Selâhaddin Çakırgil
Bayram ‘zehir edilmek’ istenirken..
Bayram’ı görünür ‘zâhir etmek’ (görünür hale getirmek..) ile ‘zehir etmek’ telaffuz bakımından kafiyeli gözükse de, birbirinin en zıddı ve, arada nötr / tarafsız kalmanın mümkün olmadığı iki durum.. Ramazan’da sadece aynı milletten, yani aynı inanç toplumundan olanlara değil, ‘Allah’ın bütün yarattıklarına merhametle muamele ediniz..’ ihtarına uygun olarak, bütün insanlığa yönelik, digergamlığı, başkalarının dertleriyle, kendimizi onların yerine koyarak ilgilenmek anlayışı şeklindeki duygu ve düşüncelerimizin daha bir zirve yapması gereken zaman diliminde, çoğumuz ‘bayram’ın avam anlayışındaki mânâsına ağırlık verdik.. Halbuki, etrafımız bir ateş çemberi ve kan gölü halinde bayramda da sürdü ve bunların çoğundan haberimiz bile olmadı..
Bunların başında, Cuma günü ikindi vakti, Irak’ın Diyale eyaletindeki Khan Benî Said mıntıkasındaki bir pazar yerine bir intihar eylemcisinin arabasıyla saldırması sonunda, geride, ilk anda 120 ölü, 200’den fazla da yaralı kaldı..
Evet; en azından 120 kişi birden parçalanıyor.. Bu eylemi, DAİŞ’in üstlendiği bildiriliyor..
Bizler ise, hemen ve daha çok, ölenler hangi taraftan ve saldırganlar kimler acaba’ya ilgi gösteriyor ve tepki ve tavırlarımız ona göre şekilleniyor.. Hani, denilse ki, iki tarafı da savaşçı unsurlar, iki tarafı da silahlı kişiler; birbirlerini öldürüyorlar, yine de anlaşılabilir.. Ama, bir Pazar yerinde hayatlarını devam ettirmek için bir şeyler satmaya veya almaya çalışan sivil insanlardan yüzlercesi birden hayattan koparılıyor..
Batı dünyasının başkentlerinde böyle bir saldırıda 8-10 kişi hayatını kaybetse, dünya kamuoyu onlarla günlerce meşgul olur.. ama, burada kimsenin umurunda bile olmadı, bizim de.. Bizler daha çok, saldırıya uğrayan tarafın şiî müslüman mı, sünnî müslüman mı olduğuna ilgi gösterdik ve saldırının kurbanları bizim taraftan değilse, ona göre bir ilgimiz oluştu ve karşı taraftan olan kurbanların yakınlarının acısını duymazlıktan geldik.. Geçenlerde son iftarlardan birinde bir arkadaşımız, ‘saldırıya uğrayanlar hep ‘…î’ diyordu.. ‘Hayır öyle değil, her iki taraf da birbirine saldırıyor..’ dediğimde, ‘Ama, onların haberlerini ben duymadım..’ diye karşılık verdi. ‘Eğer, sadece kendimize yakın hissettiğimiz haber kanallarından beslenirsek, karşıtlarımızın acısını elbette duymayız..’ diye karşılık vermek zorunda kaldım.
*
Bu satırları yazarken, Pazartesi günü saaat 12.00 sularında, Suriye sınırında, Kobani’nin hemen beri tarafında Urfa- Suruç’dan ulaşan bir bomba patlatılması sonunda 40’a yakın insanın öldüğü; çoğu ağır, 100’den fazla kişinin de yaralandığı haberi geldi.. Bazı görgü tanıkları, patlamanın şiddetindene dolayı kendisinin de cesedlerin altında kaldıklarını söylüyorlardı. Kobani’ye geçecek olan ve ‘Rojava’da devrim yükseliyor, kan ter içinde..’ yazılı pankartlar taşıyan ‘Ezilenlerin Sosyalist Partisi’ isimli bir teşekkülün bağlısı bir grup gencin basın açıklaması için toplandığı sırada meydana gelen patlamada canlı bomba ihtimali üzerinde duruluyor..
Suruç ilçesinde Amara Kültür Merkezi’nin bahçesinde basın açıklaması yapıldığı sırada meydana gelen patlamanın henüz ne olduğu anlaşılmadan, ideolojik savaş kışkırtıcılarının hemen birilerini suçlu ilan edeceklerini tahmin edebiliriz. Nitekim, HDP sözcülerinin, ‘hesabının Türkiye’den sorulacağı’ gibi söylemleri ajanslara düştü. HDP M.Vekili Leyla Güven, Habertürk’de katıldığı canlı yayında, ‘elde net bilgi yok..’ demesine rağmen, ‘Yaralılar bile parçalanmış. Bu katliamı planlayanlar tarihte lanetlenecekler. Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak da güvenlik sağlanamamışsa bunun sorumluluğu gerçekten ağırdır, hesabı verilecektir. Çok büyük bir katliam yaşandı. Grupta canlı kalmadığı söyleniyor..’ demekten de geri kalmıyordu.
HDP, güvenlik zaafından şikayetçiymiş.. Ki, HDP m.vekilleri değil miydi, daha geçen hafta bölgedeki asker ve polisleri, ‘Defolun gidin buradan!..’ şeklinde tahrik edenler?
Hatırlayalım, 5 Haziran akşamı da Diyarbekir’de, HDP bir seçim mitingi yaparken, miting öncesinde, ‘Biz Tayyib’in polislerini istemiyoruz.. Güvenliğimizi kendimizi sağlarız.. Kendi güvenliğimizi kendimiz sağlarız..’ söylemiyle güvenlik güçlerini kendilerine yaklaştırmayan, polislerin de gerilim meydana getirmemek için geri çekildikleri ve , HDP’nin Diyarbekir Belediyesinin zabıtalarının ve gönüllü elemanların yaptıkları aramalarla girilen miting alanı yakınında patlatılan iki bomba sonunda, iki kişi ölmüş ve henüz neyin ne ve nasıl olduğu belirlenmeden, HDP’nin eşbaşkanlarından F. Yüksekdağ, tam bir aymazlıkla, ‘Bu bombaların Tayyîb Erdoğan tarafından attırıldığını’ söyleyerek kitleleri kışkırtmış ve sadece Diyarbekir’de değil, ekseriyetini kürd halkının oluşturduğu Mardin, Van, Bingöl, Şırnak, Bitlis ve hattâ Urfa gibi illerde ve ilçelerinde sabahlara kadar ‘Kaatil Tayyîb! ‘ diye tempo tutulmuş, gösteriler yapılmış ve iki gün sonraki seçimlerde de mâlum sonuçlar alınmıştı.. o havadan sonra başka bir sonuç da beklenemezdi, herhalde..
Manipulasyon ise, ancak bu dakik kurgulanır ve uygulanırdı..
Şimdi de, bu son Suruç Patlaması’ndan sonra yeni tahrikler ve yeni güç gösterileri sergilenmek istenebilecektir.
*
Bayram öncesinde, HDP Eşbaşkanları’ndan Selahattin Demirtaş: 14 Temmuz gecesi, Habertürk’de katıldığı bir proğramda, ‘PKK’ya silah bırakması yönünde çağrı yapmadıkları’ yönündeki eleştirilere cevaben, ‘PKK kesinlikle silah bırakmalı, ama, çağrı yapsam da beni dinlemez.. Ama, bu iş, çağrıyla olacak iş değil. Partilerin yaptığı çağrı, vicdan rahatlatmadır. Toplumu kandırmadır.. Bir parti lideri olarak buradan sizin aracılığınızla çağrı yapıyorum; PKK kesinlikle silah bırakmalıdır. Bunu inanarak yürekten söylüyorum, bu savaş bitmelidir. Laf olsun diye demiyorum. Keşke gerçekliği olsa da ‚Selahattin Demirtaş çağrı yaptı, toplanalım‘ deseler..’ diyordu..
Keşke onun bu sözlerine inanılabilse.. Ama, bu sözlere inanılamıyorsa, bunun başsorumlusu, bizzat Demirtaş’tır. Çünkü, o, ülkenin batısında ‘barış güvercini’ gibi konuşurken, Diyarbakır’da ‘savaş şahini’ gibi konuşuyordu.. Özellikle. C. Başkanlığı seçiminden beri, bu taktiğinin prim yaptığını gördü. Ama, bu, aynı zamanda onun inandırıcılığını da götürüyor.
Nitekim, Selahattin Demirtaş’ın açıklamasından bir gün sonra, PKK’nın dağ kadrosunun ünlü isimlerinden Cemil Bayık, ‘Önder Apo’nun özgürlüğü ve özgür müzakere koşulları yaratılmadan hiç kimse ateşkesten, çözüm sürecinden söz edemez’ diyordu. C. Bayık, 19 Temmuz günü de, ‘kürd gençlerinin ve halkın şehirlerde silahlanması ve tüneller kazması’ çağrısını yapıyordu..
PKK’nın silahlı kanadı HPG tarafından koruculara yönelik yayınlanan ve 18 Temmuz günü medyaya yansıyan bildiride, ‘Tüm uyarılarımıza rağmen düşmanla aynı mevzide nöbet tutmanız, yol kontrollerine çıkmanız ve operasyonlara öncülük etmeniz bu uyarılarımızı dikkate almadığınızı göstermektedir. Silvan Barajı ve yeni kalekolların yapımına hiçbir şekilde izin vermeyeceğimizi biliyorsunuz. Siz düşmanı korurken sizi köylerinizde kim koruyacak?’ tehdidinde bulunuluyordu.
Tamamlandığında 200 bin kişiye istihdam imkanı sağlayacak, Silvan Projesi’nden rahatsızlık duyan PKK’nın bu inşaat alanlarına saldırdığı ve iş makinalarını ateşe verdiği ve bu eylemlerin son aylarda daha bir arttığı bilinmektedir.
HDP Eşbaşkanı Figen Yüksekdağ da 19 Temmuz günü Kobani’deki temaslarının ardından geldiği Urfa’nın Suruç ilçesinde yaptığı konuşmada, T.C Hükûmeti’nin Suriye sınırındaki güvenlik tedbirlerini eleştirerek, sınır hattına insanî yardımların ulaştırılması gerektiğini söylüyor ve ’Partimiz için ‘sırtını terör örgütüne dayayan HDP’ diyorlar, anlamayanlara cevab veriyorum biz sırtımızı Rojava’ya, Kobani’ye, IŞİD adını verdiğiniz o çeteye karşı mücadele edenlere yaslıyoruz, sırtımızı Kobani’de ve Grisipi’de (Tel Abyad’da ) insanlığın soyluluk değerlerini yere düşürmeyenlere yaslıyoruz. Biz sırtımızı YPJ’ye, YPG’ye ve PYD’ye yaslıyoruz bunu söylemekte ve savunmakta hiçbir sakınca görmüyoruz. Sırtımızı kime yasladığımızı söylüyoruz, bundan sonra da yaslamaya devam edeceğiz.’ diyordu.
*
Bu arada, Kuzey Irak’da, Irak Kürdistanı’nda da Barzanî’nin ‘bir kürd devletinin bağımsızlığını ilan etmesi için tarihî fırsatların ele geçirildiği’ni vurgulamasının aynı günlere denk gelmesi üzerinde daha bir durulmalıdır.
