Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Bosna ve Mezopotamya

Şu günlerde Bosna’dayım. Burada Uluslararası Sarayova Üniversitesi’nde Avrasya Hukuk Kurultayı’ndayım.. 

Bosna’da yaşananlara bakıyoruz da, bakın burada Müslümanlar çoğunlukta, ama burada çoğunluğu Hıristiyan olan Hırvatlar ve Sırplar yaşıyor.. Burada o günlerde ne bir kiliseye saldırıldı, ne katliam yapıldı, ne de bir tecavüz olayı yaşandı. Bunlar BM’nin gözü önünde ve batılıların burnunun dibinde oldu.. Burada yaşanan tam bir soykırımdı.

Sonuçta, Bosna’da garip bir yönetim kuruldu. Bosna, Sırplar ve Hırvatlarla birlikte yönetiliyor. Yönetilemiyor aslında. Ama, Hırvatistan ve Sırbistan’da Müslümanların yönetimde bir yetkisi yok..

Batı’nın çözümü ve adalet anlayışı bu. Bu katliamın faturasını birkaç günah keçisine çıkararak dünyayı kandırmak istiyorlar..

Batılıların, adalet, barış, özgürlük, insan hakları, katılım, çoğulculuk anlayışının pratik karşılığı bu. Mısır’da, bunlar darbeye “darbe”, darbeciye “darbeci” diyemediler. Nobel barış ödülü verdikleri Baradey’i  Sisi’ye danışman yapmaya kalktılar. Şimdi de İngiltere yardıma koştu ve Tony Blair, Sisi’ye danışman oldu.. Batılılar çıkarları sözkonusu olduğunda ilkelerini bir kenara bırakıyorlar.. Gazze’deki trajediye karşı çıktığı için İngiltere’de George Galavi saldırıya uğradı.

Batılı insan hakları kuruluşları Bosna’da devam eden hak ihlalleri konusunda neden aktif bir sorumluluk üstlenmezler? Bu sorunun cevabı nedir? 

Bugün Mezopotamya’da yaşanan birçok olayın arkasında batılı istihbarat örgütleri ve MOSSAD’ın ve bölgedeki işbirlikçi rejimlerin istihbarat elemanları eliyle, İslamofobiayı örneklemek için bir karalama kampanyasına malzeme olarak kullanılmak üzere üretildiğini biliyoruz. Bugün IŞİD ve El Kaide gibi yapıların batılılar tarafından müdahale ve saldırı için bahane olarak kullanıldığını biliyoruz..

Bir Alman gazetesi, geçen gün bir karikatür yayınladı. Bir adam ölüm tehlikesi logolu bir dolabı açıyor. İçinde bir zehir şişesi, bir diğerinde toksik bir madde, yanındaki şişenin üzerinde “Khaliphat” yazıyor. Yani, halifelik, hilafet, daha doğrusu Müslümanların birliğini temsil eden bir makam ölümcül bir tehdit-tehlike olarak gösteriliyor. Bir örgüt adını değil de, Hilafeti zehir olarak gösteriyor.. Bu hedef göstermenin bir yandan bütün İslam dünyası ve Müslümanları tehdit olarak gösterirken, öte yandan Türkiye’yi tehdit olarak gösteriyor.

Bu batılılar bir türlü ilahlık ve rablik iddiasından vazgeçemiyor. Radikal İslam dediğini de, ılımlı İslam’ı da kendisi örgütlemek istiyor.. Soğuk savaştaki, sağı ve solu dizayn etme iddiasından bir türlü vazgeçemiyor.. Soğuk savaş... Aynı ülkenin çocuklarının kanları ve gözyaşları üzerinde kendilerine iktidar ve servet üretmek istiyorlar..

Batılılar, demokrasiden söz ediyor ama, halkları pek de ciddiye almıyor.. Halkın kendi iktidarını kurmasına izin vermek istemiyor. Mısır’da, Suriye’de bu durum böyle. Zaten bugün dünyadaki devletlerin çoğunun sınırlarını, rejimlerini ve iktidarlarını bu güçler tayin etmedi mi?

Hadi Filistin’i bir kenara bırakalım, Suriye’de % 10 civarında sosyolojik bir tabana sahip Nuseyrileri nasıl iktidar yaptınız! Arap yarımadasının en büyük aşireti Suud aşireti mi idi? Yoksa Arap yarımadasında işbirlikçi Arap aşiretlerine iktidar mı pay ettiniz!

Bakın işin aslı şu: Mısır ya da Bangladeş’te yaşananlar birbirinden farklı şeyler değil. Türkiye’deki tek parti rejimi de aynı güçlerin içimizdeki trojanlarının eseri değil mi idi..

Sahi şu Gazze’deki katliam karşısında dilsiz şeytan rolü oynayan batının duruşunu nasıl açıklayacağız.. Bölgede yaşananları entelijansiyası için bir samimiyet testi anlamı taşımaktadır.

Burada konuşulan konuların önemli bir bölümü, aslında adalet akademisinin gündeminde, sürekli, yakın ve sıcak takibinde olabilir.. Adalet akademisi dünden bugüne önemli  bir mesafe katetti, ama bundan sonra da atması gereken önemli adımlar olduğunu düşünüyorum.. Türkiye adalet konusundaki tecrübelerini aktarmasının ötesinde tüm dünyada adalet sorununun çözümü için sorumluluk üstlenmesi gerek. Ve tabii öncelikle de, adalet akademisinin bu anlamda yeniden yapılandırılması gerekir.. Tüm kurumların gelecek projeksiyonunu, acil, yakın, orta ve uzun vadeli sorumluluklarımızın örgütlenmesi adına harekete geçmemiz gerek.

Belki bu süreçte en önemli ve acil konu, İslam ülkeleri arasında bir barış gücü oluşturulması konusu.. Yoksa, eğer bu işler böyle devam edecek olursa, bölgenin geleceği Bosna’nın bugününden farklı olmayacak.. Batılıların umudu bu. Çözümsüzlüğün sürekli hale getirilmesi, onlardan başka bir şey beklemek de doğru değil.. Evet, batıdaki vicdan sahibi insanların vicdanlarına dokunabiliriz ama bu çözüm için yeterli değil.

Sahi bu arada Ukrayna’da neler olup bittiğini yeteri kadar izliyebiliyor muyuz. Dünyada bugün barışın ne kadar göreceli ve kırılgan bir halde olduğunun farkında mıyız.

Selâm ve dua ile..

yeniakit

Bu yazı toplam 1148 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar