Abdurrahman Dilipak
Ah Vali Erol Çakır ah!
Hay Allah! Nasıl da unutmuşum. O günlerde bu tür olayların bini bir para idi. Gün gelecek, ben unutmadan, onlar da inkar etmeden hesap verecekler! "Kul hakkı" neymiş öğrenecekler, ama çok geç olacak! Ne demişler: "Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste!" Ah Vali Çakır ah!
Ben onların gözünde "şamar oğlanı idim." Benim üzerimden "aleme ibret" olacak işler yapıyorlardı. "Kızım sana söylüyorum, gelinim sen dinle" kabilinden!
Erol Çakır, hakkımda suç duyurusunda bulunmuştu o günlerde.
Zaten Çevik Bir hergün bir dava açıyor, savcılara arkası arkasına "Dava açıldı mı" diye yazı göneriyor, her duruşmadan sonra bilgi istiyor, falan filan..
Zaten basında "emir bekleyen", "tetikçi" bir sürü gazeteci var.. Onlar da efendilerinin gözüne girmek, bir "aferin" almak için "vur diyince öldür"meye hazır tipler. 25 tutuklanacak gazeteci, 137 işbirlikçi gazeteci adı var listede..
Hakkımda andıç yayınlanmış, "Bu adamı televizyonlara çıkartmayın" diye. "Adam irticanın propogandasını yapıyor. Ya çıkartmayın ya da karşısına adam gibi birini çıkartın, ekranda rezil etsin, söylediğine pişman edin bu adamı" diyor adam açık açık..
Ekranda ne söylesem dava açmaya başladılar. Aynı şeyi yazıyorum, dava açmıyorlar, ama ekranda söyleyince dava açıyorlar. Kemalizm kitabının video okuması da öyle. Yayın kuruluşu, sorumlu müdürler de sanık olmaya başlayınca, davet almamaya başladım. Program yapımcılarına vatandaş soruyor, "Dilipak'ı niye çağırmıyorsunuz?" diye. Onlar da "Çok sert, köşeli konuşuyor. Zor zamandan geçiyoruz" falan filan bir şeyler söylüyorlardı..
Gazete patronları üzerinden mi, yoksa doğrudan mı, dolaylı şekilde mi, mesela Ali Kırca birden kesti. Sadece o değil. Birand arada bir çağırdı ama o da kesti.. Daha bir çok kişi aynı baskılara maruz kalmış olsa gerek, zamanla hepsi kestiler.. Bizimkiler de "Çok meşgul, çıkmak istemiyor, çok fazla davası var" falan filan dediler..
Vali Erol Çakır'la bir anım var ki, kargalar güler.. Komisyonda aklıma gelse anlatırdım, ama hangisini aklında tutacaksın ki!
O günlerde çocuklarımın okulunda başına gelenler bile vicdanları sızlatmaya yeter..
Dünya Sigarasız Günü'nde bir yazmıştım. Yazının mahiyeti "Sigara sağlığa zararlıdır. Bugün sigara içmeyin. Sigara parasını Mazlumder ve İHH gibi, insan hakları kuruluşları ve insani yardım kuruluşlarına verin de bir işe yarasın" gibi bir şey.. İnsan hakları derneklerine para yardımı yapılmadığından şikayet ediyorum bu arada.
Bir gün sonra Mazlumder ve İHH'nın banka hesaplarına el kondu. Hesapları bloke edildi. Ardından hakkımda dava açıldı.
Sebep? "İzinsiz yardım toplama kampanyası düzenlemek.." Blokajı çözmek uzun bir zaman aldı..
Zaten bu olaylar yaşanınca, hemen yeni bir yazı daha yazdım, "Bugün sigara içmeyin ey Atatürkçüler, parasını Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ve Atatürkçü Düşünce Derneği'ne verin" dedim. Ama ne bu örgütlerin hesabına el kondu ve ne de benim hakkımda dava açıldı..
