Mehmet GÖKTAŞ
Büyüyen Türkiye mi? Batıp giden Türkiye mi?
Tam bir birinin zıddı iki ayrı görüş, daha doğrusu iki ayrı iddia. Olabilir mi? Elbette olabilir böylesi iddialar.
Muhalefet cenahının sözcüleri elbette batmakta olan bir Türkiye’den, ekonomisi iflas etmekte olan, her şeyin kötüye gittiği, yalnızlaşan ve her yönüyle kötüye giden bir Türkiye’den söz edecekler, bu onların görevidir.
İktidar sözcülerinin görevi de tam zıddını söylemek ve yazıp çizmektir. Her gün biraz daha güçlenen, süper güçlere meydan okuyan, dünyanın beşten büyük olduğunu haykıran, içerde dev projelere imza atan, dışarda da bütün mazlumların ümit kaynağı olan bir Türkiye...
Bunlardan hangisinin ne kadar doğru ne kadar yanlış olduğunu ortaya koyma niyetinde değilim. Belki taraflardan ikisinin de görüşlerinde doğruluk payları vardır.
Benim niyetim aynı kişi ve kişilerin kendi içlerindeki çelişkilerine vurgu yapmaktır.
Bir taraftan büyüyen, güçlenen ve dünya mazlumları ve Müslümanları için sığınak konumuna gelen, dünyanın birçok yerine asker gönderen ve daha da göndermeye hazırlanan, kısacası tarihin ve coğrafyanın yönünü değiştirmekte olan bir Türkiye olduğunu savunurken aynı kişi ve kişilerin bir taraftan da, içten içe çürüyen, bitip tükenen, deizmin, ateizmin, dünyevileşmenin ve Batıdan pompalanan bütün kötülüklerin hücumuna maruz kalan ve bundan dolayı çok kısa bir zaman sonra tarih sahnesinden silinip gidecek bir Türkiye.
Evet, bu iddialardan birini iktidar ötekini muhalefet seslendirse az çok anlayışla karşılarız.
Fakat son iki iddianın ikisini de iktidar cenahının sözcüleri seslendiriyor. Belki siz iyi niyetle bu iki görüşün arasını bulmaya çalışacaksınız, felâket iddialarının samimi uyarılar olduğunu söyleyeceksiniz ama genel okuyucu öyle bir kanaate varıyor ki; “Eyvah, bitmişiz, tükenmişiz, ölmüşüz de ağlayanımız yok, cenazemizi kaldıracak kimseler yokmuş...” düşüncesine kapılıyor.
Bunun bir orta yolu yok mudur? Ayağımızı yere bastıran bir söylemimiz olsa okuyucu kaybetmekten mi korkuyoruz? Hepimizin gözünün önündeki bir Türkiye için illa ki bir gün ayaklarını yerden kesip uçurmak, ertesi gün tarihten silme noktasına getirmek zorunda mıyız?