Hasan Karakaya
Cemaat medyası Paralel Yapı’nın neresinde. Dışında mı, tam göbeğinde mi?
Hani, Bedii Faik’in bir yazısı vardır:
Adam; sokakta dalgın dalgın yürürken, bir köpeğin “kuyruğuna” basmış!..
Can havliyle havlamış köpek!..
Adam şaşırmış...
“Hayret” demiş;
“Ben köpeğin kuyruğuna bastım!..
Ama ses, ağzından çıktı!”
Şöyle bir düşünüp, “teşhis”i koymuş:
“Kuyruğuna bastığım halde ağzından ses çıktığına göre, demek ki; kuyruk ile baş arasında organik bir bağlantı var!”
Gündemdeki olaylar da öyle...
Herhangi bir “olay”da, birinin “kuyruğuna” basıyorsunuz ama ses “başka taraftan” geliyor!.. O zaman da, ister istemez soruyorsunuz: “Bunlar arasında organik bir bağ mı var?”
CEMAAT MEDYASI’NIN NEYİNE?
Her neyse...
“Köpek-kuyruk-ağız” meselesini burada bırakıp, “olaylara ve yankılarına” bir bakalım... Görelim bakalım ne nedir, kim kimdir?..
Son örnekten başlayalım...
Efendim, malûmlarınız olduğu üzre, muhabirimiz Murat Alan; 16 Şubat tarihli Akit’in sürmanşetinden “Coş’a Paralel tezgâh” başlığıyla verilen haberinde demişti ki;
“Adana’daki 10 Kasım provokasyonunu, ihanet şebekesinin tezgâhladığı ortaya çıktı... İki aşamalı bir plan yapan paralel ekibin, önce isimsiz DHKP-C ihbarıyla valinin güvenliğinden sorumlu yakın koruma birimine nüfuz ettiği, daha sonra Vali Coş’un aracının marjinal grupların ortasına çekildiği ifade edildi.
Olayı araştıran istihbarat birimleri 30’a yakın sivil ve üniformalı polisin saldırıyı seyretmekle yetindiğini, sadece birkaç trafik polisinin saldırgan gruba müdahale etmek üzere hareketlendiği belirledi.”
Gördüğünüz gibi;
Murat’ın haberinde DHKP-C’den söz ediliyor, “ihanet şebekesi”nden söz ediliyor, “Paralel Yapı”dan söz ediliyor, “saldırıyı seyreden polisler”den söz ediliyor...
Bu durumda, “cevap” vermesi gerekenler “adı geçenler” olmalı değil midir?..
Yoo, hayır!..
Cevap, Zaman gazetesinden geliyor, Sözcü gazetesinden geliyor, Samanyolu ve Bugün televizyonlarından geliyor!..
İyi de, sorarlar adama;
“Size ne oluyor beyler?”
Sizin ihanet şebekesi ile, DHKP-C ile, Paralel Yapı ile ya da “seyirci polisler” ile bir bağınız, bir bağlantınız mı vardır ki, onları savunmak size düşüyor?..
Size lâf atan mı var?..
Sizi suçlayan mı var?..
Hem; “Hükümet, bir Paralel Yapı’dır tutturmuş gidiyor... Hani nerede bu Paralel Yapı?.. Kimler var bu yapıda?” diye soruyorsunuz; hem de; “Paralel Yapı”ya maledilen bütün eylemleri savunma ihtiyacı hissediyorsunuz?.. Size “ihanet şebekesi” diyen var mı ki, Akit’e saldırıyorsunuz?..
Siz kimsiniz arkadaş?..
Size ne “Paralel Yapı”dan?..
Size ne “ihanet şebekesi”nden?..
Size ne “örgüt”ten,
Size ne “ittifak”tan?..
Siz bir “Cemaat”, siz bir “Camia”, siz bir “Hizmet Hareketi” değil misiniz?..
O halde;
Sizin ne işiniz olur “Paralel Yapı”yla, ne işiniz olur “İhanet Şebekesi” ile, “Örgüt”le veya “Elebaşı” ile?..
17 ARALIK SİZİN NEYİNİZE?
Hem “ilgimiz yok” diyorsunuz, hem de, her şeye “sazan” gibi atlıyor, “hıyarım var” diyen birinin peşinden “tuzluğu” kapıp, koşuyorsunuz?..
Söyleyin Allah aşkına;
Kimsiniz siz?..
Necisiniz?..
Hadi, “Dershane” tartışmalarında takındığınız “saldırgan” üslubu anlayışla karşılarım; nihayetinde “can damarlarınıza” yönelik bir girişim vardı...