Erol Çakır bu olayı hatırlayacaktır. Çünkü o zaman "muhbir" de, "infaz memuru" da kendisi idi. O zaman kendine bu emir verenlerle, emekli olduktan sonra birlikte "iş tuttu." Bugün eğer dün olanlardan pişmanlık duyuyorsa, ne âlâ! O gün bunları da yaşadı bu ülke..
Başörtüsü zulmü, kurban derisi zulmü. Akıllarına geleni uyguladılar..
Özel emirle olacak, sıradan bir tebligat için bile, gece yarısının geçmesi bekleniyordu.. Kapıya yarım düzine polis geliyor, bütün apartman ayağa kalkıyor, sokaktakiler ve evinde oturan insanlar "Ne oluyor" diye pencereye konuşuyor. Herkes penceresine Atatürk resmi ve Türk bayrağı asıyor.. Herifler bundan zevk alıyorlar sanki!
Geçen gün Haber A'da, Darbeleri Araştırma Komisyonu'nun 28 Şubat'ı soruşturan komisyonunun başkanı Yaşar Karayel ile konuşuyorduk da, onun ısrarla söylediği bir şey var. "Bu komisyon çalışmalarının en temel başarısı, toplumsal hafızanın canlanması ve bundan darbelere karşı bir bilinç oluşması olacak. Gerisi savcıların, mahkemenin işi.." diyor..
Çakır'ın komisyondaki ifadelerinden pişmanlık duyup duymadığını pek anlayamadım.. Olanları sanki normal, vaka-i adiyeden bir olaymış gibi anlatıyor.. "Askerlerin İstanbul'daki tüm İmam Hatip okullarındaki kız öğrencilerin fotoğraflarını çekerek, İl Emniyet Komisyonu toplantısında sunum yaptıklarını" söyledi. Eski vali, "Biz de talimatları uyguladık ve müdahale ettik. Kızların yüzde 92'si büyük bir memnuniyetle başlarını açtılar. Yüzde 8'i direndi" dedi. Ayrıca Ergenekon davasının tutuklu sanığı emekli Tuğgeneral Veli Küçük ile güvenlik şirketinde ortaklık yaptıklarını kaydetti.
Hayır, kızlarımızın büyük çoğunluğu başını açmadı. Kimi peruk taktı, kimi okula gelmedi ama açmadı. Açan da oldu ama büyük çoğunluğu direndi. Doğru söylemiyor.. AK Parti'nin iktidara geldiği ilk aylarda 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan'ın talimatıyla İmam Hatip okullarında kılık kıyafet genelgesine uyulmadığı için milli güvenlik dersine giren hocalarının geri çekildiğini söyledi. Bu doğru. Daha sonra bu "asker hoca"lar (tabur imamı değil), okullarda muhbir olarak görevlendirdi. Kimi terör estirdi.. "Hoca" değil, adeta darbe komiseri gibi davrandı.. Askerler İstanbul'daki tüm İmam Hatip okullarındaki kız öğrencilerin fotoğraflarını çekmiş. Peki o fotoğraflar nerede bugün? Savcılık bunu soruşturacaktır herhalde...
Çakır, İstanbul'da valilik yaptığı dönemde 1. Ordu komutanları Atilla Ateş, Çevik Bir, Hilmi Özkök, Necdet Timur ve Çetin Doğan ile birlikte çalıştı. Onlardan bazıları içeride, Çakır ve ötekiler niye dışarıda onu bilmiyorum. Ha! Erol Çakır'ın Veli Küçük'le olan ortaklığı hiçbir sermaye katmadan olmuş ve şirkette 5 ortakmışlar. Özel kalem müdürü Turan Yazgan'ın oğlu İlhan Yazgan da şirkete ortakmış? Şirket bugün ne durumda ve ne iş yapıyor? Asıl merak ettiğim, pişmanlık duyup duymadığı! Geceleri uykusuzluk falan yaşıyor mu acaba? Selam ve dua ile..
yeni akit