Ki, Kobani Hadiseleri’nin zirve yaptığı geçtiğimiz Kurban Bayramı günlerinde, iki hafta içinde Kobani’li 198 bin kişinin Türkiye’ye sığındığı gerçeği bile unutularak, Türkiye’nin Kobani’ye destek vermediği iddialarıyla 6-8 Ekim günlerinde en çok da Güneydoğu’da ve ülkenin bir çok yerinde sergilenen terör eylemleri sırasında, 53 kişi öldürülmüş ve bunların büyük ekseriyeti, HDP’lilerden olmadığı için üzeri örtülmüş ve sadece o büyük karışıklıkların kurbanı olan birkaç kişi için anma törenleri düzenlenmişti. Diğerleri ise, Kurban Bayramı’nda fakirlere kurban eti dağıtırken öldürülen kürd gençleri idi ve onlar ötekilerden olduğu için, öldürülmeleri veya yaşamaları önemsizdi!!.
Şimdi Suruç’daki son patlamadan hemen sonra Selahattin Demirtaş’ın yaptığı açıklamada da, (sadece kendi bölgelerini kasdederek), ‘Halkımız, siyasi kurumlarımız, sivil toplum örgütleri, belediyeler, meslek örgütleri gibi bütün toplumsal yapılar kendi güvenlik tedbirlerini de geliştirmelidir. Parti binalarımıza giriş çıkışlar, toplu eylem ve etkinliklerin yapıldığı yerler, güvenliği özel olarak sağlanan yerler haline getirilmelidir. IŞİD tecavüzcülerinin kurumlarımıza, halkımıza bu kadar rahatça ve pervasızca saldırmasının önüne geçecek tedbirler geliştirilmelidir.’ diyordu, 6-8 Ekim çağrısını hatırlatacak şekilde..
*
Bütün bu gelişmeler ve açıklamalar gösteriyor ki, bu iltihablı bölgeden bütün vücudun bir septisemi’ye, kan zehirlerlenmesine mâruz kalmasının planlandığı anlaşılabilir.
HDP’nin bir siyasî parti gibi değil de, hele de son günlerde gerilimi daha bir tırmandırmaya çalışan beyanlarıyla, silahlı örgütün siyasî alandaki uzantısı gibi, yaptığı bu açıklamalara paralel olarak, 2 yıl önceki İst.-Taksim- Gezi Hadiseleri’nden sonra kendilerini ‘Taksim Dayanışması’ diye niteleyen grup adına, 17 Temmuz günü konuşan Mimarlar Odası İstanbul Şubesi Genel Sekreteri Mücella Yapıcı, ‘Taksim Meydanı ve Gezi Parkı artık sadece İstanbul’un değil, Türkiye’nin koruması altındadır. Niyetinizin farkındayız, aklınızdan dahi geçirmeyin..’ diye tehdidler savuruyor ve Danıştay 6. Dairesi’nin, -Taksim Yayalaştırma Projesi için geçen yıl verdiği ibtal kararının -İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın karar düzeltme başvurusu üzerine- bu kez, oy çokluğu ile kaldırılmasına karar vermesine tepkilerini dile getiriyor, ‘Alanında uzman kişiler (yani kendileri), tarafından düzenlenmiş bir bilirkişi raporu, alanında uzman olmayan kişiler tarafından işlevsizleştirilmeye çalışılmaktır..’ diyerek Gezi Hadiseleri’nin tekrarlanabileceğini hatırlatıyordu. Bu da, hangi güçlerin kimlerle işbirliği içinde olabileceğini göstermektedir. Dün, Danıştay Kararı adına ülkeyi karıştıranlar, bugün de yeni bir Danıştay Kararına karşı çıkmak adına aynı işi yapmak istediklerini ortaya koyuyorlar.
Ramazan imtihanı sonunda yaşadığımız bayram, ağzımızın tadını arttırmak değil, inandığımız değerlerin hayata hâkim olması şuûrunu arttırmak şeklinde anlaşılmadıkça, bayram’ı ‘zehir etme’ çabaları daha güç kazanabilir. Bu şeytanî çabaları, müslüman halkımızın inanç birliği anlayışı içindeki dikkat ve şuûru etkisiz hale getirecektir.
*
dirilişpostası