Ama; bir “darbe girişimi” olan “Kirli 17 Aralık Operasyonu”nun neresindesiniz,
“25 Aralık Operasyonu”nun neresindesiniz?..
Bu “darbe girişimi”nde, bu “kirli operasyon”da, bu “Türkiye’ye diz çöktürme” ihanetinde rol alan “hakim”ler, “savcı”lar ve “polis”lerle ne gibi bir bağınız, ne gibi bir bağlantınız var ki, Hükümet’in “yer değiştirme” kararlarını “Yargıda ve Emniyet’te kıyım” diye haberler yaptınız?..
Ne o, yoksa;
Yerleri değiştirilen “yargı mensupları” ya da “polisler” ile “Cemaat’in bir bağı ve bağlantısı” mı var?..
Siz, onları “Pensilvanya’dan emir ve talimat aldıkları” için değil de, “kara kaşları, kara gözleri” için mi seviyorsunuz?..
Hem; “Cemaat’in bu taraklarda bezi olamaz” diyorsunuz, hem de “CHP’den daha gaddar” bir muhalefet yürütüyorsunuz!..
Açıkça söyleyin;
“Onlar bizim adamlarımız... Biz, Hoca’mızın rüyasında gördüğü soruları(!) bu insanlara verip sınavları kazanmalarını sağladık... Onlar Cemaatimizin adamlarıdır o yüzden sahip çıkıyoruz.”
Bunu deyin ki, “Hükümet’e muhalefet”inizin sebebini anlayalım...
Değilse, sorarız;
“Hakim ve savcılar ile polislerin derdi, sizi niye bu kadar gerdi?”
O DA HAKİM, BU DA!
Malûm, eskiden; “Benim teröristim iyidir, seninki tu kaka” şeklinde bir mantık vardı... Bu mantık, son haftalarda “Benim hakimim iyidir, seninki tu kaka”ya dönüştü...
Malûm; Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan, geçtiğimiz günlerde “tahliye” edildi... Hem de, kendisine; “yurtdışına çıkış yasağı” bile konulmadı... Dahası, “hukuka aykırı delillerle tutuklandığı” ifade edildi...
Bu tahliye; 16 Şubat tarihli Zaman gazetesinin 1. sayfasındaki “Haber Analiz” bölümünde; “Yolsuzluk soruşturmasını boşa çıkarma girişimi” olarak yorumlandı, iyi mi?..
Denildi ki;
“Yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasında eski Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan ile birlikte 13 şüpheliyi tahliye eden Sulh Ceza Hakimi Hulusi Pur, bazı şüphelilerin CMK 138’de düzenlenen ‘tesadüfi delillerle’ suçlandığını ve bunların hukuka aykırı delil olduğu için soruşturmada kullanılamayacağını iddia ederek karar veriyor. Baştan sona yanlış bir kararla şüphelilerin adeta aklanmasının yolu açılıyor.”
Şu hâle bakın;
Hakim Hulusi Pur’un kararı için “baştan sona yanlış bir karar” diyorlar...
Peki be adamlar, peki be madamlar; “tahliye” kararı veren hakimin kararı “yanlış”tır da, “tutuklama” veren hakimin kararı “doğru” mudur?..
O da hakim, bu da hakim...
Biri “tutuklama” vermiş, biri “tahliye” etmiş... Hani yargı “bağımsız”dı; hani “tarafsız”dı... Ne o; yoksa “tutuklama” kararı veren hakim, “Paralel Yapı”dan emir aldığı için mi kararı “doğru” oluyor?.. Hakim Hulusi Pur, “delillere ve vicdanına göre tahliye kararı” verdiği için mi, onu “tu kaka” ilân ediyorsunuz?..
Bir karar verin artık;
“Paralel Yapı”nın neresindesiniz?..
Kıyısında veya köşesinde mi,
“Tam göbeğinde” mi?..
Hem; size ne verilen “karar”dan?.. Siz “gazeteci” misiniz, yoksa “hakim ve savcı” ya da “cellat” mı?..
Siz, hakim için “tu kaka” derseniz, ben de derim ki; 17 Aralık’taki “kirli operasyon”, kesinlikle bir “yolsuzluk-rüşvet operasyonu” değil, bir “darbe girişimi” idi... Demek oluyor ki, “Cemaat medyası” olarak, sizler bu “darbe girişimi”nin içindesiniz...
Kıyısında-köşesinde değil,
“Tam göbeğinde!”
“Tutuklama” kararını veren hakimleri göklere çıkarırken, “tahliye” veren hakime “linç” uyguladığınıza bakılırsa, sizler “gazeteci” filan değil, “Paralel Yapı’nın tetikçileri” ya da “embedded”lerisiniz!..
Bari, bunu itiraf edin!..
