camp David çözülmelerini yüzyılın en önemli değişimlerinden biri olarak algılıyorum.
Ancak, bunlar olurken bir "uğursuz" fırtına iyiden iyiye hızını artırıyor. Uyanışın, iyileşmenin, özgürleşmenin karşısında "en tehlikeli düşman" olarak öne çıkıyor. İşte "ikinci esaslı değişim" bu. Irak savaşında acı örneklerine tanık olduğumuz, Suriye meselesinde tekrar gündeme gelen ve bölgeye yayılma riski olan rüzgar, "yüzyılın uyanışı"nı karanlığa, kabusa dönüşebilir. Burada gerçekten "korku" var ve bu korkuya yönelik farkındalık yeterli düzeyde değil.
Mezhep ayrışması, Şii Hilali, Sünni Bloku ya da "kimlik" eksenli ayrışmalar bölgenin geleceğini dinamitleyebilir. Ayrışmadan medet uman bölge ülkeleri, cemaatler, topluluklar yarın en ağır bedelleri ödeyebilir.
Maalesef, "mezhep savaşı" uyarıları yapanların bile zaman zaman bu ayrışmayı destekleyici pozisyon aldığına tanık oluyoruz. "Şu ülke mezhepçi hareket ediyor" denilerek o ülkeye karşı pozisyon alma, bir anda mezhep eksenli çatışma duruşuna dönüşebiliyor.
Bugüne kadar İslam kardeşliği diyenler artık Sünni kardeşliği, Şii kardeşliği diyebiliyor. Aslında ülkelerin de, cemaatlerin de, gelecekte bu bölgenin siyasi eğilimlerini temsil etme potansiyeli taşıyanların da kendini biraz sorgulaması lazım.
Camp David ekseni çökerken, Türkiye'nin Camp David'leri çözülürken birileri bizleri, bu "eksen"lerin yıkımından çok daha büyük bir yıkıma sürüklemesin. Çükü biz bu yüzyılı küresel ölçekte güç kaymalarının yaşandığı bir kırılma dönemi olarak görüyoruz. Kendi ellerimizle kendi düşmanlıklarımızı inşa edersek bir yüz yıl daha kaybedeceğimizi çok iyi biliyoruz...
yenişafak