S. ARABİSTAN’DAKİ OKUL!
“İtiraf” dedim de, aklıma geldi... Malum, Akşam’dan Murat Kelkitlioğlu, geçenlerde bir yazı yazmış ve “Suudi Arabistan’daki Cemaat okullarında okuyan öğrencilerin gece 03.00’te Teheccüd Namazı’na kaldırıldıklarını, ardından da, Erdoğan ve Hükümet için Kahhar Duası yaptırıldığını” yazmış, ben de bu yazıyı köşeme almıştım... Ama; “Suudi Arabistan’da Cemaat okulu yok, Kahhar duasını yaptıranlar Cemaat’in öğretmenleridir” diyerek...
Ne yaptılar, biliyor musunuz; Murat Kelkitlioğlu’nu topa tutup; “Suudi Arabistan’da Cemaat okulu olmadığını bile bilmeden bize çamur atıyor” dediler...
Kelkitlioğlu da, bunun üzerine 16 Şubat’ta bir yazı yazıp, dedi ki;
“Cemaat okullarındaki öğrencilerin gece yarısı uykudan kaldırılıp beddua ettirildiğini yazınca fırtına koptu. Suudi Arabistan’daki okulda da bu duanın ettirildiğini yazınca bazı çevreler, ‘Cemaatin Suudi Arabistan’da okulu yok. Bilip bilmeden nasıl yazıyorsun, çamur atmak istiyorsun’ suçlamalarıyla linç kampanyası başlattı.
Arkadaşlar, bedduayla ilgileneceklerine okulla ilgilenmeyi seçtiler.
Okul Suudi Arabistan’da, Medine’de, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı bir okul.”
Yazının devamı da var ama, “Cemaat’in televizyonları” yazının buraya kadarını alıp, dediler ki;
“Kelkitlioğlu S. Arabistan’da Cemaat okulu olmadığını, o okulun MEB’e bağlı bir okul olduğunu itiraf etti.”
Ne oldu böylece?..
Kelkitlioğlu “yalan” yazmış ve yalanı da “itiraf” etmiş oldu!..
Eee; “Sarhoşken namaza yaklaşmayın” âyetinin, sadece “namaza yaklaşmayın” bölümünü alırsan, “namaz”dan da kurtulursun, “niyaz”dan da!..
“Cemaat televizyonları”nın yaptığı da bu... Yazının yarısını alıp, “itiraf etti” diyorlar... Oysa, o yazının devamı vardı ve şöyleydi:
“Ancak; nasıl ki Türkiye’de, Emniyet’te, yargıda, bürokraside, Milli Eğitim’de olduğu gibi ‘paralel yapı’nın personeli ağını kurmuşsa bu okulda da kurmuş... Sadece bu okula değil, diğer birçok Milli Eğitim Bakanlığı’na ait okullara bu yapının adamlarının atanması için baskı yapılıyor. Biraz araştırırsanız, bu okuldaki cemaat ağırlığını çok rahat anlarsınız.
Bu yapılanlar resmi, legal işler değil ki. Tam anlamıyla illegal, korsan uygulamalar.”
Kelkitlioğlu’nun dediği gayet açık;
“O okul Cemaat’in değil, Milli Eğitim’in olsa da, öğretmenlerinin tamamı ya da çoğunluğu Cemaat mensubu!”
BEN O OKULU BİLİYORUM
Dikkat edin;
Cemaat televizyonları, “okul” üzerinden gidip, dikkatleri “öğretmen”lerden ve “beddua”dan uzaklaştırıyorlar... Adamlarını “korumaya” alıyorlar!..
Demiyorlar ki;
“Yalan yazıyorlar... Kahhar duası diye bir şey yok!”
Bunu deseler, tamam...
Ama, demiyorlar... Demek oluyor ki, öğrencilere “Kahhar duası” yaptırıyorlar...
Haa, şunu da söyleyeyim:
Ben, “Medine’deki o okulu” gördüm... Okulun bulunduğu mahalleye “Türk mahallesi” denildiğini de biliyorum... Orada oturan ailelerin çoğu da “Cemaat’ten!”
Dahası da var;
“Cemaat’e mensup gazeteciler”, hemen her yıl “Hac’ca gelen gazeteciler”e allem ederek, kallem ederler ve mutlaka “MEB’in o okuluna” götürürler ve hatta orada “yemek” bile ikram ederler!..
Ben onlarla gitmedim ama giden arkadaşlar “aynen böyle” diyorlar.
Peki, sormazlar mı adama;
“Orası MEB’in bir okulu ise, gazetecileri oraya niye götürüyor, niye yemek ikram ediyorsunuz... Demek oluyor ki; okul Milli Eğitim’indir, ama öğretmenler Cemaat mensuplarıdır!..”
Ohh, ne alâ memleket;
Davul MEB’in omzunda,
Tokmak Cemaat’in elinde!..
Her yerde olduğu gibi...
Böyle bir okuldan “beddua” çıkması gayet normal değil midir?..
MEDYADA PARALEL İTTİFAK!
Neyse, uzatmayalım... Gelelim, şu; “Ne değişti de Hükümet, Cemaat’i hedef almaya başladı” sorusunun cevabına... Aynı soru, Cemaat’e de sorulmalı değil mi?.. “Ne değişti de, Hükümet’e yönelik darbe girişiminde rol alıyorsunuz?.. Ne değişti de, dün Ak dediğinize bugün kara diyorsunuz?”
Meselâ, şu “Kabataş’taki saldırı” olayı...
Zaman gazetesi, 13 ve 14 Haziran tarihlerinde diyordu ki;
“Taksim Gezi Parkı olayları 17. gününü geride bırakırken, 25 yaşındaki bir anne, başörtülü olması sebebiyle bir grup eylemci tarafından darp edildi... Darp edilen genç annenin 6 aylık bebeği sütten kesildi...
(...)
O gelin konuştu: Kadınlar küfrediyor, erkekler vuruyordu.”
“Dün” böyle diyen Zaman’cılar; geçtiğimiz günlerde “Kanal D’nin yayınladığı servis görüntüler”den sonra dediler ki; “Kabataş muamması... Görüntülerde, iddia edildiği gibi, yarı çıplak 70-100 kişilik grubun şiddeti görülmüyor!”
Demek oluyor ki;
Gazetecilik ilkeleri de, “17 Aralık’tan önce-17 Aralık’tan sonra” diye ikiye ayrılmış...
Bu durumda, “ne değişti?” sorusuna, asıl kendileri cevaplamalı değil mi?..
Bu olay, ortada bir “Paralel ittifak” olduğunu da ortaya koydu... Meselâ, Aydın Doğan; “Biz tarafsız yayın yapıyoruz” derken, her nasıl oluyorsa, Hürriyet, Posta ve Radikal gazetesi ile Kanal D ve CNN Türk’ün yayınları, “Cemaat medyası” tarafından “referans” gösteriliyor, iyi mi?..
Meselâ, Akit olarak biz “Cemaat medyası” ile ilgili bir eleştiri yapıyor, bir “yalan”larını ortaya koyuyoruz...
Cevap, ya Sözcü’den geliyor, ya Taraf’tan, ya da Karşı’dan!..
Eee, hani “ittifak” yoktu?..
Bırakın ittifakı, neredeyse “organik bir bağ” var aralarında!..
HÂLÂ PARALEL Mİ ARIYORSUNUZ?
Uzun lâfın kısası;
Cemaat, eğer “Paralel Yapı” ile bir ilgisinin olmadığını iddia ediyorsa; bir an önce ve derhal “kenara çekilmeli” ve Hükümet’e yönelik “saldırgan tavrına” son vermelidir!..
Aksi halde;
Yarın-bir gün “Paralel Yapı”dan hesap sorulduğunda, “örgüte yardım ve yataklık”la suçlanabilirler!..
Demem o ki; hâlâ “Paralel” arıyorsanız, “kendinize” bakın!..
Örgütün “içinde” değilseniz,
Derhal “dışına” çıkın!..
Zira, sorarlar adama;
“Paralel Yapı’nın kuyruğu”na basınca, niye siz cıyaklıyorsunuz?..
Yoksa siz “baş” mısınız?..
“Elebaşı” mısınız?..
*********************************************
Despot ve diktatör mü arıyorsunuz?
Başbakan Tayyip Erdoğan için; “Tek karar verici o... Diktatör!.. Despot!..” diyorlardı ya, bence “despot” kimdir, “diktatör” kimdir, “tek karar verici” kimdir, bunu anlamak için Fethullah Gülen’e bakmakta yarar var...
Dün ortaya çıkan “kaset”leri de gösterdi ki, ortada “Hocaefendilik” filan kalmamış!.. “Aday”lar ona soruluyor, “Aydın Doğan medyasının izleyeceği strateji” ona soruluyor... “Radyo”da kim program yapacak, “hangi toplantıya kimler katılacak” ona soruluyor... Samanyolu TV’deki Şefkat Tepe dizisinin “senaryo” ve “replik”leri bile ona soruluyor ki, diyecek söz bulamadım...
Adam, her şeyden anlıyor!!!..
“Despot” ve “diktatör” arayanlar Fethullah Gülen’e baksınlar!..
yeniakit